Darbenin “Kara Arşivi'

Darbenin “Kara Arşivi'

12 Eylül darbesi sonrasındaki cezaevlerinde olup biteni Foucault’nun iktidar kuramı açısından analiz eden “Kara Arşiv”, medyanın, darbenin sistematik işleyişindeki rolünü de anlatıyor.




“Türkiye’nin uluslararası sermayeye entegre olmasını sağlayabilmek amacıyla atılan temellerin toplumsal hazırlığının şekillendiği bu süreçte cezaevleri önemli bir rol oynadı.”


Ali Yılmaz’ın “Kara Arşiv/12 Eylül Cezaevleri” isimli kitabı, darbenin “karanlık arşivini” belgeleriyle, gazete manşetleriyle, “itirafçılık müessesesiyle” ortaya dökerken, kitabın en dikkat çekici yanı, basının darbeye nasıl hizmet ettiğini, medyanın darbedeki işlevini de anlatması oluyor.

Bu yönüyle sadece geçmişe değil, basının gelecekteki olası işlevine ya da yakın geçmişe de ayna tutuyor, Kara Arşiv…
Kitap, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasındaki hapishanelerin aldığı hali, Fransız düşünür Michel Foucault’nun iktidar kuramı açısından ele alıyor. Yılmaz da çalışmasının amacının, “disipliner bir kurum olan cezaevlerindeki uygulamaların ne anlama geldiğini iktidar teorisi ve disipliner ilkeler bakımından ortaya koymak olduğunu” söylüyor:

“Yönetim biçimleri ister demokratik ister baskıcı olsun, günümüzde siyasi iktidarların ortak özelliğinin ‘yaşamın her alanına egemen olma’ isteği olduğu görülüyor.”


Medyanın anahtar rolü

Darbenin sonrasındaki özellikle altı yıllık gazete arşivini tarayan Yılmaz, bulgularının iktidarın sistematik uygulamalarını yansıtmasına önem vererek tasnif ediyor.

Bu arşiv içerisinde sadece işkenceler, ölümler, kayıp anneleri yok.



Basında çıkan, itirafçılığın ne denli “yüce bir işlevi” olduğunu anlatan haberler ya da “teslim olunası” hapishanelerde işkence falan olmadığını ileri süren söyleşiler, darbeci generallerin en büyük yardımcılarının kim olduğunu bir kez daha tarihe not düşüyor.

Darbenin getirdiği insanlıkdışı uygulamaların, darbenin mimarlarından eski Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in öne sürdüğü gibi “münferit” olmadığını, olamayacağını ve her şeyin iktidar/disiplin taktiklerine uygun şekilde bir sistematik içinde var olduğunun izini, Kara Arşiv’den sürmek mümkün:

“Bu çalışmanın temel tezi, 12 Eylül cezaevlerinde günümüz dünyasında emsali az görülen vahşi uygulamaların rasyonel bir düzenlilik taşıdığıdır.”


Neydik, ne olduk

Kitap, sadece darbeyi takip eden yıllara değil, darbe sonrasındaki 33 yılda Türkiye’nin geldiği noktaya da ışık tutuyor.
Yılmaz’a göre, neoliberal politikaların fütursuzca ve en önemlisi önemli bir dirençle karşılaşmadan uygulanabildiği ve kitlelerin örgütsüz ve çoğunlukla da apolitik hale geldiği bir ortamda, darbenin işlevi ve sonucu daha açık şekilde anlaşılır oluyor. Bu nedenle de şimdiyi anlamak için, bir kez daha geçmişe yakından bakmayı öneriyor, Kara Arşiv.



İtirafçılık çok güzel, gelsenize

Arşiv, cezaevleri odaklı kurgulanmış olsa da Yılmaz’ın tezi bunun çok ötesinde ve bu tez kitabın bütününe yayılmış durumda:
Yazar, cezaevlerindeki uygulama ile hem içeride mahpusların “teslim alınıp”, yani zihinleri, bilinçleri ve inançlarıyla yenilgiye uğratıldıklarını hem de “dışarısının” onlara uygulanan baskı üzerinden teslim alınıp yenilgiye uğratıldığını savunuyor.
Medyanın rıza yaratımı dışındaki ikinci işlevi de burada ortaya çıkıyor.

Bu nedenle gazetelerde, aynı gün içerisinde hem “işkencenin olmadığını” savunan bir söyleşinin hem de işkence şekillerini anlatan çizimlerin birlikte yer alması tesadüf değil. Tüm bunlar tek bir amaca hizmet eden, sistematik ve düzeni çok önceden kurulmuş bir planın parçaları.

Örneğin, gazeteci Bekir Coşkun’un Günaydın gazetesinde yayınlanan röportajında, Yapımcı Berker İnanoğlu “kaçaklara” manşetten çağrı yapıyor: “Sağ-sol bütün arananlar gelip teslim olun.” İnanoğlu, “Türk adaletine teslim olmakla huzura kavuştuğunu” anlatıyor uzun uzun. Yazı dizisinin adı da “Mamak Cezaevi’nde 24 Saat.”

Size de bir reklam sloganı gibi gelmiyor mu?

4 Ekim 1985 tarihli bir Milliyet haberinde de bu kez PKK itirafçıları anlatıyor: “Biz devleti yanlış tanımışız, yaptıklarımızdan utanıyoruz.” İtirafçılardan bir isim tanıdık: Abdülkadir Aygan.

Aygan, teslim olduktan sonra karşılaştığı muameleden çok duygulandığını, çok utandığını, bu devlete yardım edeceğini anlatıyor. Aygan hala aynı şeyleri anlatıyor…



Bilinçaltındaki darbe

Kara Arşiv, 12 Eylül darbesi gibi hafızalarda ve toplumun bilinçaltında derin izler bırakan bir olayın bu denli az belgesi olmasına da vurgu yapıyor ve bu anlamdaki bir boşluğu da dolduruyor.

Kitapta sadece devletin sistematik işkence yönleri anlatılmıyor tabii ki. Mahpusların bu baskılara karşı kendilerince ve ellerinden geldiğince - küçük de olsa iktidarı ziyadesiyle rahatsız eden- direniş biçimleri de kitapta yer alıyor.

Bu direniş bazen sakal ve bıyık bırakma bazen de tek tip elbiseleri yırtıp atarak duruşmalara “don” ile çıkmak olabiliyor.


Neden işkence yaptılar?

Ve tabii işkenceyle amaçlananın sadece “sorgulamak” ya da sadistçe bir acı çektirmek olmadığı da açıkça ve bilimsel şekilde anlatılıyor, darbenin arşivinde:

“Bedene saldırı ve işkence, iktidarı yeniden işler kılmak gibi bir tekniği de hayata geçirmektedir. Zihinsel ve ruhsal yüzeye sızmanın sürekliliği bedenler aracılığıyla olanaklı hale gelebilmektedir. Zira bedene dönük hamle çoğu kez törensel bir hava içinde iktidarın güç gösterisi şeklinde icra edilir.”

İktidar sadece fiziksel değil, zihinsel işkencede de profesyoneldi. Bir tutuklu, Atatürk’ün Hayatı isimli kitabı tüm koğuşa, zorla her kelimesi yüksek sesle tekrar ettirilerek okutulduğunu, “toplu kitap okumanın” dayanılmaz bir işkence olduğunu anlatıyor.

Devlet, işkenceyi sistematik hale getirmekle kalmıyor, tutukluların etkinliklerini, okudukları kitapları, zamanı nasıl kullandıklarını, ne konuşacaklarını da denetlemeye yelteniyor. Hem içerisi hem dışarısı tam bir kuşatma halinde...



Bundan sonrası…

Kitap ayrıca, 1980-1987 arasında, yıl yıl hapishanelerin nüfusu, kaç kişinin darbe süresince cezaevlerinde hayatını kaybettiği gibi birçok rakamsal bilgiyi de içeriyor. Kara Arşiv’in rakamsal yanı da darbenin nelere sebep olduğunu gösteren ayrı bir tarihi barındırıyor.

Yılmaz, arşivini incelediği darbenin ve darbe süresince olanların sorumlularının yargılanmasının çok önemli olduğu vurgulayarak son veriyor kitabına:

“Evrensel ilkelere göre, bu kötülükleri savunan, kötülükleri yargılamayan, böyle bir kötülüğün kutsandığı bir toplumun durumu içler acısıdır.” 

* “Kara Arşiv/12 Eylül Cezaevleri”, Ali Yılmaz, Kapak fotoğrafı: Ali Öz, “Metris Cezaevi’nde görüş, 1985, Metis Siyahbeyaz, Ocak 2013, 253 sayfa.

(Bianet / Ayça Söylemez)

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum