'Darbe Mekaniğinin' sac ayakları

“Darbe mekaniği” sözünün, patent olarak Öcalan'a ait olduğunu biliyoruz.

29 Kasım 2014'te İmralı'dan dönen HDP heyeti, Öcalan'ın “mekanik” kavramı üzerinden “4-5 ay içinde çözüm geliştirilmezse darbe olur” açıklamasını aktarıyordu.

Burada;

Öcalan'ın kerameti kendinden menkul “samimi” uyarıları mı nüksetmişti?

Mayıs-2013'te baş gösteren Gezi, ardından 6-8 Ekim kalkışmasıyla “Paralel” boyutlara varan gizemli mekanikten kavram mı aşırmıştı?

Her türlü esrarengiz ekipler için yolgeçen hanına dönüşen İmralı'da kulaklarına bir şeyler mi fısıldanmıştı?

Yoksa hükümet kendi istedikleri şekliyle “çözüme” yanaşmazsa “mekaniğin” içerisine dâhil olmakta sakınca yoktur diye örgütüne işaret mi vermişti?

Bu husus, hala irdelenmeye muhtaç bir “Öcalan mekaniği” olarak ortada dururken, “mekanik buluşun”, Öcalan'ın Fetullah grubuna zeytin dalı uzatıp bu grubu “İşbirliği yapılabilecek Ortadoğu'nun en büyük STK'sı” yönünde “çözümlemelere” yeltendiğinin epey sonrasına denk gelmesi açısından da hayli önemliydi.

***

Öcalan'ın kulaklarına “mekanik üflemesi” yapılırken başta Suriye olmak üzere Ortadoğu'da hızla süren dizayn çabalarında Türkiye'nin geleneksel müttefikleriyle arasının bozulduğu, ittifaktan ihtilafa savrulduğu bir dönem yaşanmaktaydı.

ABD başta olmak üzere “Suriye'nin Dostları” grubu, Suriye özelinde farklı bir paradigmaya yönelmiş, bu farklı yönelim, Türkiye'nin tüm nevzuhur tezlerini alt üst etmişti.

2013 ile beraber partnerler arasında başlayan Suriye ve Ortadoğu ayrışması, Ak Parti hükümetini/CB Erdoğan'ı ABD ve Batı için çekilmez bir hale sokarken, Tayip Erdoğan'ın “Dünya beşten büyüktür” sözü ile formüle edilebilecek tavrı, ABD/Batı'ya karşı meydan okumanın “mekaniğine” dönüşmüştü.

Türkiye'de bugün son halkasını “15 TEMMUZ” girişimiyle müşahede ettiğimiz sürecin yol taşları tam da bu dönemde yani 2013'te döşenmeye başlanmıştı.

Beyaz Türklerin aniden baş gösteren homurdanmaları;

New York'ta BDP temsilciliğinin açılması ve Demirtaş'ın davet edildiği Kürt çalıştayı;

S.H.Müftigil'in ses kaydında ifşa edildiği üzere bu çalıştayda FETÖ'nün rolü;

FETÖ-PKK arasında açığa çıkmaya başlayan kirli ilişki;

Birden zuhur eden Kemalist-Apoist ittifakı vs…

Bu şekilde kartlar karılıp ilginç ittifakların kurulmasının, FETÖ'nün tek başına giriştiği Şubat-2012 MİT'e darbe girişiminin sonrasına denk geldiğini de belirtmiş olalım.

Saflar bu denli sıkıca örülürken 2013'ün henüz ilk yarısında patlak veren “Gezi isyanı”, darbe zincirinin ilk fiili sac ayağını oluşturuyordu.

Gezi'nin kısa süre sonra sönerek başarısızlığa uğraması, bir müddet sonra 17/25 Aralık darbe girişimini darbenin bir başka sac ayağı haline getirmekteydi. 

Gezi ve 17/25 darbe girişimleri “Darbe mekanikçilerine”, sadece Türkiye'nin batısıyla bu işin gerçekleşmeyeceği, hatta çapulculardan darbeci devşirmenin imkânsız olacağı noktasında bir tecrübe kazandırmış olmalıydı. “Mekanizma” daha da genişletilmeli, doğudan batıya uzanan fay hattındaki tüm kırılgan yapılar bu mekanizmaya dâhil edilmeliydi.

Bu tecrübeden sonra FETÖ ile PKK arasında alttan alta kurulan “örgütler arası diyalog” köprüsü alenileşmeye başladı. İlişkilerin boyutu arttıkça Öcalan'ın “Dinamik bir sivil toplum kuruluşu” dediği ve “İşbirliği yapıldığı taktirde Türkiye daha kolay  DEMOKRATİKLEŞTİRİLEBİLECEK” dediği FETÖ örgütü ile darbeye gidecek sürecin en sağlam temelleri atılmaya başlanıyordu. Kurulan bu kirli ilişkilerden sonra KCK'nin “süreç” konusunda cazgırlıklara başlaması, ilişki sürecinin ilk meyveleri olarak piyasada boy gösteriyordu.

***

Hükümet, Gezi ve 17/25 FETÖ kalkışmasını “darbeye hazırlık” babından okumasını bildi. Gezi'yi bastırmayı başarırken 17/25 FETÖ girişimini ise sadece pansuman denecek yöntemlerle idare etmeye çalıştı.

Emniyet, yargı ve bürokratik kademelerdeki FETÖCÜ tüm azgın militanları “Doğu'ya” sevk ederek merkezden uzaklaştırmakla yetindi. Oysa “Doğu'ya” sevk edilen azgın militanlar, zaten PKK ile kurulan “dostluk köprüsünü” daha fazla tahkim ederek darbeye gidecek sürecin rüzgarlarını bu kez “Doğu'dan” estirmeye yöneldiler.

Türkiye'deki devlet aklının kronik hastalığı olsa gerek, Ankara-İstanbul merkezli darbeci girişimlerin mahiyetini tez elden kavrayabilirken, bu tür girişimlerin “Doğu'dan” da, örneğin Diyarbakır'dan da tezgâhlanabileceğini bir türlü kavrayamıyor ve halen de kavramış gibi görünmüyor. Oysa darbe girişimlerine zemin hazırlama amaçlı batıda tezgâhlanacak toplumsal olayların doğuya sarkma ihtimali pek fazla yokken, doğuda sahnelenecek kaos dalgasının batıya pekala sarkabileceği gerçeği herkesin malumudur.

***

Darbeye giden süreçte Gezi görüldü, 17/25 Aralık görüldü. Oysa görülmesi gereken başka darbeci atılımlar da vardı.

Devlet/FETÖ destekli 6-8 Ekim kalkışması, darbeye uzanacak süreç bakımından ne Gezi'den, ne de 17/25'ten geri kalan bir yanı yoktu, belki fazlası vardı.

FETÖ'nün topun ağzına alındığı şu dönemde bile bir devlet geleneği haline gelen geçmişin tüm karanlık uygulamalarının bu kez FETÖ üzerine yığıldığı şu dönemde bile 6-8 Ekim ve benzeri komplolarda FETÖ parmağının aranmıyor olması kasıtlı değilse eğer, devletin doğuda cereyan eden hadiselere “vakayı adiye” gözüyle bakış geleneğinden kaynaklanmaktadır.

Oysa 6-8 Ekim vahşet kalkışması, darbeye zemin hazırlamak amaçlı FETÖ-PKK ilişkisini içerdiği kadar, bugünlerde sıkça sorulan “darbenin siyaset ayağı nerede” sorusuna da ışık tutacak nitelikler barındırmaktaydı. Hatta belki kimileri için şaşırtıcı olacak, ama söz konusu vahşet kalkışmasında ve sonrasında Cizre'de daha belirgin hale gelen FETÖ destekli diğer kalkışmada darbenin Ak Parti içerisindeki siyaset ayağı tüm benliğiyle yer almaktaydı.

Cizre'de 27 Aralık 2014'teki imha amaçlı saldırılarda daha belirgin bir hal alan Ak Parti içerisindeki siyaset ayağı, KCK ile her türlü kirli ilişkiye girmekte herhangi bir sorun görmeyen dönemin Şırnak Valisi Hasan İPEK üzerinden yürütüldü veya Hasan İPEK siper edilerek siyaset ayağı gizlenmeye çalışıldı.

Düşünebiliyor musunuz, hükümetten emir alan bir vali, tek başına Şırnak'tan Cizre'ye geliyor, KCK sorumlularıyla görüşüyor, hemen akabinde KCK'lılar Hüda Par teşkilatına ültimatom veriyor, aynı gece PKK'nin dağ kadrosu yüzlerce kişi ile ilçede yığınak yapıyor, güvenlik güçleri sokaklardan çekiliyor ve akşamdan sabaha kadar en ağır silahlarla belirlenen evler ateş altına alınıyor.

Vali ise sabah saatlerinde bile saldırılardan haberinin olmadığını ekranlarda utanmadan açıklayabiliyor. Bu durumu gündeme getirip üyelerinin bilinçli bir şekilde katliamdan geçirilmeye çalışıldığını belirten Hüda Par ise, dönemin başbakanı Davutoğlu'nun danışmanı HE tarafından “çatışmalardan rant sağlamakla” suçlanıyor.

Merkezden emir almadan tuvalete bile gidemeyen Vali'nin durumu ortadayken hiçbir işlem yapılmıyor, resmen korunmaya alınıyor, sular durulunca da merkeze alınarak dinlenmeye çekiliyor.

Hatta şunu da belirtelim, o dönemde bu tür pis hesaplar sadece Şırnak valisi üzerinden yürütülmüyor. Hükümete bağlılıkları şüphe dahi götürmeyen Ankara'nın kudretli bürokratlarından kimileri de tıpkı vali gibi KCK sorumluları ile görüşüyorlar.

***

Yine 6-8 Ekim kalkışması bu açıdan daha fazla irdelenebilecek özellikler taşıyor. Gerek devlet kılığına giren FETÖ'nün PKK üzerinden sahnelemeye çalıştığı kaos ortamı, gerekse darbe ortamına dönük planlamalarda FETÖ-PKK işbirliğine dayalı kaos rüzgarına göz yuman Ak Parti içerisindeki “siyaset ayağı” hala irdelenmeyi bekleyen önemli bir hazine olarak önümüzde duruyor.

6-8 Ekim olaylarını hatırlarsınız. FETÖ'nün “Hüda Par'ın önü mutlaka kesilmeli” stratejisinin PKK'nin kuyruk acısıyla birleştiği noktayı herkes kavrayabilir. Ama D.Bakır valisinin “şehid vermemek” bahanesiyle kolluk güçlerini sokaklardan çekmesi ve bunu övünerek açıklaması, bu kalkışmanın sadece FETÖ-PKK ilişkisiyle sınırlı olmadığının en büyük kanıtı niteliğini taşımaktaydı.

Peki dönemin Davutoğlu hükümeti ne yaptı?

Hiçbir şey!

Sadece kamuoyunda oluşan baskıyı dengelemek adına ancak bir hafta sonra Devlet/FETÖ/PKK vahşetinin sembolü haline gelen Yasin'in adını telaffuz edebildiler.

Bu dönemde FETÖ'nün “Erdoğan'sız bir Ak Parti'ye razı olduğu” gerçeğini, Pelikan'a da konu olan “Davutoğlu hükümetinin Erdoğan'ı Saray'a hapsetme stratejisi” üzerinden okursanız, 15 Temmuz darbe girişiminin Ak Parti içerisindeki “Siyaset ayağını” perçeminden yakalamış olursunuz.

Oysa Pelikan dosyasına da konu olduğu üzere;

Batı'nın bahşettiği iltifat rezervini CB Erdoğan'ı Saray'a hapsetme yatırımına dönüştürmek isteyen bilinçli kurgu ne ise;

17/25 Aralık sonrasında bile 15 Temmuz sponsoru Batılıların tezleri doğrultusunda FETÖ ile mücadeleyi Erdoğansız Ak Parti stratejisine çeviren kurgu ne ise;

6-8 Ekim vahşet olayları ve sonrasında takınılan tavırdaki kurgu da aynısıdır.

Tüm yollar darbe zincirinin halkaları arasında gizlenmeye çalışan darbenin “Siyaset ayağında” saklıdır.

***

Kürt illerinde bizzat devlet erki kontrolünde cereyan eden devasa kumpas ve kaos dalgalarını salt “Terör” parantezinde değerlendirirseniz, darbeye giden süreçte sadece “siyaset ayaklarını” değil, daha çok şey ıskalarsınız.

Merak etmemek mümkün değildir, başta D.Bakır olmak üzere Kürt illerinde yürütülen FETÖ operasyonlarında derdest edilen kumpas/şantaj çeteleri, mesela 6-8 Ekim'de oynadıkları şeytani rollerinden dolayı da sorgulanıyorlar mı?

Mesela şu FETÖ çeteleri, PKK'nin “çukur siyasetindeki” rollerinden dolayı sorgulanıyor mu?

6-8 Ekim'de, halkın can, mal güvenliğini sağlamakla yükümlü kolluk kuvvetlerine yaptığı “Liboş STK” muamelesini öve öve bitiremeyen dönemin valisi/valileri hala aynı görevde bulunup korunuyorsa, gerisini siz düşünün. Kaldı ki o vali/valiler kolluk güçlerini “Liboş STK” moduna geçirirken bunu kişisel insiyatifleriyle yapmamışlardı, bizzat merkezden, yani darbeye giden süreçte önemli rol oynayan “siyaset ayağından”, yani dönemin hükümeti DAVUTOĞLU EKİBİ'nden aldıkları sıkı talimatları uygulamışlardı.

***

15 Temmuz vesilesiyle FETÖ'nün beli kırılmaya çalışılırken, darbe planlamalarının olmazsa olmazı durumundaki “Siyaset ayağından” henüz bir haberin çıkmamış olması enteresan değil mi?

Hatta daha da enteresan olanı, “siyaset ayağının” doğru dürüst sorgulanmıyor olması, bu yönde dile getirilen arzuların da mırıldanmanın ötesine geçemiyor olmasıdır.

Nedeni de çok açık; Hırsız içerden birileridir çünkü!

Hani tuhaf sakallı bir başka danışman kılıklının açıklaması vardı ya;

Davutoğlu kabinesi postalanmasaydı 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmezdi diye. Elhak doğrudur.

Davutoğlu kabinesinin yol haritası, “Tayyipsiz Ak Parti” yol kavşağında FETÖ arzusuyla buluşmaya koşuyordu.

“Siyaset ayağı” tıkırında işlerken FETÖ neden darbe girişimi sergileyecekti ki?!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.