ABD “stratejik müttefik” olarak nitelediği Türkiye’ye hep kendi ajandasını dayattı

ABD “stratejik müttefik” olarak nitelediği Türkiye’ye hep kendi ajandasını dayattı

ABD, Türkiye ile ilişkilerini “stratejik müttefiklik” olarak nitelese de aslında hep kendi ajandasını uygulamaya çalıştı. Son dönemde Türkiye'nin bu ajandaya itirazı ile başlayan gerginlik ilişkileri kopma noktasına getirdi.

 

Kuruluşundan bu yana Türkiye ilişkileri farklı boyutlarda devam eden ABD, dost, müttefik hatta stratejik müttefik olarak nitelediği Türkiye'ye yönelik hep farklı hedefler güttü. Dünyanın iki kutba ayrıldığı soğuk savaş döneminde Türkiye'yi ileri karakolu olarak gören ve Sovyetlere karşı set olarak kullanan ABD, ülke içindeki siyaseti dizayn etmekten hiçbir zaman geri durmadı.

Uzun yıllar darbe ve krizlerle hükümetler kurup hükümetler deviren ABD, son dönemlerde farklı krizler ve darbeyle deviremediği hükümete adeta açık savaş ilan etti. Artık birçok kartını açık oynamaya başlayan ABD, deviremediği iktidarla krizler yaşamaya başladı. Türkiye'de darbeye desteği herkesçe bilinen ABD, Suriye'de de PKK ve yan kuruluşlarıyla kirli bir ilişki başlatarak Türkiye'ye istediğini yaptırmaya çalışıyor. Bu da Türkiye-ABD ilişkilerini daha derin bir krize sokuyor. Yaşanan son krizleri anlamak için Türkiye-ABD ilişkilerinin geçmişine bakmak gerekiyor.

Avrupalı kolonilerin 16. yüzyılda sömürmek için kıtaya gelmesi ile tarih sahnesine giren ABD, 1776’da bağımsızlığını ilan etti. Amerikan yerlilerine yönelik soykırımlar ve katliamlarla başlayan Amerikan tarihi,1830 yılında çıkarılan “Kızılderili Tehcir Yasası” ile bölgede yaşayan yerlilerin topraklarından sürülmesiyle devam etti.

Kıta dışında da etkinliğini arttırmaya çalışan ABD'nin Osmanlı ile ilk münasebeti, Cezayir, Tunus ve Trablus beylikleriyle yapılan antlaşmalarla dolaylı olarak başladı. Cezayirli gemicilerin izinsiz dolaşan iki Amerikan gemisine el koyması sonucu yapılan anlaşmayla ABD, Cezayir`e yılda 12 bin altın veya eş değerde askerî mühimmat olmak üzere yirmi yıl (1795-1815) boyunca vergi ödemek zorunda kaldı.

Fransız, İngiliz ve Rus gemilerinden oluşan donamanın 1827 yılında Navarin’de Osmanlı Donanmasını imha etmesi üzerine arayışlara giren II. Mahmut, 7 Mayıs 1830 yılında ABD ile Seyr-i Sefâin ticaret antlaşması imzalar. Ancak Batı ile yapılan diğer antlaşmalar gibi bu antlaşma da Osmanlı Devleti’nin aleyhine dönmüştür. ABD antlaşmaya dayanarak Osmanlı'nın birçok şehrinde konsolosluk açmıştır.

Misyonerlik çalışmalarıyla Osmanlıyı karıştırıyor

ABD, Osmanlı ile resmi düzeyde ilişkilerini düzenledikten sonra Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanlara yönelik misyonerlik faaliyetlerine başladı. Ortodoks ve Katolik Hıristiyanları Protestanlaştırarak çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştı. Bu girişim, ilk başlarda Hıristiyanları rahatsız etse de zamanla Ermeniler tarafından kabul gördü. Osmanlı, Ermeni ayaklanmalarını desteklediklerini tespit ettiği Amerikan okullarını kapatmak isteyince, Birleşik Devletler ile Osmanlı arasında Birinci Dünya Savaşına kadar süren anlaşmazlıklar çıktı. Ermeni meselesi günümüzde de ABD tarafından Türkiye aleyhine kullanılmaya çalışılıyor.

Türkiye ile ilişkilerini sürdürdü ama Lozan'ı tanımadı

Osmanlı'nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile ABD ilişkileri daha kuruluş yıllarında başladı. Ancak iyi ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalara rağmen Lozan Konferansı'nda gözlemci statüsünde bulunan ABD, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu öngören Lozan'ı hiç bir zaman tanımadı.

Dünyanın iki kutuplu olmaya başladığı ve Sovyetlerin 1945'te Türkiye'den toprak talebi üzerine ABD bloğunda yer alan Türkiye, zamanla ABD'ye daha fazla yanaştı. ABD’nin yeni uluslararası politikasını Sovyet karşıtlığında şekillendiren Truman Doktrinin yayımlaması da bu süreci hızlandırdı. Bu doktrin ile ABD, sömürgeciliğe dayanan uluslararası politikalarını yürütmek amacıyla sözde "Komünizm tehdidi" altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıkladı. Ve bu kapsamda Türkiye’ye 100 milyon dolar yardım yapıldı. Ancak ABD yaptığı mali yardımlarla Türkiye'yi daha fazla kontrol etme amacı güttü. Türkiye'nin iç işlerine kimi zaman dolaylı kimi zaman da direk müdahalelerde bulundu.

Türkiye'nin NATO üyeliğini kendi menfaatleri için kullandı

Çok partili sisteme geçişin ardından 14 Mayıs 1950’de yapılan ilk seçimlerle iktidara gelen Demokrat Parti döneminde ABD ile ilişkiler daha da arttı. Türkiye'nin NATO üyeliği talebini, Kore Savaşı ve İncirlik Üssü ile kendi çıkarlarını Türkiye'ye dayatma unsuru olarak kullanan ABD, nasıl bir işbirliği yapacağını daha baştan gösterdi.

Kore'de bedel ödedikten sonra 18 Şubat 1952 yılında NATO’ya giren Türkiye, daha sonraları çok tartışılacak olan ABD’nin ülke içinde konuşlanmasını sağlayan adımlar attı. İncirlik Üssü ABD’nin hizmetine sunulduğu gibi yine bu dönemde ABD’nin Jüpiter füzelerini Türkiye’ye yerleştirmesine izin verildi. İncirlik Üssü, İslam Coğrafyasının ABD politikalarına göre dizayn edilmesi amacı için kullanıldı. Birinci ve İkinci Körfez Harbinde bir İslam ülkesine açılan savaşta kullanıldığı gibi daha sonra 15 Temmuz’da yapılan ABD destekli FETÖ darbesinde de kullanıldı. Halkın yoğun tepkisine rağmen İncirlik hala ABD menfaatleri için hizmet veriyor.

ABD politikasından uzaklaşan Menderes darbeyle cezalandırıldı

Menderes’in son dönem ABD politikalarından uzaklaşması onun gözden çıkarılmasına yetmişti. ABD’nin Türkiye’ye verdiği yardım ve kredilerin nasıl kullanılacağı konusunda görüş ayrılığı vardı. Dönemin Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Melih Esenbel’e göre, ABD Türkiye’nin ithalatı kısıp kalkınma hızını düşürmesini istiyor, sanayileşmesine ve hatta inşa edilmesi planlanan yeni baraj projelerine karşı çıkıyordu. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes ise başlanan projeleri tamamlamak istiyordu. Sorun oluşturan bir diğer konu da haşhaş üretimiydi. ABD, haşhaş üretiminin yasaklanmasını istiyordu. ABD ile yaşanan sorunlar Menderes’i Sovyetlere yaklaştırıyordu.

ABD ile yaşanan sorunlar daha da büyüyünce 27 Mayıs 1960’da TSK’dan bir grup subay yönetime el koydu. Böylece Menderes Hükümeti, ABD’nin dostluğunun soğuk yüzünü görmüş oldu. Darbe sabahı yaptığı açıklamayla askerî rejimin NATO ve CENTO’ya bağlı kalacağını vurgulayan Albay Alparslan Türkeş, darbenin arkasındaki güçleri de ifşa ediyordu. Darbenin ardından dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.

ABD darbelerle Türkiye siyasetini dizayn etti

1960 darbesinden sonra 1980 darbesiyle bir kez daha Türkiye siyasetini dizayn eden ABD, Turgut Özal'ı çıkarlarına uygun kararlar almaya zorladı. Özal'ın orduyu Birinci Körfez Savaşı'na katılmaya ikna etme çabaları, ordu ile sivil siyaset arasında çekişmelere yol açtı. Türkiye, ordusuyla savaşa girmese de aldığı kararlarla ekonomik olarak zarar ettiği gibi İslam dünyasındaki imajı da büyük yara aldı.

Ortadoğu denilen İslam Coğrafyası üzerinde derin hesaplar içinde olan ABD, her defasında Türkiye’yi bölge açısından çok önemli bir müttefik olarak gördüğünü söylese de uygulamada hep bunun tersini yaptı. Zaman zaman bu ilişkilerde çalkantılar yaşansa da ABD, sürekli bir yolunu bularak Türkiye’yi yanında tutmayı başardı. Ama son dönemlerde iki ülke arasında yaşanan ihtilaflar, ABD’nin dış politikasında yaşanan değişimler ve öne çıkan aşırı tek taraflılık ilkesi bu ilişkileri nerdeyse kopma noktasına getirdi.

11 Eylül saldırıları sonrası ABD haçlı politikasına yöneldi

Halen birçok noktası aydınlanmayan 11 Eylül saldırıları sonrasında uygulamaya konulan ABD ulusal güvenlik stratejisi ile İslam dünyasına yönelik yeni bir haçlı savaşı başlatıldı. Yeni stratejinin şekillenmesi ve uygulanmaya başlaması arasındaki süreçte geleneksel müttefiklerin bu konudaki fikirleri dikkate alınmadığı gibi uygulama sırasında da, Irak Savaşı’nda olduğu gibi, mevcut müttefiklerle ilişkilerin tehlikeye atıldığı bir dönemin kapısını araladı.

Bu dönemde ABD, en önemli krizlerden birini Türkiye ile yaşadı. Türkiye’nin diğer ABD müttefikleri gibi tam olarak hazır olmadığı bir şekilde Irak Savaşı’na destek vermesi beklendi. ABD'nin beklediği destek Meclis'ten geçmeyince ABD ile ilişkiler yeni bir sürece girdi. Bu süreçte yeniden sahaya sürülen PKK, Türkiye'deki yeni hükümeti hizaya getirmek için yeniden sopa olarak kullanılmaya başlandı.

Suriye krizinin derinleşmesiyle Türkiye'ye yönelik planlar da ortaya çıktı

İslam dünyasına yönelik başlattığı haçlı savaşıyla Afganistan ve Irak'a giren Bush yönetiminden sonra umut olarak sunulan Barack Obama, söylemlerinin aksine uyguladığı politikalarla yeni krizlere neden oldu. Dış politika ajandasında müttefiklerle yeniden güven ilişkisinin kurulmasını öncelikleri arasına alan Obama'nın, ilk dönemindeki bu iyimser hava Suriye krizinin derinleşmesiyle yerini yeni bir sorunlu döneme bıraktı.

ABD'nin yanlış politikaları sonucu Suriye’de yaşanan insani dram ve krizin sınırlar ötesi bir hal alması, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir sorunlu döneme girilmesine neden oldu. Irak'taki yanlış politika ve ABD katliamlarıyla bulduğu tabanla Irak'tan sonra Suriye'de de taban bulan IŞİD, Suriye'deki denklemi bir anda değiştirdi. Esed'in devrilmesi hedefinin yerini IŞİD'le mücadele alırken Suriye'de başlayan vekalet savaşlarının en önemli aktörlerinden biri olarak PKK kontrolündeki YPG sahaya sürüldü. Bu süreçte Türkiye’nin güvenli bölge, eğit donat gibi teklif ve projeleri sürekli olarak sonuçsuz kaldı.

Suriye savaşının en ağır bedelini Suriye ile sınırı olan ve milyonlarca mülteciyi barındıran Türkiye ödemesine rağmen ABD yönetimi, Türkiye'yi yalnız bırakmakla yetinmeyerek PKK'yi Türkiye sınırında ordu haline getirme çalışmalarına girişti.

ABD’nin PYD’ye Türkiye’ye rağmen silah vermesi ilişkileri çıkmaza soktu

İlk aşamada IŞİD'le PYD'ye alan açan ABD, ikinci aşamada kara ordusu olarak sahaya sürdüğü PYD'ye binlerce TIR silah gönderdi. PKK kadroları tarafından yönetilen PYD’yi askeri açıdan desteklemeye başlayan ABD yönetimi bölgedeki NATO müttefiki olan Türkiye’nin ‘terörist’ olarak kabul ettiği bir örgüte yardım etmeye devam etti.

