Ashabın İstanbul`daki Sembolü Ebu Eyyub El Ensari

Ashabın İstanbul`daki Sembolü Ebu Eyyub El Ensari

Peygamber Efendimiz (sav)`in mihmandarı, seksen küsur yaşında "kendimizi tehlikeye atmak düşmana hücum etmek değil, asıl tehlike mallarımızın bakımı ile uğraşıp cihadı terk etmektir” diyerek düşman üzerine saldıran, İstanbul`un manevi sultanı Ebû Eyyub El

Feyzullah Zerey

Kabri, İstanbul’da bulunan büyük sahabi Halid İbnu Zeyd, Medineli olup Neccar oğullarındandır. İkinci Akabe Beyatı’nda bulundu. Peygamber Efendimiz (sav)’in mihmandarıdır. Her Yesribli Peygamber Efendimiz (sav)’i evinde konuk etmek istiyordu. “Bırakın deveyi o ne yapacağını bilir” diyerek ev seçimini takdir-i ilahiye bağlamak isteyen Peygamber Efendimiz (sav) hiç birinin kalbini kırmak istemedi. Deve, yoluna devam etti. Deve hangi sahabinin evinin yakınından geçtiyse belki Resulullah bana misafir olur der, heyecanlanırdı. Resulullah, Kusva adındaki devesiyle önde, arkasında da Ensar ve Muhacirler. Nihayet deve, Ebû Eyyub el-Ensari’nin evinin önündeki boş bir arazide çöktü. Fakat Resulullah (sav) deveden inmedi. Biraz sonra deve kalktı biraz daha yürüdü, sonra aynı yere dönüp bir daha çöktü. Ebû Eyyub el-Ensari, kalabalığın içinden fırlayıp “hoş geldin Ya Rasulallah!” dedi ve eşyasını evine taşımaya başladı.

Ebû Eyyub, iki katlı evin ikinci katında misafirini konaklamak istedi. Fakat Resulullah (sav) alt katı tercih etti. Gece olunca, Ebû Eyyub, hanımına; “Yazıklar olsun bize, biz ne yaptık, biz yukarıda, Resulullah (sav) aşağıda olur mu hiç?” diyerek üzüntü içinde sabaha kadar uyumadılar. Ertesi sabah Resulullah (sav)’ın yukarı çıkması için ricada bulundu. “Düşündüm ki, ben evin üstündeyim, sen altındasın. Ben hareket ettiğimde, senin üzerine toz toprak dökülüp seni rahatsız etmiş, dahası, ben seninle vahyin arasına girmiş oldum” dedi. Resulullah (sav) “Ey Ebû Eyyub! Ziyaretçilerin çokluğu sebebiyle, aşağıda kalmamızın daha uygun olacağını düşündük” diye cevap verdi. Bundan sonrasını Ebû Eyyub’ten dinleyelim, “Bir süre öyle devam etti. Ta ki yukarıdaki testi kırılıp suyu dökülene kadar. Resulullah (sav)’ın üzerine su akar korkusuyla yorgan olarak kullandığımız örtüye suyu emdirdik. Sabah olunca Resulullah (sav)’ın yanına varıp meseleyi anlattım. Resulullah (sav) razı oldu ve yukarı çıktı.”

Peygamber Efendimiz (sav) Ebû Eyyub’un evinde yedi aya yakın misafir olarak kaldı. Devenin çöktüğü yere mescid yapıldı, yanına da Peygamber Efendimiz (sav)’in hanımları için odalar yapıldı, oraya taşındı.

Ebû Eyyûb’un hanımı bir gün soğanlı bir yemek hazırladı. Peygamber Efendimiz (sav) yemeğe dokunmamıştı. Ebû Eyyûb üzülmüş ve şaşırmıştı, “Ya Resulallah, Siz yemek yedikten sonra aynı kaptan yemek, bizim için en büyük şereftir. Fakat bugünkü yemekten yemediğinize dikkat ettim” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) “Yiyemedim, yemekte soğan gördüm çünkü. Ben yemesem de sizin yemenizde bir beis yoktur” dedi. Ebû Eyyûb da, “Ya Resulallah, Sizin hoşlanmadığınız şeyden biz de hoşlanmayız” demiştir.

Mus’ab bin Umeyr’in kardeşi
Ensar ile muhacir arasında gerçekleştirilen “kardeşlik” olayında Ebû Eyyûb’un kardeşi olarak Mus’ab b. Umeyr seçildi. Ebû Eyyûb; Bedir, Uhud, Hendek ve diğer gazvelere katıldı. Hz. Ali’nin hilafeti döneminde Medine’nin Valisi olan Ebû Eyyûb, Muaviye döneminde Mısır’a gitti. Bir gün Mısır valisi olan Ukbe, akşam namazına geç kalınca kendisine şöyle demişti, “Resulullah’ın, ‘Ümmetim akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe hayır üzeredir, fıtrat üzeredir’ dediğini duymadın mı?” “Duydum” diyen Ukbe’ye, “O halde neden akşam namazını geciktirdin?” diye sordu. Çok meşgul olduğunu söyleyen Ukbe’ye şöyle dedi, “Senin bu yaptığını görerek, halkın Resulullah da böyle yapardı zehâbına düşmesinden endişe ederim” (Ahmed b. Hanbel).

