Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

15 Temmuz darbe teşebbüsü ve BATI'NIN ÇÖKÜŞÜ

15 Temmuz darbe teşebbüsünün herhalde gelecekte en çok konuşulacak yönlerinden biri, Batı'nın İslam âlemindeki gelişmeler karşısındaki “çaresizliği”dir.

Çelişkiler, uygarlıkları bitirme konusunda savaşlardan daha etkilidir. İslam âleminde yaşananlar, Batı'nın çelişkilerini artık saklanamayacak kadar teşhir ediyor. Batı'yı kendi değerlerine karşı savaşacak duruma düşürüyor.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyayı bölüşerek zapturapt altına alan Batı, Sovyetlerin çöküşünden bu yana ne yapacağını bilmez bir durumda yalpalayıp duruyor.

Sovyetlerin yıkılmasından sonra Batı, komünizm ve sosyalizmin çökmesinden aldığı cesaret ve bulduğu fırsatla, daha çok demokrasi ve insan hakları havariliği yaptı. Batı, az kalsın, tarihinin karanlık sömürgeciliğini bize unutturacak, iç savaşlarının dehşetinin üzerine insanseverlik postunu giydirecekti.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi harıl harıl işliyor, yıllarca işkenceye tabi tutulan Solcuları “Batı ile barıştırma kurumu” olarak dünyanın dört bir yanındaki geçmişin mağduru Solculara oluk oluk tazminat veriyor ve aynı zamanda iadei itibar sağlıyordu.

Mağduriyetin giderilmesi deyince artık biz Müslümanların bile aklına öncelikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geliyordu. Mağdurlar olarak oraya evrak yetiştirmek için neredeyse birbirimizle yarışıyorduk.

Avrupa Konseyi de benzer ama daha üst bir işlev görüyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bireylerin haklarını devletler karşısında korurken Avrupa Konseyi de siyasi tarafların haklarını kendi ülkelerine karşı koruma makamı gibi duruyordu. “Bugünün dünyasında darbe olur mu? Hayır! Neden? Zira, Avrupa bunu kabul etmez!” diyorduk.

İslam dünyasında Sol geri plana düşüp İslamî yapılar güç kazanınca önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ağır ağır geri çekildi. Solculara, işkenceden dolayı 10 bin tazminat veriyorsa İslamî camia mensuplarına lütfedip de verdiyse bin verdi.  Müslümanın Batı nezdinde insanî değerini sorgulayan bu yaklaşım zamanla daha da kötüleşti.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'deki başörtüsü yasaklarını bir problem olarak dahi görmedi. Ardından İslamî yapılardan gelen başvuruları sümen altı etmeye başladı. Solcuların soyu tükenmeye başlayınca, Batı'nın iyi yüzü, kara tarihinin üzerine örttüğü beyaz örtüsü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de sesi çıkmamaya başladı. “Sahi, böyle bir mahkeme var mı?” diye sorası geliyor insanın.

Avrupa Konseyi ise ilk imtihanını Sisi'nin Mısır'da yaptığı darbede açık ara kaybetti. 3 Temmuz 2013'te binlerce kişinin cesedine basarak Mısır'ın tepesine dikilen bu zalim, Avrupa'da kahramanlar gibi karşılandı, adama bir madalya takmadıkları kaldı, muhtemelen dehlizlerinde o madalyaları da taktılar.

Avrupa Konseyi'nin bu olaydan sonra darbe karşıtlığı yapacak, demokrasi havarisi kesilecek hâli kalmadı.

15 Temmuz'daki FETÖ darbesinden bu yana Avrupa, Mısır'daki ile aynı süreci yaşıyor. Önce biraz tereddüt etti, sonra darbenin bir oyun olduğu imasında bulundu. Oyundur, diyerek görülmüş kötü bir rüyadır, der gibi şoku atlamaya çalıştı.

15 Temmuz'da Batı, uzun bir süreden bu yana ilk kez yerlere serildi, şoke girecek kadar kahroldu. Bunun tek sebebi, darbenin başarısızlığı değildir. Batı'nın ürettiği veya desteklediği yeni tip “bağımlı adam”ın İslam dünyasında iş görmemesidir. Batı, İslam âleminde dinî bir yükseliş yaşanınca “dindar” kesimler arasından müttefikler bulma yoluna gitti. Bunların bir bölümü El-Ezher mollasıydı ve Mısır Selefi Nur Partisi'ydi, fena iş görmüşlerdi Mısır'da. Allah'ın dininin mensuplarının kisvesine bürünüp O'nun dinine karşı resmen savaşmışlar ve halkın bir bölümü de buna kanmıştı.

Mısır'da iş gören sistem, Pakistan'da tıkandı. Şeyh Tahir'ül Kadri, Kanada'da yerleşik Pakistanlı bir sözde sufiydi. Pakistan'ın bürokrasisine sirayet etmiş, orduda ve yüksek mahkemelerde kadrolaşmıştı. ABD'nin elinden “El eman!” diyen Pakistan devleti, kendisiyle ABD arasına bir mesafe koymak istediğinde Kadri'nin düğmesine basıldı, Kadri, yargıdaki mensupları üzerinden “yolsuzluk iddiaları” ile Pakistan'ı kontrol altına almaya çalıştı. Daha önceki Sol iktidarları dahi itaat makamı gören ve sistemle ilgili her tür hareketliliği kınayan Kadri, 2012'de Kanada'dan Pakistan'a gösterilere başladı. Yargıdaki dosyalar iş görmeyince askeri darbe düşündü, Pakistan ordusu buna yanaşmadı, bu sefer 2014'te mensuplarını sokaklara dökerek Pakistan'ı adeta felç etti. Pakistan'da hükümet düştü düşecek derken Tahir'ül Kadri ortalıktan çekildi.

Batı'nın Tahir'ül Kadri'den bir ders çıkarması umut edilirdi ama olmadı. Batı, Türkiye'ye karşı desteklediği yerli Tahir'ül Kadri'yi teşvik etmeye, cesaretlendirmeye devam etti, önce yargı kullanıldı, yıpratma operasyonu başlatıldı, ardından Mısır darbesinden üç yıl sonra 15 Temmuz'da askeri darbe teşebbüsüne başvuruldu. Sonuç, halkın direnişi karşısında fiyasko…

Buna rağmen,  Batı, Mısır'daki darbe sonrası tutumunu tekrarlama yoluna gitti: Sokaktaki varlığını kendi insan hakları ile ilişkilendirdiği halktan yana değil, darbecilerden yana tavır aldı. Önce biraz tereddüt ettiyse de araya birkaç gün girmeden darbecilerin hakkının korunması talebinde bulundu.

Bu tavır, Batı'nın insanseverlik ideolojisinin kalbine yine Batı tarafından sıkılmış bir kurşundur. Batı, 2013'te Mısır'da darbe idaresini tanımışken 15 Temmuz sonrasında, darbeye teşebbüs edenlerin ağabeyliğini yapma, hak isteyen halkın değil, hak gasp etmeye gelen halk düşmanlarının hamisi konumuna düştü.

Batı, demokrasisi uzun bir süredir bu kadar ayaklar altına alınmamış; Batı, uzun süredir bu kadar ağır bir tutarsızlığa düşmemiştir. Batı, hangi izahı yaparsa yapsın bu tavırla ideolojik olarak intihar etmiştir.

Batı'nın II. Dünya Savaşı'ndan sonra sarıldığı, Sovyetlerin çöküşünden sonra ise daha da benimsemiş göründüğü ideolojisi bir anda ayaklar altına alınmış, bir bakıma Batı, kendi dinini kendisi iptal etmiştir.

İdeolojik çöküş, savaşlardaki çöküşe benzemez. İdeoloji, ateşli silahtan daha etkili bir silahtır. Sahibinin ulaşmadığı yere ulaşır, sahibinin kötülüklerine örtü olur, onun işlemediği iyilikleri bile onunla ilişkilendirir. Bu yönüyle savaşta iyi bir zırh, barışta iyi bir giysidir. Batı, şimdi bu zırhtan, bu giysiden yoksun durumda, darbenin hamisi olarak ortada duruyor. Bu andan sonra, İslam dünyasını durdurmak için hangi yolu deneyecek? Onun desteklediği dindar kamuflajlı tip bile iş görmemişken onun için kim iş görecek? Bugünden sonra Uluslararası Af Örgütü darbeciler için yola koyulduğu gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Konseyi de darbecilerin sözde haklarını savunmak için kolları sıvayacak. Onu başarısız darbecilerin yanına düşüren bu hâl kendisi için pek hayra alamet değildir.

İdeolojisi çöken bir güç sadece askeriyle savaşmak durumunda. Batı'nın ideolojisi çöktüğüne göre Batı'nın askeriyle savaşması gerekecek. Ahlak onda asker bırakmadığına göre Batı, artık kaçınılmaz olarak çökecek. On yıl sonra veya elli yıl sonra… Bu, malum değil. Ancak Sovyetlerin kurtuluş ideolojisi çökünce çökmesi gibi Batı'nın demokrasi ve insan hakları havariliği çökünce çökmesi de kaçınılmaz görünüyor. Üstelik buna yol açan sadece İslam âlemi değildir. Batı'yı bu çelişkiye zorlayan ABD'dir aynı zamanda onun değerlerini dolaylı olarak ayaklar altına alan. Hiçbir zaman kendisi için olmadığında değerlere inanmayan ABD, Batı'nın ne zamandır kendisi için ürettiği değerleri Batı'ya bir bir çiğnetip çöpe attırıyor.

15 Temmuz sonrasının Türkiye'ye istikrar getirmemesi için ellerinden geleni yapacaklar. 15 Temmuz zaferini kazanan bu halk, 15 Temmuz'dan sonra da “uyanık” kalmaya devam ederse pek yakında İslam âleminde yeni bir değişim hareketi ile buluştuğumuzu ve Müslümanların yeniden öne çıktığını hep birlikte göreceğiz inşaallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.