Atatürk CHP'den ihraç mı ediliyor?

Kurtuluş Tayiz (Akşam):

“CHP'de Deniz Baykal sonrası başlayan dönüşüm süreci devam ediyor. Ankara'da bugün yapılacak olan CHP olağan kurultayında, bu dönüşüme büyük ihtimalle son nokta konulacak. Samimi Atatürkçüler CHP'den temizlenecek. Yerini FETÖ ve PKK'yla ittifaka sıcak bakan tuhaf “Atatürkçüler” alacak. Yeni CHP üniter yapıya karşı, PKK/PYD'nin siyasi uzantısı HDP'yle ittifakı savunan ve dolasıyla Türkiye'nin bölünmesine alkış tutan federasyoncu bir parti olacak.

Zaten samimi olan Atatürkçü'leri CHP'de kimse barındırmaz. Bir kısım sahte Atatürkçü'yü de görüntüyü kurtarmak için ellerinin altında tutuyorlar. “Yeni CHP'nin nasıl bir karışım olacağını şöyle açıklayalım; solcu terör örgütlerine yakın İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu; PKK terör örgütüne yakın Sezgin Tanrıkulu; FETÖ terör örgütü bağlantılı Eren Erdem, Öztürk Yılmaz gibi bir karışım. Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP'nin genetik yapısı üzerinde oynandı; bu yüzden CHP'nin yeni moleküler yapısını oluşturan unsurlar farklılaştı. Eski Atatürkçü, laik, sosyal demokrat, elit CHP'li profilinin yerini ya FETÖ bağlantılı, ya sol örgüt uzantılı ya da PKK sempatizanı yöneticiler aldı.”

Atatürk CHP'den “ihraç” mı ediliyor? Atatürkçülerin tasfiye edilmesi bu anlama mı geliyor?

Bazıları öyle düşünüyor.

Şimdi bu cümleleri okuyan biri cümlelerin sahibi olan gazetecinin “Deniz Baykal Atatürkçülüğü”ne sempatiyle baktığını sanacak; ama öyle değil.

Analizi anlayabilmek için önce “Konjonktür gazeteciliği”nin ne olduğunu anlamak gerekir.

Eğer dün PKK ile her türlü diyalog yolunun açılması ve onlara alan verilmesi için çabalıyor ve bugün kendini hiç zikretmeden dün yapılanlara saldırabiliyorsan sen “konjonktür gazetecisi”sin.

Konunun meraklıları arşivlere girip Tayiz'in Taraf gazetesindeki yazılarına bakabilir.

O yüzden PYD'nin bir dönem hükümet nezdinde meşru olduğunu, Öcalan'ın bir dönem “devletin gözetimi altında” örgütü yönettiğini, Ak Partinin bazı yöneticilerinin “Kemalizm” karşıtlığını detaylandırmayacağım, gerek yok!

Mehmet Ocaktan (Karar):

“Afrin'le birlikte memlekette çok değerli bir birliktelik ruhunu yakaladık. Siyasi partilerden sivil toplum kuruluşlarına ve değişik toplum kesimlerine kadar herkes, Türk ordusunun sahadaki başarısından siyasetin dış politikada dostları arttırma politikasına kadar her alanda aynı ruh iklimini soluyor.

Bu güzel bir gelişme... Demek ki gerek içeride, gerekse dışarıda “dostları artırıp, düşmanları azaltma” politikası, zor gibi görünen problemleri çözmede çok etkili bir yöntemmiş. Özellikle ülkenin terörle mücadele gibi en temel problemleri karşısında sağlanan dayanışma ruhunun, ne kadar değerli bir kazanım olduğunu bir kez daha yaşayarak öğrenmiş bulunuyoruz.”

Ocaktan ve Karar ekibinin biraz daha rahatladığını fark ediyorsunuz öyle değil mi?

“Gerek içeride, gerekse dışarıda “dostları artırıp, düşmanları azaltma” politikası” derken Erdoğan-Davutoğlu fotoğrafına vurgu yapıyor. Yoksa muhalefetin hiç de “dayanışma” modunda olmadığını herkes görebiliyor.

Peki, bu nereye kadar devam edebilir?

Bana sorarsanız “pasta paylaşımına kadar” bu devam eder, tavır da ona göre yeniden revize edilir.

Fatih Altaylı (Habertürk):

“NYT muhabiri, Suriye'nin kuzeyine gitmiş ve PKK/PYD teröristleriyle görüşmeler yapmış.

Amerikan gazetesinden ilgili bölümü aynen aktarıyorum:

 “Mr. Gherde (YPG komutanı), Samsung tabletini çıkardı ve internet üzerinden bir askeri haritaya bağlandı. Çok şükür ki, kendisinin düşmanı olan ülkenin GSM kuruluşu Turkcell'in sayesinde güçlü bir sinyalle, sorunsuzca. Ve haritadan bir komuta merkezinin yerini işaretledi. 3.5 kilometre yani yaklaşık 2 mil uzaklıkta. Bulunduğumuz yerden de açıkça görülebilen bu kamp, tüfek atış mesafesinin dışındaydı. Hatta YPG'nin elindeki 50'lik ağır makineli tüfeklerin bile menzilinin ötesinde.”

New York Times'ın haberinden de açıkça anlaşılacağı gibi, PKK/YPG teröristleri, Türk ordusuyla çatışırken, iletişimlerini Türkiye'nin GSM şebekesi üzerinden gerçekleştiriyor.

Bir anlamda “teröriste” istemeden de olsa destek oluyoruz.”

Türkiye'de işler böyle yürüyor.

Türkiye'deki Amerikan üslerinden uçaklar kalkar ve YPG'ye yardım eder.

YPG'liler “yerli” GSM üzerinden haberleşir.

Ama…

Basın ve siyasetçiler batıya “YPG'ye desteğin kesilmesi” çağrısında bulunur.

Bu kadar yani…

Mehmet Barlas (Sabah):

“Cumhurbaşkanı Papa Francis'le görüşürken, muhtemelen önce Papa'nın Kudüs konusundaki tutumundan ötürü ona teşekkür edecektir. Bu gibi konuların dinler üstü bir bakış açısından ele alınabileceğine en iyi örnek, Papa'nın Kudüs konusunda İslam dünyası ile aynı çizgide tutum göstermesidir. Bağnazlık ve insan istismarı konularında çarpıcı çıkışları ile dikkati çeken Papa'nın, "İslamofobi"ye negatif biçimde baktığı biliniyor.”

“Bu Papa övgüleri de nereden çıktı?” diyorsunuz sanırım.

Bu papa yani “Papa Francis” adını kullanan Jorge Mario Bergoglio, geçmişi son derece karanlık bir kişidir. Arjantin'de kaçırma, infaz ve işkencelerle bilinen cunta yönetimine verdiği destekle bilinen Bergoglio'nun ismi iki Cizvit Papazının öldürülmesinde de geçmiştir. Papa Francis'in beraber olduğu ve destek verdiği cunta Rockfeller desteğiyle ayakta kalıyordu.

Meseleden Rockfeller'den nerelere kadar gidebileceğini tahmin edebilirsiniz.

Şimdi yine Mehmet Barlas'ın ilgisini ve övgüsünü merak ediyor musunuz?

Cem Küçük (Türkiye):

“Bazı TV yorumcularının 15 Temmuz'u destekleyen Furkan'ı öven tweetlerini ben atmış olsam en başta tutuklu Osman Kavala'nın kankası Soner Yalçın'ın sitesi beni linç ederdi. Ama birilerine dokunmuyorlar. Bu arada her gün bana iftiralar attıran Soner Yalçın! Tutuklu Osman Kavala ile irtibat ve iltisakın var mı yok mu? Sadece bu soruya cevap ver.”

Cem Küçük bir süredir “soft” gidiyordu.

Özellikle Doğan Grubuna yönelik yazılarından dolayı patronu Mücahit Ören'in rahatsız olduğu, bunu kendisine ilettiği ve o günden beri “sert” üslubundan vazgeçtiği iddia edildi.

Hepsi bir yana Soner Yalçın'ın Osman Kavala ile bir irtibatının olması bir problem midir?

Eğer işin ucu Soros'a kadar gidiyorsa Soner Yalçın büyük şaibe altındadır demektir.

O yüzden Soner Yalçın'dan cevabını biz de merak ettik ve sorduk:

Osman Kavala ile ve Soros ile bir bağlantın var mı?

Soner Yalçın odatv'de cevap verdi. Çok şey söyledi; ama şu ifadeler dikkatimizi çekti:

“Cem Küçük gibi 'Abi' yetiştirmesi 'Graham Fuller çömezleri'ni bir kenara bırakırsak Türkiye'nin son 30 yılını izleyenler benimle Osman Kavala'nın hep ayrı yerlerde olduğunu görürler.