15 Temmuz darbe girişiminde ABD’nin rolü

ABD ve Batı destekli 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi de Türkiye-ABD ilişkilerinin yeni bir boyut kazanmasına neden oldu. Darbeye karışan askerlerin çoğunun ABD'de eğitim alan isimlerden oluşması, darbe yapan grubun liderinin Pensilvanya'da koruma altına alınması ve ABD'nin darbe gecesindeki tavrı bu ülkenin darbedeki rolünü ortaya koyarken bazı bakanlar açık açık ABD'yi suçlamaya başladı. Darbenin başarısız olmasından sonra adı darbeye karışan birçok ismin ABD'ye yerleşmesi, bazı darbecilerin ABD'li yetkililerle görüşmelerinin ortaya çıkması ve tüm taleplere rağmen Fetullah Gülen'in iade edilmemesi ABD ile kötü olan ilişkileri daha da kötüleştirdi.

Türkiye için bir dönüm noktası olan bu gelişme sonucunda Türkiye, ABD’yi eskiye nazaran daha fazla eleştirmeye başladı. Önceleri, hükümet tarafından Türkiye aleyhine yaşanan gelişmeler ‘üst akıl’ ile ilişkilendirilirken darbenin ardından ABD direk suçlanmaya başlandı.

ABD başkanı değişti ama Türkiye politikası değişmedi

ABD derin devletine rağmen seçimleri kazanan Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump ile değişmesi beklenen Suriye ve Türkiye politikaları aynen devam ederken Türkiye ile ilişkiler daha da kötüleşti. Çok geçmeden Trump’lı ABD’nin daha saldırgan bir politikaya yönelmesi özellikle Suriye üzerinden gerginleşen Türkiye-ABD ilişkilerinin daha fazla bozulmasına neden oldu.

ABD’nin Suriye’de PYD’ye ‘Türkiye’ye rağmen’ verdiği askeri ve siyasi destek, 15 Temmuz’un öncesinde ve özellikle de sonrasında Fethullah Gülen’in iade edilmemiş olması, ABD’de tutuklu bulunan Rıza Sarraf davasında eski bakan Zafer Çağlayan hakkında tutuklama kararı verilmesi, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın ABD’de tutuklanması ve daha birçok sorun, ilişkileri gerginleştiren gelişmeler oldu. ABD tarafından yapılan çelişkili YPG açıklamaları ve silah yardımının kesilmemesi ABD-Türkiye ilişkilerindeki krizi daha da derinleştirdi.

Yine ABD’nin Türkiye sınırında 30 bin kişilik özel ordu kuracağını açıklamasının ardından Türkiye, Afrin’e ‘Zeytin Dalı Harekâtını başlattı. Bu süreçte en çok tartışılan konu PYD’ye verilen TIR’lar dolusu silahlar oldu. Bu harekâtta TSK araçlarının ABD menşeli silahlarla vurulması, ABD'ye olan öfkeyi arttırsa da ilişkiler devam etti. ABD'li yetkililerin Türkiye'yi tamamen kaybetmeme adına birbirlerini yalanlayan açıklamaları, 'ABD'nin kafası karışık' şeklindeki yorumlara sebep olsa da aslında ABD'nin kafası hiçbir zaman karışık olmadı. Bu açıklamalarla aslında Türkiye'nin kafası karıştırılarak PKK/PYD projeleri sürdürülmek istendi.

ABD, İslam coğrafyasına geldiği günden beri Müslüman ülkelere kan ve gözyaşı getirmekten başka hiçbir şey yapmamıştır. Müslüman ülkelerle sadece emperyalist amaçları için kurduğu sözde dostluk ilişkileri, yeri geldiğinde hemen sona ermiştir. Bu durumda Müslüman ülkelere kalan ise sadece hayal kırıklığıydı. Hâlbuki tarihi hakikatler gösteriyor ki, ABD ya da onun emsali diğer sömürgeci ülkeler sadece kendi çıkarlarının dostudur. Bunlarla ilişki kuran tüm milletler, aynı acı tecrübeyi yaşamaktan kurtulamamışlardır. (Analiz/İLKHA) 









HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler