Barış süreci mi? Bir strateji mi?

Gündem, barış sürecine destek olmak için dua ve ayin merasimlerine kilitlenmiş durumda. Herkes nefesini tutmuş sürecin alabildiğine süratle sonuçlanmasını bekliyor. Kimse doğru dürüst bu sürece gelinmesinin arka planını sorgulamıyor. Dolayısıyla sonuçlarını da irdelemiyor.

BDP açısından bakıldığında: “Devlet örgütün gücünü gördü. Açlık grevlerinin sonlandırılması sırasında da Öcalan’ın örgüte hâkimiyetini anladı. Bu nedenlerle başından beri kendilerinin çizdiği zorunlu istikamete yöneldi. BDP başından beri Öcalan’ın muhatap alınmasını savundu ve sonuç onu haklı çıkarmış görünüyor. Bunun halka izahı şöyle olacaktır. Demek ki dağa çıkmak silahlanmak boş değilmiş. Bilakis sonuç ancak bu şekilde alınabilmektedir. Devlet şimdi tıpış tıpış “bebek katili” dediği kişinin ayağına gidiyor. Sadece devlet değil, milletvekilleri milleti temsil ettiklerinden millet de ayağına gidiyor.
Devlet ve hükümet açısından bakıldığında: “Biz her zamankinden çok daha güçlüyüz. Örgütle görüşmemiz örgüte yenilmemiz nedeniyle doğan bir mecburiyete dayalı değil. Ordu ve özel birlikler eskisine göre daha güçlü ve donanımlı, örgüt ise daha zayıf ve dayanaksız. Bizi bu sürece iten asıl neden demokrasi anlayışımızla ilgilidir. Gerek girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği’nin kriterleri gerekse ileri demokrasilerdeki şoven, faşist yaklaşımlar kabul edilemez. Halkların ana dillerinde konuşması, propaganda yapması, savunma yapması, basın ve yayın araçlarını kullanması en doğal hakları olup engellenmemelidir. Bu nedenle kimse talep etmese de bu yasakları savunmak ve sürdürmek bizim demokrasi anlayışımıza aykırıdır. PKK terör örgütü, bizim de karşı olduğumuz ve şimdi savunucularını yargıladığımız ulusalcıların faşizan tutumlarının bir sonucudur. PPK bir sonuç ise sebep derin devlettir.”

Açıkça özür dilenmese dahi artık kanlı katiller yerine dağdaki yavrularımız ifadeleri ile dolaylı özürler dilenmeye başlamıştır. Üst düzey komutanların Kürtçe hal hatır sorması askerin de dolaylı bir özrü olarak nitelenebilir.

BDP yaklaşımına ilişkin akla gelen sorular: Devletin Öcalan’la görüşmesi Örgütün bir zaferi midir? Sonuçta devlet her zaman kendi tutsağı ile görüşür. Cezaevi müdürü de bir bakıma devleti temsil eder. Önemli olan görüşmek mi, kazanımlar mı? Görüşmelere kimin gönderileceğine dahi karar verilemediği ortada. Her ne kadar buna Öcalan’ın karar verdiği iddia edilse de ona o kararı verdirenin kimliği de ortadadır. Ufukta görünen hiçbir kazanım yoktur. Bağımsız Kürdistan’dan, federasyondan, özerklikten geçtik, üniter yapının yumuşatılmasına dair de bir şey yoktur. Suça karışmayanları ailelerine dönmesi zaten mümkündü, diğerlerine de başka ülkelere gitme serbestîsi tanınıyor. Dalga geçer gibi bir hak. Zaten adamlar istediği ülkeye istedikleri zaman gidemiyorlar mı?

Devlet ve hükümet yaklaşımına ilişkin akla gelen sorular: Eğer gerçekten ileri demokrasi uğruna bu açılım yapılıyorsa neden benzer örgütlere benzer uygulamalar yapılmıyor. Örneğin devletin resmi kayıtlarına göre Hizbullah örgütü mensuplarının kahir ekseriyeti cami faaliyetleri nedeniyle cezalandırılmışlardır. Ergenekoncuların Kürt halkını birbirine düşürdüğü bölgede korucular vasıtasıyla halkı soydukları Xatuni vakasıyla sabit iken neden bu konulara kör ve sağır kalınıyor? Neden aynı hassasiyeti 28 Şubat mağdurları için gösteremiyor? Neden Sivas mağdurları, Mirzabeyoğlu hala zindanda? Bu sorulara sağlıklı cevaplar bulamadığımdan aklıma başka sorular gelmektedir.

Acaba her işe burnunu sokan küresel güçler neden bu kadar sessiz ve sakin bekliyorlar? Halbuki hemen herkes bu örgütün arkasında ABD ve AB’nin olduğunu kabul eder. Bu konuda başbakanın itirafları da vardır. Türkiye’nin ABD’nin stratejik ortağı olduğu da yine başbakanın beyanıyla sabittir. Bu barış süreci ABD’nin bir stratejisi olmasın? Örgütün silah bırakması stratejik ortağı güçlendirecektir. ABD, Ortadoğuda gittikçe güçlenen hasımlarına karşı stratejik ortaklarının güçlü olmasına muhtaçtır. Mesela ABD, kendi eliyle büyüttüğü ve tapulu malı gibi kullandığı bu örgütü stratejik müttefikine teslim etse ne olur? Stratejik müttefikin de Ortadoğuda farklı ülkelerde operasyonlarda kullanabileceği “milli bir terör örgütünün” olması fena mı olur? Örgüt lideri de bu şekilde devletine hizmet etme hayalini gerçekleştirmiş olur. Mesela PJAK vasıtasıyla İran, Kandil ve Barzani İşbirliği ile Maliki, PYD’nin Özgür Suriye Ordusu’nun saflarına geçmesi ile Beşşar stratejik müttefiklere karşı teslim olmaya zorlanamazlar mı?

Aklımıza bazen irademiz dışında da sorular gelebilmektedir. Hükümet ve BDP taraftarları bizi mazur görsünler.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.