Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Eğitim ve öğretmenin işlevi

Toplumun eğitim çalışmalarından beklentisi yüksektir. Toplum, yolsuzluk yapan bir devlet yetkilisinin tutumundan  “Annesini canice katleden, yüksek tahsilli bir kız”ın tutumuna kadar bütün olumsuz tutumlarda “Acaba bu kişi nasıl bir eğitim aldı ki böyle bir eylemde bulundu. Bu ülkenin eğitim kurumları, öğretmenleri ne iş yapıyor?” diyerek eğitim sistemimizi ve bu sistemin en önemli unsurları olan öğretmenlerin işlevini sorgulamaktadır.

Gerçekte eğitim kurumları, toplumun bildiği ölçüde büyük bir işleve sahip midir, eğitim kurumlarına ve öğretmenlere hangi görev verilmiş ki onlar toplumun bütün tutumlarından sorumlu tutuluyor?

Eğitim, sadece bir bilgilendirme çalışması mıdır, yoksa insanı yaşamın bütün alanlarına hazırlayan bir çaba mıdır? Bir tarih öğretmeni, öğrencisine sadece tarih bilgisi mi verecek yoksa ona aynı zamanda tarih şuuru mu kazandıracak? Bir Türkçe öğretmeni öğrencisine dil eğitimini yalnız bir gramer bilgisi olarak mı verecek, yoksa ona topluma doğru seslenmeyi de öğretecek mi?  Bir matematik öğretmeni dört işlemi bir bilgisayara yükler gibi mi anlatacak, yoksa arada bir de olsa ahlaki değerlere değinerek öğrencisinin kendisinden aldığı bilgiyi doğru işlerde kullanması için katkıda bulunacak mı? Bir felsefe öğretmeni felsefi akımları tanıtmakla mı yetinecek, yoksa hangisinin doğru olduğunu açık açık söyleyecek mi? Bütün dersler için sorabileceğimiz bu sorulara yanıt vermek, eğitim kavramlarını sorgulamayı gerektirir.

Geleneksel eğitim sistemimizde bugünkü “eğitim” kavramı, yerine “maarif”, “talim ve terbiye” kavramları birlikte kullanılmıştır.

Maârif, sözlük anlamı ile mârifetler, bilgi, görgü, kültür gibi geniş anlamlar çağrıştıran, semantik yönünden zengin bir kavramdır. Maârifet, maârifetli, maârif-perver, ârif, irfan dilimize yerleşmiş olan aynı kökten kavramlardır. Bu kelimeler Arapça “arefe” kökünden türemiştir. “Arefe”, idare etmek, bilmek, tanımak anlamlarındadır. Bu kavramın yerine eğitim kavramının kullanılmasına karşı çıkan sosyolog ve düşünür Nurettin Topçu, “Milletin ruhunu yapan maâriftir. Maârifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş, millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maârif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. Şu halde millet, maârif demektir." demiştir.

Talim, kişiyi yaşamın her alanıyla ilgili (teorik ve pratik olarak) bilgilendirerek yetiştirmek; onun ilim sahibi olarak kendini, Rabbini ve Rabbinin yarattığı her şeyi tanımasını; kendi günlük yaşamı için veya devlet, millet için gerekli nesneleri kullanmasını sağlamaktır. Diğer bir deyişle onu ilim ve beceri sahibi yapmak, Rabbimizin Hz. Adem'in özüne yerleştirdiği bilginin farkına varmasını ve bu bilgiyi kullanmasını sağlamaktır. Terbiye ise kişiyi güzel ahlakla donatmak, ona öğrendiklerini doğru kullanma, toplumla güzel geçinmesini sağlama becerisi kazandırmaktır.

İslam'a göre insan, Hıristiyanların iddia ettiği gibi günahkâr olarak veya her şeyi “doğa ana” kavramı etrafında açıklamaya çalışan ateist çevrelerin iddia ettiği gibi vahşi bir varlık olarak doğmaz. Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de Tin Sûresi'nin 4.ayetinde “Ki biz insanı en güzel biçimde yarattık.” buyurmuştur. Müfessirler buradaki “en güzel (Ahsen-i Takvîm)” kavramının iç dünyayı kapsadığı konusunda fikir birliği içindedirler. Çünkü Sûre bir sonraki ayette “Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.” şeklinde devam etmektedir.

O halde İslam'a göre eğitim çalışması, kişiyi doğarken yüklendiği iddia edilen günahtan kurtarma veya vahşi bir varlığı eğip bükerek bir düzen içine alma değildir. Kişiyi düşünmeye yöneltme, onun fıtratını koruyarak yeryüzünde yüklendiği hilafet görevini en iyi şekilde yapması için ona yol göstermedir. Bir bakıma Allah'ın peygamberlerine vahyettiklerini kişiye iletmedir. Bu iletiş, kuşkusuz sadece inanç ve ahlak kavramlarını kapsamaz, çünkü Müslümanlara göre “ilim” dünya ve ahirete dayalı her tür bilgiyi kapsar. Cennet ve cehennem hakkındaki bilgi, ilim kapsamına girdiği gibi matematik ve fizik bilgisi de ilim kapsamına girer. Çünkü bu ilimler insanın bilgi düzeyini geliştirerek onun kendisini, Rabbini ve Rabbinin yarattığı yeri ve gökleri tanımasına katkıda bulunur, onun Rabbinin yüceliğine daha iyi tanıklık edip onu daha çok anmasını, ona daha çok şükretmesini sağlar. Terbiye kavramı da sadece güzel sözle ilgili değildir. Kişinin yürümesinden zor durumdaki bir insanı yalnız bırakmayıp ona yardımcı olmasına kadar bütün toplumsal değerleri dikkate almasını ve bu değerleri daha iyi bir noktaya çıkarmak için çaba göstermesini kapsar.

Modern “eğitim” kavramı İngilizcedeki “education” kavramından gelir. Education sözcüğü Latince bir kökten türetilmiş olup ‘educare' ve ‘educere' sözcüklerine karşılık gelmektedir. ‘Educare' sözcüğü, öğreneni (öğrenciyi) özel bir beceriyle donatmak için talim ettirmek anlamına gelir. Söz konusu beceri, genellikle fiziksel beceridir; bir mühendisin, bir su tesisatçısının, bir ustanın el mahareti gibi. Educare, normal olarak özel bir iş ya da meslekle bağlantılıdır. Eğitime educare yaklaşımı öğrencileri hâlihazırda mevcut sisteme alıştırmayı tasarlayan bir yaklaşımdır ve sertifika, diploma ya da konuya çalıştığını gösteren bir belge vermek suretiyle bir vasfın kazandırıldığının yazılı onayı müfredatın olmazsa olmaz bir koşuludur. “Educere” yaklaşımı ise ilk başta bir yetkinleşme; öğrencilerin hem dünyayı hem de kendilerini keşfetmelerine izin verme; herhangi bir pragmatik nedenle değil, kişi olarak fikirleri ve becerileri değerli olduklarından fikirleri izlemek ve becerileri geliştirmek anlamını içermektedir. Çalışmalarında tutturduğu yön bu yüzden dışsal güdülenim –beceri kazanmak, meslek vb- tarafından değil, konuyu keşfetmenin ödüllendirici ve doyurucu olan içsel güdülenimi tarafından belirlenecektir.”[1]

Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi Batı dünyası da eğitime kişinin becerisinin geliştirmenin ötesinde bir işlev yüklemiş. Eğitime kişinin iç dünyasını  zenginleştirme, ona özgürce düşünme ve üretme yeteneği kazandırma özellikleri vermiştir.

