Çınar Yolunda Aziz Bir Şehid

Çınar Yolunda Aziz Bir Şehid

Kıymetli okurlarımız, bu ay sizler için Diyarbakır Çınar yolunda (14 Aralık 1993) hainlerin kurşunlarına hedef olan şehid Muhsin Musillioğlu'nun anne ve babasıyla konuştuk.

“Ey Muhsin tarifler az gelir sana…” diye çalarken ezgilerimiz, kimdir dedik bu yiğit şehid? Merak ettik, etmeliydik... Değil miydi ki; onlar yolumuzun ışıkları, geçmişten günümüzde rayihalar savuran lalelerdi...

Herkesin bir kahramanı vardı ya, bizim de kahramanımız şehidlerdi. Onlardan ilham alıyor, onlarla tanıyorduk kendimizi... Cesaret, sebat, ihlas ve takva onlarla mücessem olmuş, mücadeleleri kanlarıyla işlenmişti tarihin sahifelerine... İyi ki varlar, dedik ve iyi ki tanımışız o mübarekleri...

Kıymetli okurlarımız, bu ay sizler için Diyarbakır Çınar yolunda (14 Aralık 1993) hainlerin kurşunlarına hedef olan şehid Muhsin Musillioğlu'nun anne ve babasıyla konuştuk.

Evet, anlatmaya çekinen ve duygulanan annesi Zekiye Hanıma dediğimiz gibi: Anlatalım şehitlerin hayatlarını; gençlerimiz tanısın, rehber edinsin, hayatlarına şehadetlerin bereketiyle doğru bir yön versin... Anlatalım, anlayalım ve tanıyalım bu aziz evlatları!

Şimdi söz Şehid Muhsin'in değerli annesi ve babasında...

Bize yaşadıklarınızdan kısaca bahseder misiniz?

Annesi Zekiye Hanım: Nasıl anlatsam kızım, şehirden şehre, köyden köye gezdik... O zamanlar fazla hatırıma gelmiyor. İlk olarak Diyarbakır'ın bir (Xerabreşk) köyüne gittik. Ondan sonraki iki köyden sonra beyim maaşlı imam oldu. Bir kaç sene sonra ilk oğlumu evlendirdik. Altısı erkek yedi çocuğum oldu. Muhsin ikinci çocuğumdu.

Babası Molla Ubeydullah: 1971 yılında Mardin'in Derik ilçesinin Meşeli köyünde imamlığa başladım. Bir sene kadar fahri imamlık yaptım. O köyde cami yoktu, bir cami yaptırdık. 1973 yılında imamlık imtihanına katıldım. O zaman diyanetin medrese hocalarına karşı mesafeli duruşu vardı. Bir nevi medrese imamlarını sevmiyordu. Allah-u Teâlâ kısmet etmişti; imtihanları geçtim ama beni başka bir köye verdiler. Orda bazı problemler yaşandı... Kimse camiye gelmiyordu, İslami yaşam yok denecek kadar azdı. Hatta bir sabah beni taşladılar. Ne kadar mücadele ettiysem de faydalı olmadı. Sonra başka bir köye gittik. Orda da bir cami yaptırdık. Orada güzel bir imamlık hayatım oldu... Daha sonra Diyarbakır'a taşındık...

“TEK BAŞINA YEDİ PKK'LIYA KARŞI GELDİ”

Allah şehadetini kabul etsin. Biraz oğlunuz şehid Muhsin'i anlatır mısınız?

Annesi: Şehid Muhsin bizlere karşı çok iyiydi, akıllıydı, edepliydi. Hatta komşular şöyle derdi; “Muhsin babasıyla yürürken ne önünde ne arkasında, aynı hizada yürüyor.” Özellikle babasına karşı çok edepliydi. Babasıyla aynı sofrada iken doymadan kalkardı. Sonra mutfağa gider tekrar yemek yerdi.

İslami cemaatle tanışmadan önce PKK sempatizanıydı. Bir gün babasıyla tartıştı ve Fethiye'ye gitti. Bizim haberimiz yoktu, sonradan öğrendik. Orada akrabalarımız vardı. Dört beş ay sonra eve döndü ve ne olduysa, o düşüncesinden vazgeçmişti. Sonra İslami cemaate katıldı ve son nefesine kadar hizmet etti...

