Adalet deyince

Enver Aysever (Birgün):

“Ben adalet deyince yaşamı çalınmış Kuddusi Okkır ve Ali Tatar'la başlarım düşünmeye. Türkan Saylan, İlhan Selçuk gelir aklıma mesela… Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan ve tüm Gezi çocukları yüreğimi yakar. Cizre'de, Sur'da katledilen çocuklar düşer aklıma. Hrant Dink, Tahir Elçi ve Sivas'ta öldürülenlerle dertlenirim… Örnekleri çoğaltabilirim. İlla gazetecilerden örnek vereceksek Musa Kart, Güray Öz, Kadri Gürsel, Ahmet Şık'ı sayarım… Unuttuğum, sayamadığım isim çoktur kuşkusuz… Bu memlekette her haneye adaletsizlik düşer… Lâkin aklıma Hasan Cemal ve arkadaşları düşmez…”

Enver, “Adalet deyince aklıma Hasan Cemal ve arkadaşları düşmez” diyor; ama her nedense sadece sol ideolojiye yakın olanlar düşüyor ki, bu bizatihi adalete aykırı bir şey.

Adalete göre düşünseydin ne mi olurdu?

Mesela aklına Sivas gelen bir adamın aynı anda Başbağlar'ı ve orada mazlumca katledilmiş insanları da hatırlaması gerekirdi.

Aklına Cizre ve Sur'da katledilen çocuklar geldiğinde 6-8 Ekim'de vahşice katledilenler de gelmeliydi öyle değil mi?

Hadi ama açık açık söyleyin ve bitsin bu tiyatro!

Şöyle bir uzaklaşın ve bakın kendinize, neler neler göreceksiniz, siz de şaşırırsınız.

Adaleti çevrimiçi düşündüğünüzü, dışınızdakileri insan saymadığınızı, dürüst olmadığınızı gördüğünüzde değişim kararı mı alırsınız, yoksa siz zaten bunu biliyor musunuz?

 

Ersoy Dede (Star):

“Berberoğlu'nun avukatı Murat Ergün'ün; “..O gün Can Dündar'ı iki milletvekili daha aradı..” sözleri.. Burası önemli.. Zira en somut kanıt olarak Can Dündar'ın, kitabında yer verdiği;  “.. bana bu görüntüleri bir solcu milletvekili verdi..” ifadesi değerlendiriliyor.. O halde bahse konu 27 Mayıs 2015'te, Can Dündar kaç milletvekili ile görüştüyse hepsine bakılması gerekmez mi?.. İddianameye ‘savunma' altında giren bu bilginin peşine düştüm.. O gün, Enis Berberoğlu dışında Can Dündar'ı arayan milletvekillerinin kim olduğunu çıkardım.. Biri Sırrı Süreyya Önder, diğeri Rıza Türmen..  Sanırım ikisi de  “solcu” tanımına uyuyor.. Ancak çok ilginç ki hiçbirinin ismi soruşturmaya dahil edilmemiş..”

Gerçekten de ilginç iki isim.

Daha ilginç olan ise iki ismin de bundan dolayı sorgulanmamış olması.

İkisi de uluslararası bağlantısı olan kişiler.

Birinin HDP'den, diğerinin CHP'den olması ilginç.

İki solcu vekilden birinin artist ve yönetmen olması, diğerinin uluslararası üne sahip bir yargı üyesi olması da dikkat çekici.

Belki de “ikisinden biri” değil de her ikisi, hatta Berberoğlu ile beraber her üçünün bu soruşturmaya dahil edilmesi gerekirdi.

Suçlama “Casusluk” olunca inanın bana soruşturmanın yankısı çok uzaklarda ortaya çıkacaktı.

 

Oray Eğin (Habertürk):

“Üzgünüm ama söylemek zorundayım; FETÖ'den tutuklu gazetecilerin bir kısmı sadece kötü gazeteci oldukları ya da anlamadıkları, kafaları basmadığı için örgüt tarafından kandırılmadı. Kandırılmaya razılardı; çünkü bu işte büyük paralar da döndü.