İslam'a ait her şeye karşı çıkması ile bilinen dil bilimci İsmet Zeki Eyüboğlu,  “Eğitim sözcüğü Türkçede eğ, eğmek, fiil kökünden türetilmiş olup, bükmek, uygulamak, öğretmek, yetiştirmek, geliştirmek, alıştırmak, egemenlik altına almak, yenilgiye uğratmak, ezmek, kırmak, yönlendirmek gibi anlamlara gelmektedir.” demiştir. Onun bu dil bilim doğrultusundaki açıklamasını olduğu gibi alan kimi eğitimciler, eğitimin işlevi olarak bireyi denetim altına almak, onu kendisine dayatılan her şeye boyun eğen bir nesne haline getirmek olarak açıklamışlar. Oysa hiçbir terim, yalnız sözcük anlamıyla açıklanamaz. İ. Zeki Eyüboğlu ve benzerleri uyduruk bir sözcük olan “eğitim” sözcüğünün kökünü doğru biliyorlar. Çünkü bu sözcük onların bir masa başı uydurmasıdır. Ancak bir terim olarak “eğitim”, onların bildiklerinden çok farklıdır. Milli Eğitimin resmi amaçları arasında “Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan, yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek.” maddesi önemli bir yer tutmaktadır. Bu madde Milli Eğitimin kanuni amaçlarını belirleyenlerin eğitime “maarif, talim ve terbiye” yönünde bir işlev yüklediklerinin bir kanıtıdır. Nitekim Bakanlığın uygulamalarında en çok etkili olan kurulun adı da Talim ve Terbiye Kurulu'dur.

Durum böyleyken öğretmenlerin pek çoğunun eğitimin yalnız kendi dersiyle ilgili beceri kazandırma bölümüyle ilgilenmesi, bir bakıma “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım.” düşüncesi doğrultusunda hareket etmesi bugüne kadar öğretmenlerin değişik yönetimler tarafından yönetmeliklerde yazılmayan cezalarla cezalandırılmasından ve onlardan Milli Eğitimin resmi amaçlarıyla uyuşmayan bir görev biçimi istenmesinden kaynaklanıyor. Hiçbir duyarlı insan, öğrencilerin çoğu zaman baskı altına alınarak onlara doğru olmayan işlerin yaptırılmasına göz yumamaz.

“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; marufu (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz.”(Al-i İmran 110) ayetiyle Peygamberimizin şu hadisi hepimiz için yol göstericidir: “Sizden herhangi biriniz bir kِötülük göِrdüğünde onu eliyle değiştirsin. Buna güç yetiremezse diliyle değiştirsin. Buna da güç yetiremezse kalbiyle (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıf mertebesidir.”(Müslim)

Öğretmene eğitimin “maarif, talim ve terbiye” yönünü yasaklayıp onu toplumun bütün eylemlerinden sorumlu tutmak yetki-sorumluluk dengesine uygun değildir. Bugün öğretmenden büyük işler bekleyenler, onun toplumdaki bütün ahlaki olumsuzluklara son vermesini isteyenler öğretmenin görevini en iyi şekilde yapması için ona yardımcı olmak zorundadır. Öğretmenin engellenmesi veya öğretmenin kendi kendisi için yasaklar koyup eğitimin en önemli işlevlerini yerine getirmekten sakınması durumunda toplumdaki bozulmanın devam etmesi kaçınılmazdır. Üstad Said-i Nursî'nin dediği gibi “Her okulun önüne bir karakol, yanı başına bir akıl hastanesi kurulması kaçınılmaz olacaktır.”  Bugün okullarda uygulanan veya tasarlanan güvenlik önlemleri ile psikolojik danışmanlık hizmetleri düşünüldüğünde o büyük alimin haksız olmadığı anlaşılmaktadır.

Devleti bu büyük harcamadan, eğitim faaliyetlerini de riskten kurtarmanın yolu öğretmene Milli Eğitimin temel amaçları doğrultusunda hizmet verme yolunun açılmasından geçer.

[1] Dr. Ahmet Yayla- Eğitim bilimci

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.