Et, et, et; sadece et

"Ben bir ziyafete gitsem de sofrada et yoksa ölürüm. Gerek yemekte, gerekse yemekten sonraki muhabbet ve sohbet boyunca, hatta çıkmak için ayağa kalkana kadar 'et ha geldi, ha gelecek' diye bir gözüm kapıda olur." Abarttığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kesinin bütün keskinliğiyle vaziyet bu ve ben hiçbir şeyi değiştirmeden duyduğumu olduğu gibi size anlatıyorum.

Bu durum belki çok normal değil ama o kadar anlaşılmayacak gibi de değil. Niye, çünkü midedir, iştahtır bu, ne denilebilir ki. O da aşk gibi bir şey işte, aşk ferman mı dinler? Ben de çok muhterem olmakla birlikte ete fazlasıyla düşkün zatlar gördüm. Kendim de balık etini çok severim mesela. Zaten en çok neyi seversin diye sorarsanız, bir cacık derim bir de balık. Geriye kalanlar hepsi bir. Ama tabi, meselemiz bu değil. Bununla birlikte muhterem, düzgün bir şahsiyet için mide terbiyesi elzemdir notunu da düşürmeden geçemeyeceğim.

Tavadaki, et değil konumuz; konumuz, insanın tüm manasıyla bizzat kendisinin et gibi kalmasıdır. Biliyorsunuz çok etli varlıklar vardır. İşte, et gibi kalmak demek; derecesine göre onlara çalmak, onlara meyletmek, onlara benzemek; bazen tıpkı onlar gibi olmak, hatta bazen onları bile geçmektir. Et gibi kalmak kişinin, etin yaptığı çağrışımlarla zihinlerde vücut bulmasıdır. Peki, et, yani ne?

Et, bizim toprak yanımız. Diğer yandan et yani enerji, haliyle beden motorunun yakıtı. Et, hırs ve öfkenin membaı. Et, şehvetin neşv û neması. Et, insan ve hayvanın ortak paydası. Et, insanların meleklerden farkı. Et, iskeleti sarıp sarmalayan beden binası, badanası…

Konumuz etli insanlar değil, etten başka hiçbir şey olmayan insanlardır. Bu tip insanları bilirsiniz ve onlarla karşılaştığınızda bütün savunma mekanizmalarınız otomatikmen tam kapasite çalışmaya başlar. O anda bütün telaşınız “Aman, bu bana bulaşmasın!” üzerinedir. Onlarda etten başka, insandan yana hiçbir şey göremezsiniz. Bunlar etin oluşturduğu taşkın enerji ile burunlarından solurlar, kavgada böğürür durur, azgın duyguları hayâsızca gözlerine vurur. Kabadırlar, küfürbazdırlar, hasılı aynen züccaciye dükkanındaki fil gibidirler. Bu insanlarda kalpten yana bir şey bulunmaz, mide ise tam bir değirmen gibi harıl harıldır.   

Böyledir, içindekini dışarıya yansıtma noktasında insan bazen camdan daha saydamdır. Ve bazılarına bakıyorsun, acaba içinde ne var ne yok? Duygu, düşünce, erdem, ahlak, terbiye cinsinden ne bulabilirim, diye bakıyorsun ama nafile. Çünkü içerdeki de dışarıdakinin aynısı: Et, et, et! Sadece et. Ekmek yemiş, bakla yemiş, yeşillik yemiş, et yemiş ve habire etlenmiş. Ya da bünyesi etlenmeye uygun olmadığından etlenmemişse de yine de sadece ettir o sıska vücutta gördüğünüz. Et ve etin yansımaları. Yani enerji, yani hırs, yani şehvet, yani öfke, hile, dalavere…

Bir de etin ötesine ulaşanlar yani zayıf da olsa şişman da olsa etten öte bir şeyle insana görünenler var. Bunlar etli de olsalar, onlarda en az gördüğünüz şey ettir. Onlar manadan bir heykel gibi durur karşınızda. Ayın, kendi etrafında oluşturduğu ayla veya dünyaya verdiği mehtap gibi onlar da etrafındakileri manaya boğar. Onların meclisinde insan, ruh kesilir. O meclislerde kişinin duyduğu her şey ulvidir. Adeta mide ile ilgili her şey kaybolur sadece gönüldür konuşan.

Evet, insanın kendi etinden daha fazla bir şey olması gerekir. Bir insan, göründüğü başka bir insana, insani alanla ilgili bir şey hissetmiyorsa o ne kadar insandır. Yüz; dürüstlüğün, güvenin temiz bir ekranı değilse, o köseleden bir mask değil de nedir. Göz; şefkat şefkat, sevgi sevgi parlamıyorsa, o karanlık iki mağaradan başka nedir? Hele bir de şeytan şeytan sırıtıp onda her türlü alavere dalavere oynuyorsa…

Elbetteki “et, et, et; sadece et” olma fecaati öyle hemen bir anda gerçekleşmiş bir olay değildir. Bu bir süreçtir ve kişinin yaşı kadar belki daha fazla bir geçmişi vardır.  Böyle bir akıbetten korunmak ve çocuğumuzu kurtarmak için çocuk gıdım gıdım büyürken her milimetrelik et kerpiçleri arasına ruhu, manayı üfürmeliyiz.  Hayır, belki bizzat o milimetrelik etten kerpiçleri, iman hamurundan yoğurmalıyız. Biz ve çocuğumuz Allah'ın rengine çalınmamış bir miligram da olsa et almamalıyız. Sadece et olarak gözükmemeleri için kesinlikle onların alnına namazın secde mührünü vurmalıyız.

Bilmiyorum ki bu gereklilik ifadelerini, kesinlik cümlelerine ne diye kullanıyorum. Zira sokağın manzarası apaçık ve tecrübeler oldukça net!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.