Osman Kavala uzun yıllar hep "liberal sol" çizgiyi savundu, ben ise Atatürkçü çizgide yer aldım. Onun çevresindeki isimler hep beni ve temsil ettiğim değerleri hedef aldı. Açıkçası ben de onlarla hep kalemimle mücadele ettim.

Osman Kavala, TESEV ya da Açık Toplum Enstitüsü gibi vakıflar aracılığıyla sivil toplum faaliyetleri yaptı. Ben ise bu vakıfların faaliyetlerini, raporlarını eleştirdim; Türkiye'de cumhuriyetin kazanımlarını hedef aldığını anlattım.”

Soner Yalçın, kavala ile arasındaki en önemli farkı ideoloji üzerinden izah etmeye çalışmış.

Kendisi “Atatürkçü” olduğunu söylüyor; ama Marksist olduğunu gizliyor. Çünkü “liberal sol”dan diye tanımladığı Kavala da bir Marksist.

Tabii ben burada altı ilkesinden biri “Milliyetçilik” olan Atatürk'ün Marksist olmadığını buna göre Atatürkçü birinin nasıl Marksist olabileceğini sorgulamıyorum.

Bir de şu var.

“Açık Toplum vakfı” ne kadar açık bir vakıfsa odatv de o kadar şeffaf bir habercilik yapıyor.

Alın size bir ortak yön daha!

Resul Tosun (Star):

“Sanki Esed sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi Türkiye'yi Esed rejimine yamamaya çalışıyorlar.

Terörle mücadele konusunda Esed'le askeri işbirliği yapmak şarttır demeye başladılar.

Hatta ukalanın biri ‘Tayyip bey ya Esed'le askeri işbirliği yapmalı ya da istifa etmeli yeni bir hükümet kurulmalı' diyecek kadar abarttı işi.

Bu düşüncenin terörle mücadele veya Suriye meselesine makul çözüm ile uzaktan yakından alakası yoktur.

Bunun adı yüzbinlerin katili Esed'i aklama hamlesidir!”

Arada bir ilkeli biri de çıkıp zalime “zalim” diyebilsin!

Resul Tosun, açık ve kripto Avrasyacıların taleplerini ve niyetlerini açıkça dile getirmiş, kendisini tebrik ediyorum.

Evet, Suriye'de her ne yapılacaksa yapılsın, her türlü yanlış dile getirilsin; ama kimse kalkıp “hatalar” üzerinden yüzyılın en büyük katillerinden birini aklamaya kalkışmasın!

Esad gitse de kalsa da zalim oğlu zalimdir ve YPG'yi ve israil'i yok etmesi bile onun zalimliğini ortadan kaldırmaz.

Bu arada Resul Tosun'un “ukalanın biri” diye söz ettiği kişinin Doğu Perinçek olduğunu belirtelim.

Soli Özel (Habertürk):

“Trump Amerika'sı, her türlü güvensizliğin hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, hesap verebilirliğin ortadan kalkması için kullanılabileceği bir devlet yapısı öngörüyordu. Böyle bir gidişatta ABD'nin dünyadaki diğer ülkelere bundan böyle demokrasi, insan hakları, temel demokratik özgürlükler ve kapsayıcı vatandaşlıktan bahsetmesinin pek kıymet-i harbiyesi olmayacaktır. Trump'ın konuşmasındaki kuvvetler ayrılığı açısından dehşet verici iki unsurdan biri, yargıdaki atamaların siyasi görüşe göre yapıldığını zımnen kabul etmesiydi. Diğeri ise kongreden, bakanların beğenmedikleri bürokratları kolayca görevden alabilmelerini sağlayacak bir yasayı geçirmesini talep etmesiydi.”

Kurnazlık ki ne kurnazlık!

Soli beyefendi “Amerika” demiyor, “Trump Amerika'sı” diyor ve sizi yönlendirmeye çalışıyor.

Clinton Amerika'sı döneminde işgalci Siyonist terör çetesine verilen her türlü desteği,

Bush'un Amerika'sının “uyduruk” gerekçelerle açtığı savaşı, yaptığı sivil katliamları,

Obama Amerika'sının katliam ve vahşetleri devam ettirdiğini,

Ve aslında katliam ve vahşet dolu Amerikan tarihini unutup sadece Trump'u suçlamamızı istiyor Soli Özel.

Görevden el çektirilmesi gündemde olan bir Trump üzerinden Amerika'yı aklama telaşıdır bu. Öyle ya yarın Trump tasfiye edildiğinde bize “Adil Amerikan değerlerinden” söz edecekler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.