Beşir ve Nezir Elçiye

Siz Ey müjdeleyici ve Korkutucu Resul! Sizin gidişinizle başlamıştı her şey. Ümmetinizin başına hiç bu kadar büyük bir felaket gelmemişti. Gökyüzündeki parlak yıldızlarınızın şahsında, ne kaybedilen savaşlar, ne verilen şehitler, ne geride bıraktığımız yetim ve öksüzler, ne sakat kalan gazilerimiz, ne talan edilen mallarımız, ne de yurtlarımızdan çıkarılıp sürgüne ve hicrete zorlanışımız, hiç biri bize bu kadar ağır gelmemiş ve hiç biri bizleri bu derece boynu bükük bırakmamıştı. Hiçbir duygu sizin gidişiniz kadar bize acı gelmemişti. Çünkü siz varlığınız ve şefkatinizle tek tesellimiz, tek dayanağımızdınız. O gün takipçilerinizin ve ashabınızın gözyaşları sel olup akmıştı, Sizin ve Rabbinizin sadık dostları yokluğunuzu sevdiklerinize ve ümmetinize hissettirmemek için ulu çınarlar gibi dimdik duruyorlardı, sabır ve sebata dair en çetin imtihandan geçiyorlardı, ama yürekleri acılarını ve gözyaşlarını içine akıtıp durdukları hışımla akan nehir yataklarını andırıyorlardı. O gün müminler sizin gidişinize ve ebediyete göçüşünüze inanmak istememişlerdi. Öyle ki müezzin Bilal’ in Arabistan çöllerini mest eden hoş sedası bir daha duyulmadı. Dağlar gibi sarsılmaz sanılan Ömer-ül Faruk’un buğulu gözleri ve gamlı yüreği bu yükün ağırlığını kaldıramamış olacak ki tüm öfkesi ve kızgınlığıyla tarihe not düşercesine sizin için öldü diyenlere inat ruhaniyetinizin ve ilahi mesajınızın kıyamete kadar yaşayacağını haykırıyordu. Ama siz yine de her nefis ölümü tadacaktır dercesine veda etmiştiniz. Bu, hidayet kaynağı “Emanetler” inizle birlikte bizlere bıraktığınız en son ve en büyük öğüdünüz olacaktı.

Ama sizin bu gidişinize sevinen ve bu günü bayram ilan eden karanlık şer odakları ve Allah’ın düşmanları da vardı. Geride kalan emanetlerinizle aramıza süslü ve devasa duvarlar örmeye dair derin hesapları vardı. Sanki Ümeyye bin halef ölmemişti de Bilal’den alacağı intikamın ateşiyle yanıp tutuşuyordu adeta. Ne İbn-i Selül ölmüştü, Ne Ebu Cehil ölmüştü, nede elleri kuruyasıca Ebu Leheb Ey üzerimize titreyen! Hepsi aramızdaydılar ama isimleri ve suretleri başka başkaydı ve bizimle husumetleri ve düşmanlıkları devam ediyordu. Önce sizi ve sevdiklerinizi bize unutturmayı ve peşinizden gelmemize bu şekilde mani olmayı planlamışlardı lakin muvaffak olamadılar. Çünkü sevginizi yüreklerimize nakış nakış işlemiştik. Bu yüzden sinsi ve şeytani bir tarz ile planlarını uygulamaya koyulmuşlardı. Haya timsali Osman bin Affanı kirli bir oyun ve suikast ile şehit etmişlerdi.  Mal ve makam düşkünlerimiz kendilerini başımıza Ulu-l Emr ilan etmek için büyük entrikalar tertiplemekle meşgullerdi. Zira başka türlü bizimle girecekleri savaşı kazanamazlardı. En büyük silahları ise mümin gönüllere kuşku ve fitne ekmek suretiyle bizleri Allahın dostları ve sizin dostlarınızla karşı karşıya getirmekti bu sebepledir ki karşımıza uçlarında kuran sayfaları bulunan mızraklarla çıkmışlardı Ey gözlerimizin nuru! Karşımızdakiler kardeş bildiklerimizdi. Ne yapmalı? savaşmalı mı? Peşlerinden mi gitmeli ya da kimin peşinden gitmeliydik? Affet! afalladık biran. Sonra Ali Haydar’ın gür sesiyle irkildik konuşan ilmin kapısı ve Allahın sevgili kuluydu. Bizleri ikaz ediyordu ve peşinden gitmeye davet ediyordu. Onun peşinden gideni ve Onu seveni Allah ve Resulü de sever diye düşünmüş ve bu halis niyetimizle Ondan başka biat edilmeye layık yok deyip Onun peşinden gitmeyi seçmiştik. Ama kendimizi korkunç bir iftira furyası ve karalama kampanyası ile birlikte çok kirli bir savaşın içinde bulmuştuk yine. Daha sonra Ali’yi de bir sabah namazı vaktinde kaybetmiştik. Artık başımızda ne sadık dostunuz Hz. Ebubekir, ne adaletiyle cihana nam salmış Hz Ömer, ne de yufka yürekli ve haya numunesi Hz. Osman vardı. Şeytan’ın kendisiyle karşılaşmamak için yolunu değiştirdiği İlim deryası, takva, cesaret ve basiret timsali Allah’ın Aslanı da ömrünü sizin yolunuza vakfetmiş ve şehadet şerbetini içene dek mücadeleden vazgeçmemişti. Bizler de Onun bıraktığı yerden devam etmeye ahd etmiştik. Zalim ve bedbaht komutan ve sultanlara karşı Hasan’ı ve Hüseyin’i rehber edindik ve taki Ehl-i Beyt’inden 72 yarenimizle Kerbela da Sana ve Rabbine kavuşmak arzusuyla ölümüne direndik ve savaştık! savaştık! savaştık! Anamız Babamız sana feda olsun ya Resulallah.

Ey alemlere rahmet olarak gönderilen ve insanlığı aydınlatan nur! Sonsuz salat ve selam olsun Size, pak Ehl-i Beytinize ve Ashabınıza. Bu anlattıklarımız sizden sonraki yaşanmış hikayemizin başlangıcıydı aslında. Nereden başlamalı ve nasıl anlatmalıyım, neyi anlatmalı ve neyi anlatmamalı bilemiyorum, o kadar arzuhalimiz var ki sizlerle paylaşmak istediğimiz; hüzünlerimizden mi, sevinçlerimizden mi, bahsetmeliyim, Size duyulan muhabbet ve bağlılık adına göğüs gerilen işkenceleri ve zindanları mı anlatmalı, dinin garip hale gelişini mi, Müslümanların kalbine yerleşen ölüm korkusu ve dünya sevgisini mi anlatmalı. Yoksa tüm utancımla huzurunuza çıkıp Müslümanların kirletilen iffetleri ve işgal edilen yüreklerinden ve memleketlerinden mi söz etmeliyim. Ya da kör, sağır kesilmiş ve kalpleri mühürlenmiş insanların gözleri önünde; kurşuna dizilen masum çocuklar ile biçare yaşlıların Mümin gönüllere düşürdüğü ateşi mi, kimyasal ve biyolojik silahlarla toplu kıyımlardan geçirilen insanlarımızı mı, imanları boğazlarından aşağı inmeyen Müslüman bir nesli mi, ilmiyle amel etmeyen ve Belam Baura’yı kıskandıran kitap yüklü merkepleri mi, kafirlerden ve zalimlerden medet umar hale gelmiş ve düşmanlarınızın leş kargaları gibi üzerine üşüştüğü suyun üstündeki çerçöpe dönüşmüş ümmetin halini mi, tağutlar ile şeytan ve dostlarının postalları altında inleyen kutsallarımızı ve Kıblelerimizi mi, Aziz İslam’a ve Kuran-ı Azimüşşan’a yapılan hakaretleri ve uzanan dilleri mi, uğruna gözünüzün nuru namazı tehir edip düşmana savaş ilan ettiğiniz Müslüman hanımların tesettürüne uzanan necis elleri mi, Müslümanlar arasında ki fitne ve tefrikayı mı, din-i mubin için cihad eden mücahidlere reva görülenleri ve garipsenmelerini mi size şikayet edeyim efendim! Oysaki bunların hepsini bize siz emanet etmiştiniz. Hangi yüzle çıkayım huzurunuza da anlatayım efendim! Hangi  yüzle!

Ne yazık ki bizlere reva görülenler sadece bunlardan ibaret değildi. Daha beter haller bizleri bekliyordu. Ne yazık ki İslam ve Kuranı tümüyle hayatımızdan koparmak için Gayr-i Müslim tüm güçler, bizimle topyekün bir savaşa girmişlerdi. Bizleri sindirmek amacıyla bütün güçlerini seferber etmişlerdi. Öyle ki korku ve sindirilmişlik toplumlarımızın ekseriyetinin içine işlemişti. İşte tam bu aşamada O melanet düşüncelerini ve yaşam tarzlarını süslü isimlerle Müslümanların yeni nesillerine kurtuluş projeleri olarak sunuyorlardı. Hilafet makamının önderliğinden koparılan ve bu yüce makamın yol göstericiliğinden mahrum bırakılan tecrübesiz genç kuşaklar ise nefislerini kendilerine rehber edinerek onların istediği kıvama gelmiş ve sırat- mustakimden savrulmuşlardı. Artık sizin ilahi mesajınız yerine sıradan insanların fikir ve felsefeleri ile büyüyordu yeni nesiller. Kendimizi bir anda zifiri karanlıklar içinde bulmuştuk. Düşmanlarımız egolarını tatmin etmek için asırlar boyunca arzuladıkları fırsatı yakalamışlardı. Bizler ise o şaşkın halet-i ruhiye içinde bu halden çıkış için bir ümit ışığı aramaya koyulmuştuk.

İşte! Tam da böylesi bir zamanda şanı yüce Allah feyzinin ve size olan muhabettinin bir nişanesi olarak kendi dostlarından bazı varislerinizi ümmetinize birer müjdeci olarak tanıtmayı murat etmişti. Onlarla tanışıklığımızdan önce sinelerimiz ile Kerbelanın ıssızlığı ve çoraklığı arasında pek bir fark kalmamıştı ey dost! Onlar bizlere sizi anlatmaya başlamışlardı Onlar anlattıkça bizler sizi daha iyi anlamaya ve tanımaya başlamıştık. Sizleri tanıdıkça da Bizde ki muhabbetiniz artıyor, kanayan ve acıyan gönüllerimize ilaç gibi geliyordu. Onlar Sizinle mustazaflar arasındaki derin ve bir o kadarda koparılmaz bağlardan, hukuk ve adaletten, insan haklarından, gerçekleştirdiğiniz devrimlerden ve kurtuluş reçetelerinden söz ediyorlardı. Muhammed İkbal, Cemaleddin Afgani, Ömer Muhtar, Nurs’lu Said, Şeyh Said, Seyyid Kutup, Hasan El Benna, Nevvab Safevi, Ali Şeriati, Ruhullah, Molla Zeki, Rehber Hüseyin, Abbas Musavi, Rantisi, Şeyh Ahmet Yasin, ve diğerleri geleceğe dair ümitlerimizi yeşerten alim ve aydınlardan sadece birkaç tanesi idi. Ümitlerimizin yeşermesi ile birlikte bir şeyin daha farkına varmıştık, Sevgili dostunuz ve Allahın sadık kulu Hz. Ebubekir Efendimizin dediği gibi siz gerçekten aramızdaydınız, diri ve canlıydınız. Şizin yaşadığınız şey, ahlakınız Kurandı ve O adımlarınızı takip ederek ulaşabileceğimiz ilahi devriminin yol haritası ve bir hidayet kaynağıydı. O insanoğluna Allah Tebarek ve Teala’ nın katından sizin rehberliğinizde gönderilen en büyük hediye ve en büyük yaşam kaynağıydı. O’nun emir ve yasakları bizlere hayat bahşediyordu. O’nu şahsımızda ve toplumsal yaşantımızda hakim kılmak için elimize aldık ve düsturlarını ise yürekten bir bağlılık ve sadakat ile muhafaza etmeye söz verdik. İşte o gün bu gündür yüreklerimizin susuzluğu, yangını, hasreti ve çoraklığı; berekete, feyze ve nura dönüşmüştü. O gün bu gündür binlerce Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali aynı safta namaza durmakta ve aynı cephede cihada devam etmektedir. Ey teselli dergahımız! Ama Kuran ve varisleriniz ile tanışıklığımız sizin düşmanlarınız ve şeytan ile dostlarını rahatsız etmiş olacak ki belalar yağmur gibi üzerimize gelmeye başlamış, zalimler ve hainler var güçleriyle üzerimize yürümüşlerdi. Lakin yılmamıştık, yıkılmamıştık zira Sizi ve ashabınızı iyi tanımıştık. Artık Yasir’ lerimizin ve Sümeyye’lerimizin haddi hesabı yoktu, yüzlerce Hüseyin, Bilal, Ammar, Süheyb, Habbab, Meryem, Asiye, Hatice, Ayşe, Fatıma ,Zeynep, Nesibe ve Sümeyra’larımız vardı. Aynı zamanda Rabbimize sözümüz vardı ne pahasına olursa olsun bu mücadeleden geri durmayacağımıza savaş meydanlarından ökçelerimiz üzerine geri dönmeyeceğimize dair. Biz sizin gösterdiğiniz yol ve yüce amaçlar için son nefesimize kadar cihad etmeyi ve bu uğurda şehadet şerbeti içmeyi canımıza minnet bilenlerdendik. Bizler yanmak pahasına bu ateşten gömleği giymeyi, ashab-ı uhdud gibi ateşten hendeklerde fenafillaha ermeyi seçenlerdendik. Ne şikayetimiz vardı boynumuza asılan prangalardan ve ellerimizi bağlayan kelepçelerden, nede korkumuz vardı kuytu ve karanlık dehlizlerden. Bizim tek endişemiz taşıdığımız isimlerin hakkını verememek ve insanların yüreklerine ve iliklerine kadar işleyecek cehennem ateşindendi. Bizim tek korkumuz 21.yüzyılda size kardeş olma bahtiyarlığına erememekti. Bizleri kardeşiniz olma bahtiyarlığından mahrum etmeyin efendim. Bizleri Bahtiyar kılın ya Habiballah! 

Evet ya Resulallah! dua silahı ve mücadele azmi ile kuşanan bizler Allah’ın inayetiyle ve ayaklarımızı sabit kılmasıyla sözümüzde duracak ve devr aldığımız bu bayrağı sonsuza dek yere düşürmeyeceğiz inşaallah. Bu iman ve mücadele ile kuşanmış olmamızdan dolayıdır ki nice Müslüman topluluklar soykırımdan geçirilmiş, nice Alimler ve Müslüman rehberler bu uğurda seve seve canlarını feda etmişlerdir. Nice genç ve dava eri göğüslerini gere gere her türlü işkence ve baskıya karşı koymuş, nicesi de ömürlerini zindanlar da geçirmişlerdi. Ne ciğerpareler, ne İsmail’ler kurban etmiştik bu kutlu sevda uğruna. Kim bilir kaçıncı Hüseyin’imiz idi cansiperane şekilde bedenini İslam’a ve Kurana siper eden, kaçıncı Sait idi zalimlerin karşısında hakkı haykırdığı için, bin başım olsa hepsini hizmet-i İslama ve Kurana feda ederim dediği için ömrünü Yusuf-i zindanlarda geçiren veya bir darağacında canını İslam’ın ve insanlığın aydınlık geleceğine armağan eden. Saymak ne mümkün ey sevgili! saymak ne mümkün ey Nebi! Mübarek şahs-ı manevinize şu söylediklerimiz ne serzeniştir, nede sitemimizdendir. Belki de bu bahtiyarlığımızı sizinle ve yanınızda bulunan ashabınız ve şehitlerimizle paylaşmak istediğimizdendir. Ey başımızın tacı! Ey gönüllerimizin sultanı ve ilacı!. Yoksa ümmeti! ümmeti! diyerek Rabbinden bizler için kurtuluşu dileyen gözümüzün ve gönlümüzün nuru size yani yol meşalemiz Peygamberimize Ana da, Baba da, Evlat da kurban edilir, serden de geçilir, yardan da. Sizin öğretiniz için mal ve makamdan vazgeçmek ise en büyük bahtiyarlık, zenginlik, şeref ve şandır. Sizin kurtuluş cephenizde binlerce Said, Hüseyin ve Selahaddin fedadır efendim! fedadır.

Sonsuz kerem, ihsan ve lütuf sahibi olan Allah’tan dileğimiz ise yeryüzünün tüm mustazafları ile beraber Kuran ve Sünnet ikliminde bir ömür yaşamayı, Havz-ı Kevser’in başında Sizinle sohbet etmeyi ve Sizinle birlikte Rabbimizin Cemallerini seyretmeyi nasip etmesidir.

SELAM VE DUA İLE

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.