Ebû Eyyûb, Hayber savaşından dönülürken Resulullah’ın çadırının çevresinde bütün gece nöbet tutmuş, Resulullah onun için, “Allah’ım, beni koruyarak gecelediği gibi, Sen de Ebû Eyyûb’u koru” diye dua etmiştir. (İbn İshâk)

Ebû Eyyûb, savaş meydanında İslâm askerlerinin önünde düşmana saldırır, Rumların içine kadar ilerler ve geri dönerdi. Herkes onun kendisini tehlikeye attığını söylediğinde de, “kendimizi tehlikeye atmak düşmana hücum etmek değil, asıl tehlike mallarımızın bakımı ile uğraşıp cihadı terk etmektir” demiştir. (Beyhâki, İbn Kesir)

Eslem İbnu İmran’ın rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçer; “Medine`den gazve için yola çıktık. Niyetimiz İstanbul`du. Cemaatin başında Abdurrahman İbnu Halid İbni Velid vardı. Rum askerleri sırtlarını şehrin surlarına yaslamış müdafaada idiler. Bizden biri tek başına düşmana saldırıya geçti. Halk: “Dur, dur! Lailale illallah, eliyle kendini tehlikeye atıyor!” diye bağrıştılar. Ebu Eyyub el-Ensari hazretleri (ra) atılarak “Ey Ensar topluluğu, bu ayet bizim hakkımızda indi. Cenab-ı Hakk, Resulullah (sav)`a yardım edip, İslam galebe çalınca biz: “Artık işlerimizin başında kalıp, onları yoluna koyalım” dedik. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ bu ayeti indirdi. Yani “Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak” demek malın-mülkün başında kalıp onları düzene koymak için cihadı terketmektir.”

Peygamber Efendimiz (sav) İstanbul fethini müjdelemiş ve onu fetheden komutan ve askerleri övmüştür. Zira İstanbul, zamanın iki büyük güçten biri olan Bizans’ın başkentiydi. İşte bu yüzden Ebû Eyyûb, ilerlemiş yaşına rağmen İstanbul’u fetheden askerlerden biri olmak ve insanlara güzel örnek olmak amacıyla bu sefere katılarak halkın da iştirak etmesi için öğüt ve teşviklerde bulunmuştur. Hicri 52 yılında yapılan İstanbul seferi sırasında hastalanır. Öldüğü takdirde cenazesinin ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyet eder.

İslam askerleri Ebû Eyyûb’un tabutunu çarpışarak ileriye götürmeye çalışır. İstanbul surlarını korumakta olan Bizans kumandanı bu garib durumu öğrenmek ister. “Bu bizim Peygamberimizin sahâbisidir. Bize senin ülkende gidilebildiği kadar içerilere doğru götürülüp gömülmesini vasiyyet etti. Biz de onun bu isteğini yerine getireceğiz” cevabını alır. Bunun üzerine Bizans kumandanı: “Sen ne akılsız adamsın. Sen dönüp gidince biz onu köpeklere yem ederiz” deyince kendisine şu cevap verilir, “Eğer onun kabrini açtığınızı veya cesedine birşey yaptığınızı duyacak olursak biz de bütün Suriye’de öldürmedik hıristiyan, yıkılmadık kilise bırakırsak bu ölüye ikramıma sebep olan zat-ı Peygamber’i (sav) inkâr etmiş olalım” tehdidi karşısında Bizans komutanı, “Ben onun kabrini elimden geldiğince koruyacağıma Mesih hakkı için söz veriyorum” demek zorunda kalır.

Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında İstanbul’u fethederek Osmanlı’nın payitahtını Bursa’dan İstanbul’a taşır. Ebû Eyyûb’un mezarını hocası Akşemsettin sayesinde bulur ve üzerine bir türbe yaptırır.

Resulullah (sav) onun evini kendi evi gibi görürdü
Bir gün Hz. Ömer, Hz. Ebubekir ve Peygamber Efendimiz (sav) insanların dışarı çıkmadığı bir öğlen vaktinde dışarda karşılaşırlar. Onları bu saatte dışarı çıkaran karınlarının açlığıydı. Resulullah (sav) onları da yanına alarak Ebû Eyyub’un evine götürür. Hurma bahçesinde bulunan Ebû Eyyub, onlara hurma ikram ettikten sonra bir oğlak keser. Hanımı da ekmek pişirir. Yemek pişince Resulullah (sav) bir parça eti ekmeğin arasına koyarak kızı Hz. Fatıma’ya gönderir. Onun birkaç günden beri böyle yemek yemediğini de söyledi. Resulullah (sav) doyduktan sonra şöyle dedi, “Ekmek, et, kuru, taze ve olgun hurma!” Gözleri yaşardı ve tekrar dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki, işte bunlar, kıyamet gününde hesabını vereceğiniz nimetlerdir.” Ertesi gün Resulullah (sav) Ebû Eyyub’a bir cariye hediye etti ve ona iyilik yapmasını tavsiye etti. Resulullah (sav)’ın bu tavsiyesi üzerine cariyeyi azat etti.

Kendisinin rivayet ettiği hadislerden bir demet
Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Bir kişinin din kardeşini üç günden fazla küs bırakması, helâl değildir. Bir halde küslük ki, iki mü`min biribirine kavuştukları zaman birisi yüzünü şu tarafa çevirir, öbürüsü öte tarafa çevirir. Halbuki iki mü`minin hayırlısı önce selâm vermeğe başlayandır. (Buhari, 1996)

Bir kimse Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem`e: Yâ Resûlallâh! (Kendisi ile amel edince) beni cennete koyacak mûteber bir ibâdet haber verseniz, diye bir niyaz ve temennîde bulunmuştu. Mecliste bulunanlardan birisi: - Buna ne oluyor ki, ne dileği var ki? diye istifsâr etmesi üzerine Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem: - Bu bir gûnâ hâcet sâhibidir, nesi olacak, buyurup sâile karşı: - Allâh`ı tevhîd edersin ve Allâh`a ibâdette hiç bir şeyi şerik kılmazsın, namaz kılar, zekât verir, sıla-i rahm edersin, diye cevab verdi. (Buhari, 687)
 
Doğruhaber Gazetesi
 
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.