Bunu konuşmalıyız. FETÖ bir dönem televizyon programlarıyla, gazeteleriyle para saçıyordu bazılarına. Tutuklu oldukları için isim vermiyorum, ama bu gerçeği de göz ardı edemeyiz. İşin acı tarafı, bugün tutuklu olmalarına rağmen sicilleri onlara mağduriyet payesi vermeye yetmiyor.”

Demek “iyi kazanma” söz konusu olunca “Basın etik kuralları” artık pek bir şey ifade etmiyor.

Aslında Gülen grubu piyasada cari olan bir kuralı uyguladığı için çok da eleştirilmemeli.

Medyada işler öyle dönüyor.

Parayla manşet atan, aldığı reklam ölçüsünce kimi ürünleri öven ya da yeren bir medyadan ilkeli ve ahlaklı olmayı beklemek doğru değil.

 

Mine Söğüt (Cumhuriyet):

“Çok geç olmadan onların sırtlarındaki yükü almak ve işin seyrini başka yöne doğru çevirmek gerekiyor.

“Nuriye ve Semih yaşasın” derken kime seslendiğiniz önemli…

Devlete söylenecek söz belli ama asıl açlık grevinin destekçilerine, o iki insanı işin sonuna kadar direnmeye teşvik edenlere haykırmak gerekiyor: Nuriye ile Semih'i açlık grevlerini bitirmeye ne yapıp edip ikna edin;

Ve insan canından bir mürekkeple direniş metinleri yazmaktan da artık vazgeçin!”

Sol bir gazetede “sağduyulu” bir ses görmek doğrusu şaşırttı bizi.

Öyle ya ortada kirli bir rantiyeciler güruhu var ve bunlar her şeyden rant elde etme derdindeler.

Ekonomiye, bürokrasiye, ideolojik gruplara sızmışlar ve her an teyakkuzdalar, fırsatları kolluyorlar.

Başkalarının çabasından, başkalarının direnişinden, başkalarının ölümünden rant devşirme derdinde kirli bir güruh…

Renk değiştirirler, maske değiştirirler ve her ortamda kazanmanın yolunu bulmaya çalışırlar.

Nuriye ve Semih dışarda iken ölüme doğru gidişlerine kimse müdahale edemesin diye “direniyorlardı”.

Şimdi cezaevine haber gönderip “siz ölün, biz arkanızdayız” mesajı gönderiyorlar.

Ve sonra…

Sanırım “başkasının ölümünden” mutlu yaşamlar elde edecekler.

 

Yılmaz Özdil (Sözcü):

“Biz, Everest'e tırmanan ilk Türk, gençlerimize rol model olan, ulusal bilinç geliştiren, AKUT'u kuran, “maldan mülkten, paradan puldan, candan canandan geçilir, vatandan geçilmez, vatan lafla sevilmez, vatan eylemle sevilir, vatan sevgisi sorumluluk almaktır, dürüst, namuslu yurttaşlar olarak, korkmadan, kaçmadan elini taşın altına koymaktır” diyen, Türkiye'nin gururu Nasuh Mahruki'yle yürüyoruz… Sen, Türkiye'nin hangi yarımkürede olduğunu bile bilmediği halde, İzmir Marşı'ndan rahatsız olan şeytan Rıdvan'la yürüyorsun.”

Yılmaz Özdil dengesiz bir karşılaştırma yapıyor.

Yani karşı taraftan biri de bir profesör ile sizin tarafın “Atatürk'ün nerede doğduğunu bilmeyen” bir sanatçısını karşılaştırabilirdi öyle değil mi?

Yani 90 yıldır yaptıklarınız, memleketi çıkardığınız “Muasır medeniyet seviyesi” ortada…

Everest'e çıkan Mahruki'den söz edeceğine 40 yıl önce birileri aya ayak bastığında ne ile meşgul olduğundan söz et istersen. 

 

Kemal Öztürk (Yeni Şafak):

“Bu bayram lütfen toplu mesaj atmayın. Bir kere çok ayıp! İnsan büyüklerinin, sevdiklerinin bayramını toplu mesajla kutlamaz. Bu sene bir de bir caps yapmışlar, onu gönderiyor herkes, mesaj bile yazmıyor.

Yakında Google sizin adınıza toplu mesaj resimleri göndereceğiniz bir uygulama yapacakmış. Siz hiçbir şeyle uğraşmadan bayramlar, kandiller, yılbaşını falan kutlayacak sizin adınıza. Sonunda olacak bu.

Ben şahsen toplu mesajlara cevap yazmıyorum. Siz de yazmayın. Yeğenlerim, çocuklar falan toplu mesaj gönderdiğinde fırçayı yerler. Siz de öyle yapın.

Toplu olmayan mesaj da iyi değil. Ya ziyaret edin, ya telefonla arayın.”

Güzel tavsiyeler.

Telefonla konuşma maliyetleri de azaldığına göre ziyaret edilemeyenler telefonla aranırsa iyi olur.

Toplu mesajda bir “rutin” havası var ve son derece soğuktur.

Bir de teknolojinin hayatımızın her anını şekillendirme çabası var ki, bu büyük bir tehlike.

Reddetmeyelim, ama irademizi de ortaya koyalım.

Sözün özü şu: Teknolojiyi biz yönlendirelim, onun bizi yönlendirmesine izin vermeyelim.

 

Süleyman Özışık (İnternethaber.com):

“Cumhurbaşkanı'na otel odasında suikast düzenlemeye çalışan darbeciler bulundukları yerde itlaf edilecekleri yerde yakalandıkları menfezden alınıp yargının karşısına çıkarılıyorsa...

Darbeye karıştıkları kesin ve net olan hainler idam edilecekleri yerde grand tuvalet giydirilip jöleli saçlarla hakim karşısına çıkarılıyorsa...

Bu ülkenin medyası, darbecilerin dalga geçer gibi verdikleri ifadeleri gerçekmiş gibi manşetlerine taşıyor, haber bültenlerinde tek tek sıralıyorsa...

Bu ülkenin mahkemelerinde 15 Temmuz şehitlerinin yakınları konuştuğunda azar işitiyor, darbeciler konuşurken olağanüstü bir nezaket görüyorsa... (…)

Yargıtay, PKK'ya destek veren HDP'li hainlere verilen cezaları bozabiliyor ve yolun sonuna gelen teröristlere adeta moral motivasyon sağlayabiliyorsa...

Ve tüm bu kararları veren hakimler hala görevlerinin başında durabiliyorsa...

Önüne gelen yazarın bulup söyleşi yaptığı teröristleri, ülkenin istihbarat teşkilatları bulamıyor ve oracıkta etkisiz hale getiremiyorsa...

Ülkesine etmedik hainlik bırakmayan Fetö'cü kaçakları Anadolu Ajansı yurtdışında eliyle koymuş gibi bulabiliyor da istihbarat elemanları bulup kafasına sıkmıyorsa...”

Süleyman Özışık “Kılıçdaroğlu haklı, adalet yok!” şeklinde başlık atmış yazısına ve aklınca ironi yapıyor.

İroniye gerek yok Süleyman Bey!

Bu memlekette nelere bulaştıkları tüm kamuoyunun malumu olan Ergenekoncular salıverilip kendilerine astronomik tazminatlar ödeniyorsa…

Canını, kimliğini, inanç değerlerini savunduğu için kirli yapıların kumpaslarıyla on yıllardır zindanlarda Müslümanlar tutuluyorsa…

Muhafazakar bir iktidar döneminde Ramazan ayında yaşlı kadın saçından sürükleniyorsa, gençler haksızlıklara itiraz ettikleri için saatlerce işkenceye tabi tutuluyorsa ve bu haber ne medyanın ne de Süleyman Özışık'ın hiç dikkatini çekmiyorsa…

Evet, bu ülkede adalet yok! Ama sadece yargıda değil, medyada, siyasette ve bürokraside de adalet yok!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.