Muhsin çok cesurdu. Bir gün bizim evimizi PKK'lılar bastı. Muhsin tek başına yedi kişiye karşı geldi. Allah'ın izniyle Muhsin vesilesiyle ölümden kurtulduk, çünkü onların acıması yoktu.
Bir ara evimize PKK'dan kaçan biri geldi. Ve bizde altı ay kaldı. O zaman Muhsin'i tanımıştı. Daha sonra bu kişi PKK'ya tekrar katılmış. Ve bir gün bir yetkili Muhsin'i öldürme planı yaparken ona demiş ki “Vallahi siz onun hakkından gelemezsiniz. Ben onlarda altı ay kaldım, Muhsin kahvaltıda beş soğan ve bir sürü yumurta yerdi.” Mürted örgüt, onu iyi tanır ve ondan korkardı.

Babası: Oğlum, 1973 yılında Bozok köyünde doğdu. Diyarbakır'da İmam Hatip Lisesi'ne gönderdim. Çok cömert ve çok cesaretliydi. Oğlum olduğu için söylemiyorum, gerçek neyse onu söylüyorum. Hatta okuldan şikâyet geliyordu. Haksızlık yapanların karşısında duruyor, onları dövüyor diye... Okuldan eve geldiği vakit, eğer ben evde değilsem onun cemaati benimkinden daha çoktu. Yani gençler onu çok seviyorlardı. Beşeri ilişkisi çok iyiydi. Çocuklarımın arasında bana ve annesine karşı en saygılı en hürmetkâr oydu.

Cemaatine karşı da çok itaatkârdı. Hatta bir tane kardeşimiz “Muhsin'i bize verseler yeter!” deyip onun itaatini, bağlılığını ve samimiyetini belirtiyordu.

“ANNE BEN HAYATTA OLDUĞUM SÜRECE KORKMA”

Şehid Muhsin'in manevi hayatı nasıldı?

Annesi: Oğlum namazında niyazında biriydi. Özellikle misafirlere çok hizmet ederdi. Bunu duyanlar “Bizim evin erkekleri sofra yerde yıllarca kalsa da kaldırmazlar, ama Muhsin misafirlerin hizmetini görüyor” derlerdi. Ama Muhsin iş, çalışma hayatında çok becerikli olmamasına rağmen misafirlere ikram eder, çok güzel ağırlardı.

Çocuklarımdan bize karşı en hürmetkâr oydu. Gelir elimizi ayağımızı öper, masaj yapardı. Bana çok düşkündü ama babasından çok utanırdı. Onun yanında pek konuşmazdı.

O dönemler harpti sanki. Apocular nerde bulsalar, çoluk çocuk demeden İslami şahsiyetleri öldüreceklerini söylüyordu. Suçsuz, sebepsiz bize sataşıyorlardı... (Zekiye Teyze burada, o dönemde uzun uzun ibadete vaktin olmadığını, daha çok harp gibi olan o dönemde İslam'ı ve Müslümanları fiili savunma durumunda olduklarını kastediyor.) Akşamları hiç bir şekilde ışıkları açamıyorduk. Hatta pencerelerin önüne döşeklerimizi koyuyorduk.

İşte böyle kızım... Gitti ve biz onu unuttuk! (Biraz durakladıktan sonra) Unutulur mu? Boyu posu hala gözümün önünde. Yine de çok şükür, Allah'a hamdolsun... Yolu güzeldi, doğruydu. Ve Allah onun şehadeti hürmetine belki bizi affeder...

Bir kadın geldi bana dedi ki, “Bu akşam Gürco köyünü PKK'lılar basacak ve kim var kim yoksa öldürecekmiş.” Ben ağlamaya başladım. Muhsin geldi ve niye ağladığımı öğrenince “Anne! Ben hayatta olduğum sürece korkma” demişti... Gitti oğlum, gitti! Allah hayra döndürsün, ne diyeyim...

Babası: Namazlarına çok dikkat ederdi. Elhamdülillah o konuda çok hassastı. Bir seferinde fakir bir aile ekin ekmeye giderken, kendileriyle ekmek su götürmüşlerdi. Muhsin annesine gelip “Anne yiyecek erzakları yok, hazırla götüreyim” demişti. Şefkatli ve yardımsever biriydi.

O zamanlar karışık ve tehlikeli bir dönemdi. Hem köyün hem de evimizin nöbeti tutulurdu. Muhsin de benim ve evin nöbetini tutardı. Nöbetçilere saat 12'de yemek veriyorduk. Bir gün Muhsin, erkek kardeşine “Sen saat 12'de falan falan yemeği yap, hazır olsun” demişti. Kardeşi de uykuya dalmış. Muhsin de yemeğin gelmediğini görünce gidip annesine “Anne Lokman'ı damdan aşağı atayım mı? Baksana bir kere ona nöbetçilerin yemeğini teslim ettim, o ise uyudu kaldı” deyip latife yapmıştı. İşine sadık ve bağlıydı, hizmetkârdı...

Bir dönem birkaç genç kızdan mektup aldım. “Seyda, beni oğluna iste” diyorlardı. Ben de bunu ona arkadaşları vasıtasıyla ilettim. Kendisi şöyle demiş: “Hele bakalım Allah ne kısmet eder; benim evlenmem bu dünyada mı öbür dünyada mı olur? Şu anda evlenmeyi düşünmüyorum.”

Bir gün kamyonla taziye ya da düğündü, tam hatırlamıyorum, yola çıkmıştık. Tabi Karacadağ'ın hemen hemen bütün gençleri kamyondaydılar. Ben de ordaydım, kasada oturuyorduk. Şehid Ahmet de vardı, Allah şehadetini kabul etsin, şefaatlerinden mahrum etmesin. Ahmet Muhsin'e “Haydi gel güreş tutalım” dedi. Kamyonun içinde! Muhsin dedi “Abi olur mu, etme eyleme, ayıptır.” Ahmet ısrar edince Muhsin “Tamam ağabey! O zaman gel sen önce benim ayaklarımı yerden kaldır, sonra güreş tutalım.” Ahmet ne yaptı, ne etti bir türlü Muhsin'in ayağını kaldıramadı. “Sen ne yaptın? Hakikaten seni oynatamıyorum ya hu!” deyince Muhsin “İşte sen böylesin, bir de benimle güreş tutmak istiyorsun. Ben seni tek başıma kahvaltıda yerim” deyip şakalaşmışlardı. Muhsin böyle güçlü kuvvetli bir çocuktu...

“İŞARET PARMAĞI HAVADAYDI, NE YAPTIYSAK İNMEDİ”

Peki, şehadeti nasıl oldu ve siz nasıl öğrendiniz?

Annesi: Oğlum Çınar'a gitti, babasının maaşını ve eve eşya almaya... Ama dönmedi Muhsin. Onlara Çınar yolunda saldırmışlar. Molla Hamdullah ile Muhsin'i vurmuşlar. Hemen akşam gidip traktörle onu getirdiler. Ben öyle öğrendim. Büyük abisi evde yoktu, diğerleri de küçüktü zaten... Büyük abisi o zaman Ankara'daydı. Onu bir akrabası arayıp “Muhsin'i öldürdüler, dikkat et seni de öldürürler” demiş. Abisi dedi ki “Anne sanki bu ev benim başıma yıkıldı. Dizlerimin bağı çözüldü. Sonra bir ses geldi sanki. Bir şey olmaz üzülme, Muhsin şehid oldu, dedi...” Anlatamam kızım, ben onun derdini...

Babası: 3 aydı maaş almamıştım o zaman... Şehid olduğu akşam da dersimiz vardı. Bana dedi ki “Baba sebzemiz, yeşilliğimiz bitti gidip almamız lazım.” O dönem can güvenliği olmadığı için ben de gitmesini istemedim. Ama o da ısrarla gitmek istediğini söyledi. Muhsin de mürted örgüt tarafından bilinen ve aranan biriydi. En sonunda bana “Baba bir düğün konvoyu Çınar'a gidiyor. Benle bir ağabey de arkalarından gideceğiz, böylece kimse bizi tanımaz. Gider sebzemizi, meyvemizi alıp geliriz.” dedi.

Çok ısrar edince biz de gönderdik. Muhsin ile arkadaşı Çınar'ın her tarafını dolaşıyorlar. Şehid Fikri vardı, Allah rahmet eylesin, Muhsin'i görünce “Sen nasıl buraya silahsız gelirsin? Dönüşte yolunuz kesilebilir” deyip savunma amaçlı iki tane keleş veriyor. Sonra Muhsin, Allah şehadetini kabul etsin Molla Hamdullah ile karşılaşıyor. Molla Hamdullah ona “Arabaya benzin doldur, ben de sizinle geleyim. Ne zamandır babanı görmemişim, sabaha kadar sohbet ederiz, ben sabah eve dönerim” diyor. Ve üçü beraber yola koyuluyorlar. Kış mevsimidir ve saat 7'ye (19:00) geliyor.

Mürted örgütten bir kişi bunları görünce hemen gidip örgüte haber veriyor. Dilaver köprüsüne gelince yolları kesiliyor. Köprüde yüz yirmi kişi yoldan geçen bütün arabaları durduruyorlar ve Muhsin ile arkadaşlarını bekliyorlar. Bu sırada yanlarındaki arkadaşı “PKK bizim önümüzü keserse ne yapacağız?” diye soruyor. Muhsin de “Merak etmeyin ben sizi korurum. Siz arabadan inin ve indiğiniz yerde yerleşip onlarla mücadele edin, ben de ineceğim” diyor. Saldırıdan yara almadan kurtulan arkadaşı daha sonra olayı şöyle anlattı: “Hava sisliydi. Kendimizi aniden mürted örgütün içinde bulduk. Zaten biz önceden planımızı yapmıştık. Molla Hamdullah onları görür görmez köprüden atlamayı düşünmüştü. Biz onları görünce Hamdullah ile kendimizi köprüden aşağı attık.”

Arabada tek kalan Muhsin'e mürted örgütten biri yaklaşıp kimlik istiyor. Muhsin ise silahla karşılık verince tedirgin oluyorlar. Karşılıklı çatışma başlıyor. Bu sırada benim daha önce hastalandığında yardım ettiğim bir adam, önce şarampolde Molla Hamdullah'ı şehid ediyor. Sonra arabadan inen Muhsin'e bir kurşun sıkıyor. Kurşun çenesinden girip başının ortasından çıkıyor.

Biz de o gece bir arkadaşın evinde ders yapıyorduk. Sohbetimiz daha bitmeden arkadaşı aniden içeri girdi. Ama nasıl bir halde! Kirpiklerine kadar çamur içinde... “Hayırdır oğlum?” dedik. O da olayı anlattı ama Muhsin ve Hamdullah'a ne olduğunu bilmiyordu. Ben de ona “Eğer onlar kaçırıldıysa vallahi seni affetmem” dedim. O ise başka çaresinin olmadığını söyledi ve ağlamaya başladı. Tabi o da görevini yapmıştı. Neyse arkadaşlar olay yerine gittiler. Israrıma rağmen beni götürmediler. Bakmışlar ki, arabanın farları hala yanıyor ve yerde bir ceset var, başka kimse yok. Tekbir getiriyorlar, kimse çıkmıyor. Askerler de olay yerine geliyorlar ve bir komutan -dindar birisiydi herhalde- Muhsin'i görünce ağlamaya başlıyor ve “Vallahi hiçbiriniz şehid değilsiniz. İşte şehid budur. Şehid görmek isteyen gelsin buna baksın!” diye bağırıyor.

Sonra traktörle Muhsin'i getirdiler. İşaret parmağı havadaydı, ne yaptıysak inmedi. Onu o şekilde mezara yerleştirdik. Şehit düştüğünde daha 18 yaşındaydı.

Şehadetini öğrendiğiniz andaki duygularınızı bizimle paylaşır mısınız?

Annesi: Nasıl olsun kızım, ben yıkıldım zaten. 3-4 ay yatakta kaldım. Bir gün rüyamda yeşil elbiselerle gördüm onu. Bana “Yade!” (anne) dedi. “Efendim oğlum” deyince “Anne ben geldim” demişti. Saçları ıslak ve taralıydı. Sonraları çok defa rüyamda gördüm onu.

Babası: Tabiî ki bir baba olarak üzüldüm. Annesine “Sen artık şehid annesi oldun sana müjdeler olsun” dedim. Tabi içim yanıyordu. Yalnız, diğerlerinin etkilenmemesi için güçlü duruyordum. Hani diyorduk ya bu yolda ölüm var, şehadet var, mahpusluk var... Her sohbetimizde bunları anlatıyorduk o zaman. Mümkün mertebe acımı fark ettirmemeye çalıştım, elhamdülillah. Hatta taziyemize gelenler, benim babası olduğumu bilmiyorlardı. Ben ve annesi her zaman şükrediyoruz. Rabbim şefaatinden bizleri ve sizleri mahrum etmesin...

Âmin… Son olarak ne söylemek istersiniz?

Annesi: Allah sizden razı olsun. Biz hep şükrediyoruz, ya kötü bir yolda olsaydı? Nihayetinde gittiği yol iyiydi, güzeldi ve şehid oldu. Bu anlamda asla pişman değiliz. Sizleri de Allah'a emanet ediyorum.

Babası: Rabbimden, nice şehitler verdiğimiz bu yolda var gücümüzle çalışmayı, Müslüman camiaya karşı mahcup olmamayı diliyorum... Allah sizlerden razı olsun...

Röportaj: Hacer Sara Arslan / Nisanur Dergisi - Ocak 2016 (50. Sayı)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler