Ben bir Müslüman'ım ve öyle kalacağım

Ben bir Müslüman'ım ve öyle kalacağım

'Ben bir Müslüman'ım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da öyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı...'

Gözlerinden salıncaklar kuruludur gökyüzüne... Ufka ayarlı bakışlarından yarınlara adanmış zaferler tüter. Sessiz bir çığlıktır o... Kuşatılmış duyguların, hapsedilmiş hayallerin özgürlüğe açılan kapısıdır. Yalnızlığı sürgün etmeye meyilli olanların yanı başındadır. Ümidi tükenenlerin ümididir o... Barışa inananların gönül yıldızıdır... Kendi kaderini seçmeyi bilmeyen bir milleti ayağa kaldırandır... Bir hayali binlerle bölüşen gönüllerin fatihi Aliya İzzetbegoviç'tir o...

Yıldızların rengini seçememişti hiç kimse... Bulutların gökyüzünü gölgelemesine engel olunamamıştı... Karanlığa alışmıştı herkes ve her şey siyahtı... Rüyaları prangalıydı insanların bu ülkede... Hayalleri çalıntı... "Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım" diyen Aliya'ya ayarlıydı saatler... Zaman ona meyilliydi. O olmasaydı karanlığı güneş sanacaktı herkes... Esareti özgürlük... Acıları halkıyla göğüsleyendi o...

Adını aldığı dedesi Üsküdar'da askerlik yaparken tanıştığı Türk kızı Sıdıka hanım ile evlenerek Şamats'a dönmüş ve bu evlilikten beş erkek çocukları olmuştu. Aliya'nın babası Mustafa da Şamats'da doğmuştu. 8 Ağustos 1925'de Bosanski Şamats'da doğan Aliya iki yıl sonra ailesi ile Saraybosna'ya taşındı. Artık onun için vazgeçilmez bir tutkuya dönüşecek sevdanın tohumları da yüreğinde kök salmaya başlamıştı.

II. Dünya Savaşı sırasında Mladi Müslimani (Genç Müslümanlar) birliğine katılmıştı. Henüz on beş yaşındaydı bu birliğe katıldığında... Anti komünist ve anti faşist olan bu birliğin amacı Balkanlarda müslümanlığı tekrar diriltmekti. Ne var ki savaş sonrası Yugoslavya'da kurulan komünist yönetim bu birliği yasadışı sayacak ve örgüte üyelik suçundan 1946'da Aliya'nın 3 yıl sürecek mahkumiyet süreci başlayacaktı.

Hapisten çıkan Aliya Saraybosna'da 1956'da Saraybosna Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra uzun yıllar avukatlık ve hukuk danışmanlığı yapacak bir yandan da siyasi faaliyetlerini sürdürecekti. 1960'lı yıllarda İslam Deklarasyonu adıyla kaleme aldığı kitabıyla yeniden mahkumiyeti başlamıştı. 1983 de başlayacak ikinci hapis hayatı ise 1988 de son bulacaktı. 1950'lerden 1990'lara kadar geçen bu uzun süreçte komünist yönetim altındaki Bosnalı Müslümanların umudu olacak ve Yugoslavya'nın dağıldığı bir dönemde halkına önderlik yapacaktı. Müslüman halkın kararan günlerinin ardında yüreklerinden doğacak bir güneşin var olduğunu hep hatırlatacaktı.

Bosna'da tarihe dipnot düşülecek günler Aliya ile başlamıştı

26 Mayıs 1990 tarihinde Demokratik Eylem Partisi'nin kurucusu olmuş, ilk genel başkan olarak siyasi bir kimlik kazanmıştı. Partisi 18 Kasım 1990'da ilk girdiği genel seçimde ülke genelinde birinci çıkmış, 6 Ocak 1991'de Bosna-Hersek'in ilk cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu seçim Demokratik Eylem Partisi'nin (SDA) girdiği ilk seçim olmasına rağmen büyük bir başarı gerçekleştirmiş ve cumhurbaşkanlığını kazanmasının yanı sıra parlamentoda da 86 sandalye elde etmişti. Artık Bosna'da tarihe dipnot düşülecek günler Aliya ile başlamıştı.

1990'lı yıllara girildiğinde Yugoslavya Federasyonu içinde bir bağımsızlık hareketi baş göstermiş, eyaletler birbiri ardından bağımsızlıklarını ilan etmeye ya da bu yönde niyetlerini ortaya koymaya başlamışlardı. Bosna-Hersek de 1 Mart 1992'de gerçekleştirdiği referandum sonrasında bağımsızlığını ilan etti. Çünkü yapılan referandumda halkın % 62,8'i bağımsızlığı tercih etmişti. Ancak Sırplar hemen arkasından Bosna-Hersek yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlara karşı savaş açarak yeni bir katliam hareketi başlattılar. Hırvatistan ve Slovenya'nın bağımsızlık mücadelesine destek olan Avrupa ülkeleri ve ABD ise Bosna-Hersek'i Sırp vahşeti karşısında yalnız bırakmıştı.

4 Nisan 1992'de Sırplar saldırıya geçip insanlık tarihinin en kanlı savaşlarından birini başlattıklarında Aliya İzzetbegoviç parlamento kararıyla kurulmaya başlayan Bosna-Hersek ordusunun ilk başkomutanı olmuştu. Cephede Bosna halkına karşı uygulanan akıl almaz katliama karşı ordusuyla direnirken aynı zamanda savaşı durdurmak için yapılan uluslararası konferanslarda aktif bir diplomasi yürütmüştü.

Bosna'da ölüm yaşamın ta kendisiydi

Yalnızlığı koynunda beslemişti Bosna Hersek'in dağları... Yıl 1995 Temmuz'uydu. Srebrenika'da birkaç gün içinde sadece yedi sekiz bin kişiyi katletmişti Sırplar... Bunun adı soykırımdı. Aliya ve halkı bin iki yüz gün kuşatma altında kalırken dünya bu olaya seyirci kalmıştı. Ölüm bir o kadar yakındı. Çocukların gözlerinde korku, kadınların bedenlerinde öfkenin izi vardı. Özgürlüğün diğer adı ölümdü... Bosna'da ölüm yaşamın ta kendisiydi... Ayakta kalmanın en cesur bedeliydi. Işıklarının söndürülmek istendiği yerdi Saraybosna... Ölmeye ve öldürmeye hazır bakışlar devasa bir inançla besleniyordu. Ölüme yürüyen Bosna'nın kadınları ve çocuklarıydı.

Saraybosna'da on binden fazla insan öldü ve bunun 1300'ü çocuktu. Ölülerini gömecek mezarlık kalmadığından parklar bile mezarlık haline getirilmişti. 1993'ün Kasım ayında Mostar Köprüsü bombalanırken Bosna halkı savaşın üçüncü kışına giriyordu. Müslümanlarsa herhangi bir askeri destekten yoksun ve silah yönünden çok zayıftılar. Sonuçta Sırplar Bosna-Hersek'in önemli şehirlerini işgal ettiler. Bu işgal hareketi bir milyona yakın Müslümanı göçe zorlamıştıı. Sırplar işgal ettikleri yerlerde hem katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı. Özellikle camileri ve İslâmi izler taşıyan tarihi eserleri yıkmaya özen gösteriyorlardı. Bosna-Hersek meselesinin çözümü için değişik tarihlerde gerçekleştirilen görüşmeler ve arabuluculuk çalışmaları da bir sonuç vermemişti. 1994'ün sonuna gelindiğinde Bosna-Hersek'teki iç savaşın aldığı can sayısı 250 bini, göçe zorladığı insan sayısı ise 1 milyonu aşmıştı. Ama Bosna halkına yorulmak yasaktı. Onlar yılmayacaktı. Rüzgarlardan ve fırtınalardan kendilerini koruyacak bir yuvaya sahip olmaya kararlıydı onlar... Hiç kimse onlara nasıl yaşayacaklarını söylemeyecekti. Bosna halkının direnişine hayran kalacaktı dünya... Kuşatma altında ateşle imtihanı zaferle bitiren azimli bir halk olarak tarih sahnesindeki yerlerini alacaklardı.

