Çevremize yeterli güveni verebiliyor muyuz?

İnsan ve toplumlararası ilişkileri başlatan, devam ettiren ve yönlendiren temel etken tarafların birbirlerine olan inanç ve güvenleridir. İnsan ve toplumların güvenini kaybedenlerin toplumlara verecekleri bir şeyleri kalmaz ve toplumların onlardan bir beklentileri de olmaz.  Siyasi, ekonomik,  maddi ve manevi tüm değerler de böyledir. 

Bir marka piyasada hemen tutunmaz. Tutunması, için insanların onu alması, ondan memnun kalması ve beklentileri karşılaması gerekir. Bunun gerçekleşmesi için uzun uğraşlar ve zaman gereklidir. Piyasada bir tuttu mu da gerisi gelir. İnsanların mal alırken o markanın ismini veya logosunu görmeleri yeterlidir. Bunun için ‘güven kaybedeceğime para kaybederim’ sözü işin ehli esnaf için bir ilkedir. 

Toplumları arkasından sürüklemek; söyledikleri ve yaptıklarıyla tutarlı, emin, güvenilir olmaktan geçer. Bunun için insanların güvenini kazanma, beklentilerine cevap verebilme ve umut olma liderliğin olmazsa olmaz vasıflarındandır.  Böyle bir liderin arkasından insanlar seve seve ölüme giderken maddi ve manevi her şeylerini feda etmekten çekinmezler.

İdeolojive fikirler; taraftar ve müntesipleriyle vardır. Taraftar ve müntesiplerinin olmadığı bir din ve fikir o an için ölmüştür. 

İslam dini güven ve eminliğe büyük önem vermiştir. Güven ve eminliği dinin temellerinden saymıştır. Peygamber aleyhisselam, Mümin, müminin elinden ve dilinden emin olduğu kişidir, diye tarif etmiştir. Güven ve eminliğin zıddı olan yalan söyleme, sözünde durmama ve emanete ihaneti münafıklığın alametlerinden saymıştır. 

Peygamberimiz aleyhisselam, bırakın kendisine iman edenlerin güvenini kazanmak,  düşmanlarının dahi güvenini kazanmıştır. Mekke’de ‘Muhammedül Emin’ diye isimlendirilmiş, hicret ederken kendisine emanet bırakılan eşyaları teslim etmesi için Hz Ali’yi görevlendirmiştir. Düşmanlarıyla ilgili söylediği beddua ve sözlere düşmanları dahi itimat etmiş,vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında aleyhte söyleyebilecekleri bir söz ve fiil bulamamışlardır. Bu güven ve eminlik sayesinde insanlar her şeylerini İslam’a feda etmiş, aynı anne-babadan olma kardeşlerine karşı savaşmışlardır. Peygamber aleyhisselam kendi aleyhine de olsa lehine de olsa doğruluktan ayrılmamıştır. Davasını yaymak için bırakın yalan ve hileleri insanlarda oluşabilecek yanlış anlaşılmalara dahi izin vermemiştir. 

Resûlullahaleyhisselamın oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün güneş tutulur. Halk: Güneş İbrahim’in ölümü sebebiyle tutuldu, der. Bunun üzerine Resûlullahaleyhisselam: “Güneş ile ay, hiç kimsenin ölümü ya da doğumu sebebiyle tutulmaz. Böyle bir durumla karşılaştığınızda namaz kılın ve Allah’a dua edin” diyerek bir yanlış anlaşılmadan dolayı kendisine karşı olacak teveccühün olmasını istememiştir.

Had cezası uygulanmak sureti ile eli kesilmek üzere olan kadın için aracı olmak isteyen Usame bin Zeyd’e Allah Rasulu (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Vallahi kızım Fâtıma dahi olsa elini keserim” buyurarak adaletten asla ayrılmayacağını belirtmiştir. 

Bu doğruluk ve adalet, sadece kendisiyle sınırlı kalmamış, ashabına da sirayet etmiştir.

Hayber hurmalarını paylaştırmak için giden Abdullah b. Revâha, mahsulü tahminleyip ikiye böldükten sonra, istedikleri bölüğü almakta Yahudileri serbest bırakır yahut onlara:

“Siz tahminleyip bölünüz, birisini almakta beni serbest bırakınız” derdi.

Buna rağmen, Yahudilerin Abdullah b. Revâha’ya:

“Bize haksızlık ettin!” diyecek kadar ileri gittikleri olur, Abdullah b. Revâha:

“İsterseniz, bize düşen sizin olsun! Size düşen de bizim olsun!” diyerek olgunluk gösterirdi.

Yahudiler, kadınlarının zinet takıntılarını toplayıp Abdullah b. Revâha’ya:

“Bunlar senin olsun da, bize bölüştürmede iyilik et! Göz yum!” dediler.

Abdullah b. Revâha: “Ey Yahudi cemaati! Vallahi, siz bana Allah’ın yaratıklarının en sevimsizi ve iğrencisinizdir! Sizin bana teklif ettiğiniz ücret, bir rüşvettir. Rüşvet ise haramdır! Biz onu ağzımıza koymayız, yemeyiz!” dedi. Yahudiler; “Gökler ve yer durdukça, hak ve gerçek olan da budur!” diyerek, rüşvetin kendilerince de haram olduğunu itiraf ettiler.

Bu doğruluk ve hakkaniyet sayesinde İslam dini siyasi ve askeri alanda kay kaybetme ve yenilgi üstüne yenilgi aldığı dönemlerde dahi insanlar İslam’a koşmuş, Kur’an ve Peygamber aleyhisselamın öğretilerine sarılmışlardır. Eğer bugün insanlar İslam ve Müslümanlara güven duymuyor, fevç fevç İslam’adâhil olmuyorlarsa bu, Müslümanların üzerlerine düşeni yapmadıklarından kaynaklanmaktadır. 

Allah bizi dost ve düşmanın güvendiği, itimat ettiği şahsiyet ve toplumlardan eylesin.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.