"Hayatımda en zor attığım imza olmuştur"

Savaş sonrası bir ay süren Dayton Görüşmeleri ile usta bir diplomat olduğunu da kanıtlamıştı Aliya... Ölümünden kısa bir süre önce hastanede Aliya'yı ziyaret eden Dayton Barış Antlaşması'nın mimarı Richard Holbrooke onun için şöyle diyecekti: "Eğer Aliya İzetbegoviç ve onun kararlı tutumu olmasaydı, bugün Bosna-Hersek diye bir devlet olmayacaktı". Hungtington'un medeniyetlerarası fay hatlarında yer alan Bosna'nın bölünüklüğü Dayton Anlaşması ile onaylanmış, adaletsiz bir barış olan Dayton Antlaşması'nı imzalamak Begoviç için "savaş içre bir savaş" olmuştu. Bu anlaşma, Bosnalılar'ın azimli ve onurlu direnişlerinin Batı'nın baskısıyla tutsaklaştırılmasıdır. Aliya, bu antlaşma için "Hayatımda en zor attığım imza olmuştur. Ne yazık ki bütün ideallerimizin yok olmaması için bu anlaşmayı imzalamak zorundaydık."diyecektir.

"Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennette buluşacağız, onları Allah'ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada her şey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüz binler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın." diyordu Aliya İzzetbegoviç... Bosna Hersek'in asil lideri, bilge kralı... Tevazu sahibi kişiliğiyle, tarihe yöne veren karizmatik yapısıyla akıllardan silinmeyecek izler bıraktı. Yüreklerimiz sevmeyi öğrendi. Kirlenmiş ve kirletilmiş duygular karşısında arınmayı öğrendi onu severken...

"Ey Boşnaklar! Bu savaşta sizden daha çok sıkıntı çeken insanlar var. Onlar dağa çıkıp size kurşun yağdırmak yerine sizinle birlikte yaşamayı tercih eden Sırp komşularınızdır. Onlara merhamette, saygıda kusur etmeyin" sözleriyle de geniş bir vizyona sahip olduğunu gösteriyordu bizlere... Savaş hukukunun nasıl olmasının gerektiğini hatırlatıyordu belki de savaşmayı katliam zannedenlere...

Ey teslimiyet senin adın İslam'dır

Aliya bütün dünyanın bilge kralıydı. Zihinlerde ve gönüllerde hep böyle anılacaktı. Çağımıza damgasını vuracak büyük liderlerin belki de son temsilcisi olacaktı. Halkı için ve dünya barışı için verdiği onurlu mücadele ile aslında sadece Bosna'nın değil barışı unutanların, özgürlüğü tanımayanların, soykırımı demokrasi zannedenlerin de gönüllerinin lideriydi o... Hayatı üç mücadele arasında geçmişti. İslâm'ı anlama ve yaşama mücadelesi, komünist dönemde hapishanelerdeki özgürlük mücadelesi, komünizmin yıkılışından sonra ise Sırp ve Hırvat katliamına karşı halkının başında verdiği ölüm kalım mücadelesi...

"Ben bir Müslüman'ım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da öyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı..."diyordu ardında yetiştirdiği vasıflı insanlar bırakırken Aliya... Hiçbir zaman liderlik hırsı taşımadı, siyasi makamlara kendiliğinden talip olmadı. Hayatı boyunca İslam ve batı kültürlerini anlamak için çabaladı. Eşsiz bir sentez kurarak dünyaya entelektüel bir bakış açısı kazandırdı. Kendi toplumu için bir okuldu o... Bosna halkının en büyük şansıydı... Bizim şansızlığımız onu erken kaybetmek olmuştu.

"Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız. Devamını sizlerden bekliyorum." sözleri Bosna halkına vasiyetiydi adeta... "Ey teslimiyet senin adın İslam'dır." diyen Aliya ruhunu teslim ettiğinde tarihler 19 Ekim 2003'ü gösteriyordu. Onun cenazesi Bosna halkını İslam ve batı ülkeleriyle buluşturan bir törene sahne olmuştu. Sevenlerinin gözyaşları aralıksız yağan yağmurlara karışıyordu. Bosna halkı kendisine vefa gösteren Aliya'ya vefasını göstermişti. Aliya ardında özgürlüğü taç yapan bir halk bırakmıştı. Sevgi dolu bir eş ve iyi yetişmiş üç değil binlerce vatan evladı bırakmıştı ardında... Tarih onun onurlu mücadelesini ve onu hiç unutmayacak... Ufka ayarlı bakışlarında tüten zafer coşkusunu, sessiz bir çığlık oluşunu ve hapsedilmiş hayallerin özgürlüğe açılan kapısının yine kendisi, Aliya İzzetbegoviç olduğunu... Rabbim rahmetini üzerinden ve onurlu Bosna halkından eksik etmesin... Mekanın cennet olsun Bilge Kral... Hz. Peygamberin liva-ı hamd sancağı altında gölgelenmen için dua ediyoruz şimdi. Bir hayali binlerle bölüşen gönüllerin fatihi Aliya İzzetbegoviç ruhun şad olsun.

Fatih Sultan Mehmed'in 1463 yılında Bosna-Hersek'i fethi ile kısa sürede kitleler halinde İslam'ı kabul eden Boşnaklar, 1877-78 Berlin Antlaşmasıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun egemenliği altında yaşamak zorunda kaldılar. Bosna-Hersek, sırasıyla Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı ve ardından Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetleri idaresi altında kaldı. Bu idareler altında Boşnaklara yapılan zulüm ve katliamlar nedeniyle çok sayıda insan ülkesinden göç etmek zorunda kalırken, kalanları ise çok daha kötü günler bekliyordu.

Ancak Boşnaklar hiçbir zaman iki seçenekli durumlara razı gelmediler ve hep bir ''üçüncü yol'' buldular. Bu üçüncü yol ise onların ayakta kalabilmesi, tarih sahnesinden silinmemesi için inançlarına ve bağımsızlıklarına sarılmaları oldu. 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı ve 1992-1995 yıllarındaki savaşta nüfusunun önemli kısmı katliamlara maruz kalan Boşnaklar, şimdi dünya sahnesinde tanınan bir bağımsız devletlerine ve bayraklarına sahip olmanın gururunu yaşıyor. Zor ve büyük acılar sonucu kazanılan bu özgürlüğün mimarı olarak, ''Bilge Kral'' diye anılan Aliya İzzetbegoviç görülüyor.

Aliya İzzetbegoviç, 1970'li yıllarda yayımladığı ''İslam Manfiestosu (Bildirge)'' ile Cezayir'den Bosna'ya, Fas'tan Endonezya'ya, Türkiye'den Pakistan'a uzanan İslam coğrafyasındaki tüm Müslümanlara hitap ediyordu. Öncelikli olarak özgürlük, İslami düşüncenin çağımızda yeniden canlandırılması ve yaygınlaştırılması, günümüz Müslümanlarının vahim durumunun iyileştirilmesi, Batı ile İslam dünyasının ilişkisi, İslam ile diğer dünya dinleri arasında bağlantı kurulması, yeni bir medeniyetin nasıl inşa edileceği gibi konuları bu bildirgesinde işleyen Aliya İzzetbegoviç, bir anda bütün dikkatleri de üzerine çekmişti.

Bosna-Hersek'in batısındaki Bosanska Kruba şehrinde 1925 yılında dünyaya gelen ve babaannesi Üsküdarlı bir Osmanlı kadını olan Aliya İzzetbegoviç, Saraybosna'da 1943 yılında Alman Erkek Lisesi'ni bitirdi. Aliya İzzetbegoviç, II. Dünya Savaşı boyunca faşist ve Çetnik ideolojiye, daha sonra ise komünist ideoloji ve uygulamalarına karşı çıkarak Mladi Müslümani (Genç Müslümanlar) isimli, kolej ve üniversite öğrencilerinden oluşan, Bosnalı Müslümanları II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan biyolojik soykırımdan, savaş sonrasında ise manevi soykırımdan kurtarmak amacını güden teşkilatın kurucusu oldu.

İlk kez 1946 yılında tutuklandı ve 1949 yılına dek hapiste kaldı. İzzetbegoviç daha sonra 1970'li yıllarda kaleme aldığı ''İslam Manfifestosu'' nedeniyle 12 Bosnalı aydınla birlikte 1983 yılında yargılanarak 14 yıl hapis cezası aldı.

Zor koşullarda hapis hayatını sürdüren Aliya İzzetbegoviç, 1988 yılının sonunda Yugoslavya hükümetinin ''sözlü muhalefet sebebiyle cezalandırılan bütün mahkumların serbest bırakılması'' kararıyla hapisten çıktı ve "ateşten gömleği" giyme hazırlığı başlattı.

Bosnalı Müslümanların, silahsız bir şekilde savaşla yüzleştikleri II. Dünya Savaşı'nda tecrübe edilen durumun tekrarını önlemek için Aliya İzzetbegoviç, 27 Mart 1990 tarihinde Demokratik Hareket Partisi'ni (Stranka Demokratske Akcije-SDA) kurdu.

Yugoslavya'yı oluşturan 6 Cumhuriyetten biri olan Bosna-Hersek'te 18 Kasım 1990 tarihinde yapılan ilk çok partili seçimlerde Aliya İzzetbegoviç'in genel başkanlığını yaptığı SDA, parlamentodaki toplam 240 milletvekilliğinden 86'sını ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin başkanlığını kazanmıştı.

Aliya İzzetbegoviç, önce Slovenya'nın ardından Hırvatistan'ın Yugoslavya'dan bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, ya bağımsızlığı tercih edip bir bedel ödeyecek ya da o zamanki Yuoslavya'nın devlet başkanı olan Slobodan Miloşeviç'in ''ırkçı'' yönetimi altında kalacaktı. Aliya İzzetbegoviç, bu zor durumu her zaman büyük saygı duyduğu halkının tercihine bıraktı ve 29 Şubat ile 1 Mart 1992 tarihlerinde ülkede referandum yapıldı. Halkın yüzde 63'ü referanduma katıldı ve Bosna-Hersek'in özerkliği ve bağımsızlığı lehine oy kullandı. Referandumu baz alan AB, 6 Nisanda, ABD ise 7 Nisan 1992'de Bosna-Hersek'in bağımsızlığını tanıdı.

Aynı gün, Bosnalı Sırpların siyasi lideri ve halen Lahey'deki uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanan Radovan Karadziç ile Lahey'de yargılanırken 2006 yılında ölen Miloşeviç, uluslararası arenada tanınan Bosna-Hersek'e karşı savaş başlattı.

CEHENNEME ÇEVRİLEN ÜLKEYİ DÜNYA SEYRETTİ

Hızla gelişen savaş sürecinde, Bosna-Hersek Başkanlığı, Bosna-Hersek Cumhuriyeti ordusunu ve savaş hükümetini kurma kararı aldı. Aliya İzzetbegoviç, 2 Mayıs 1992 günü, Başbakan Yardımcısı Zlatko Lagumdzija ve kendisinin resmi tercümanı olan kızı Sabina ile Lizbon'da yapılan barış görüşmelerinden dönerken Saraybosna Havaalanı'nda Yugoslav ordusu (JNA) askerlerince esir alındı. Ancak Bosna ordusunun başarılı operasyonları sonucu esir alınan çok sayıda Yugoslav askerine karşılık İzzetbegoviç ve beraberindekiler salıverildi.

Dünyanın gözleri önünde, ekmek sırasında, su sırasında, pazarda bulunan insanlar kitlesel şekilde katlediliyordu. Evler, camiler, tarihi eserler yıkılıyor, dünya güçleri bu olanları ancak izliyordu. En korkunç savaş günlerinde ülkesi her gün çocuklarını kaybederken, ülkesi kanlar içindeyken İzzetbegoviç, başkalarının ibadet yerlerine, sivillere, kadınlara asla dokunulmaması yönünde birliklerine emir veriyordu.

Birleşmiş Milletler'in koruması altındaki Srebrenitza'da 8 bin insan bir gecede katledilirken Aliya İzzetbegoviç, ''dünyanın sağır ve dilsiz'' haline isyan ediyor, ancak bu isyanını dışarıya ve halkına asla yansıtmıyordu.

En zor günlerinde halkının etrafında kenetlendiği ve bir ''baba'' olarak gördüğü Aliya İzzetbegoviç, yaşanan olayları, "Her şeye kadir olan Allah'a andolsun ki; köle olmayacağız. Ben Avrupa'ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı'nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına. Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de zedeliyor'' ifadeleriyle özetliyordu.

Avrupa'nın en büyük 4'üncü silahlı gücüne sahip Yugoslav ordusuna karşı 3 yıl boyunca el yapımı silahlarla direnen Bosnalıların arasında Sırplar, Hırvatlar da bulunuyordu. Bosnalılar, Aliya İzzetbegoviç önderliğinde 21 Kasım 1995 tarihinde imzalanan Dayton Antlaşması ile devletlerini devam ettirmeyi başardı. Halkına uluslararası arenada tanınan bir devlet bırakan Aliya İzzetbegoviç, dünya güçleri tarafından imzalanan bu anlaşma ile bir kez daha, Bosna-Hersek'in siyasi sınırlarını korumayı başardı.

Ömrünün sonuna kadar, ülkesini, ülkesinin kurumlarını kuvvetlendirmek, mültecilerin dönüşünü sağlamak, işlenen savaş suçlarının mahkemeye taşınmasını sağlamak, daha iyi uluslararası ilişkiler kurmak ve insan haklarının yayılması için mücadele eden Aliya İzzetbegoviç, sağlık durumu kötü olmasına rağmen, savaştan sonraki dört yıl boyunca da ülkenin kalkınmasına önemli katkılarda bulundu.

Sağlık durumundan dolayı, Ekim 2000'de, Bosna-Hersek başkanlığı görevinden çekilen Aliya İzzetbegoviç, 19 Ekim 2003'te vefat etti. İzzetbegoviç'i hastanedeki odasında vefatından önce son ziyaret eden devlet adamı olarak ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kayıtlara girdi.

"BİLGE KRAL"DAN HALKINA TAVSİYELER

-''Bize yapılan soykırımı unutursak bunu bir daha yaşamaya mecburuz, size asla intikam peşinden koşun demiyorum, ama yapılanları da asla unutmayın.''

-''Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan (Sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allah'a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil."

-''Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.''

-''Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım. Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem. Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.''

-''İlerlemiş yaşıma rağmen, ümit ediyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. 70 yaşındayım ve önümüzde daha uzunca bir yol var. Kişiler ölür, halklar yaşar. Mücadelemiz bana bağlı değildir. Önemli olan da bu, sancağı binlerce insan taşıyor...''

-''Bu günleri gösteren yüce Allah'a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennette buluşacağız, onları Allah'ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada herşey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüzbinler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın."

ALİYA ORDUSUNU SELAMLARKEN!

timeturk

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.