FETÖ/PDY kumpaslarının görülmeyen mağdurları -6

FETÖ/PDY kumpaslarının görülmeyen mağdurları -6

Bir taraftan FETÖ/PDY kumpasları sonucu mahkûm edilmiş hayatlara dair her gün yaşanmış yeni bir trajik hikâye ortaya çıkarken, diğer taraftan da haksız ve hukuksuz uygulamalarla derdest edilenlerin yakınları seslerini duyurmaya çalışıyor.

Gerek 28 Şubatçıların gerekse de FETÖ/PDY’nin komplo ve kumpaslarıyla cezaevine konulan masum insanlar, adaletin tecelli edeceği günü beklerken aileleri ise mağduriyetlerini görmeyenlere seslerini duyurmaya çalışıyor.

İslami camialara yönelik sayısız komplo ve kumpaslara imza atan FETÖ/PDY’nin mağdur ettikleri arasında çokça gündeme gelmiş olan Elazığ İhya-Der dosyası da bulunuyor.

15 Temmuz Darbe Girişiminin ardından yapmış oldukları komplo ve kumpaslar daha net görülen FETÖ’nün hedefine aldığı Elazığ’da faaliyet yürüten İhya Eğitim Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin (İhya-Der) yönetici, üye ve gönüllülerinden oluşan ve aralarında engelli ile yaşlıların bulunduğu 18 kişi 2009 yılında FETÖ’nün kumpası sonucu 150 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

22 sanıklı dosyayı 8 aylık kısa bir sürede karara bağlayan Malatya Özel Yetkili Ağır ceza Mahkemesi üyeleri verdikleri kararın ardından taltif edildi. Almış oldukları cezalar üzerine 12 kişi ailesini terk edip yurtdışına göç etmek zorunda kalırken, 6 kişi ise kumpas sonucu verilen cezalarının tamamını yatmak zorunda bırakıldı.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından tutuklanan mahkeme üyelerinin karara bağlandığı dosya mağdurların başvurusu üzerine Yargıtay 16’ıncı Ceza Dairesi tarafından Mayıs ayında, sanıklar ve derneğin lehine karar verildi.

Yargıtay, dosyanın 'karar düzeltme yolu’yla düzeltmesine, yakalamaların kaldırılmasına, infazın durdurulmasına, tutuklu sanık varsa onların da serbest bırakılmasına karar vererek dosyayı Malatya 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi. Ekim ayında dosya yeniden ele alınacak.

FETÖ’nün kirli kumpaslarının kurbanı olan İhya-Der gönüllüsü Avukat Mahmut Şahin, yaşadıkları mağduriyeti İLKHA’ya anlattı.

FETÖ/PDY hakim ve savcılarının verdiği kararların talimat ile verildiğini dile getiren Şahin, 28 Şubat öncesi ve sonrasında yapılan yargılamaların yeniden yapılması, yeniden yargılama sürecinde cezaevinde bulunanlarının infazının durdurulması gerektiğini söyledi.

İhya-Der dosyasının kamuoyu tarafından bilinen bir dosya olduğunu söyleyen Şahin, “2009 yılının Nisan ayında İhya-Der mensupları, gönüllüleri bir operasyona tabi tutulmuş ve akabinde gözaltına alınarak çok haksız, hukuksuz bir yargılamaya tabi tutulmuşlardır. Bu operasyonda 22 kişi gözaltına alındı. Biz de özellikle 28 Şubat sürecinden itibaren İslami hassasiyetinden dolayı mağdur edilmiş olan birçok insanın avukatlığını yaptık. Operasyonun yapıldığı gün kendilerini şahsen tanıdığımız birkaç kişi telefon açarak polis tarafından gözaltına alındıklarını söylediler. Akabinde ben Elazığ Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne gittim fakat Malatya Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkeme savcısının ‘Avukat Mahmut Şahin geldiğinde ifadelere girmesin, onun da bilgisine başvuracağım’ şeklinde bir talimatıyla karşılaştım. Terörle mücadele şube müdürü bana bu bilgiyi verdikten sonra bu operasyonun bununla sınırlı olmayacağını anladım.” dedi.

FETÖ savcısı Gazze ile dayanışma mitingini organize etmeyi suç unsuru saydı

Gözaltına alınan İhya-Der üye ve gönüllülerinin Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmesi ile kendisinin ifade vermek için soruşturma savcısının yanına gittiğini ifade eden Şahin, “Soruşturma savcısına ‘Neden ifademe başvuruyorsunuz?’ şeklinde bir soru sormam üzerine bana ‘Sizin hakkınızda da bir takım suçlamalar var.’ diye cevap verdi. Ben de ‘Buyurun hakkımızdaki haksız ve hukuka aykırı ne varsa sorun. Biz de cevap verelim’ dedim. Soruşturma savcısının önümüze koymuş olduğu sözde suç unsuru Elazığ’da o dönem İsrail'in bombalamalarına karşı Gazze’ye yardım ve dayanışma anlamında yapılan mitingler ve yardım faaliyetleri konusunda oluşturulan bir komisyonda yer almamdı. Buna karşın ben de savcıya ‘Bu komisyon yaklaşık 40 sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu bir komisyondur. İhya-Der de bu sivil toplum kuruluşlarından biridir. Ben de bu komisyonun içerisinde varım, doğrudur. Fakat yapılan faaliyet valilikten izin alınarak yapılmış, herhangi bir suç unsuru yok’ dedim. Buna benzer birkaç soruyla da geçtikten sonra soruşturma savcısı bana ‘Polisin sizin hakkınızda başka söyledikleri var.’ dedi. Ben de savcıya ‘Eğer polisin söylediklerini biz 2 hukukçu olarak konuşacaksak, hakikaten çok ayıp olur. Varsa bir suç unsuru siz sorun biz de ifademizi verelim.’ diye cevap verdim.” ifadelerini kullandı.

“22 kişilik dosyada 30 yaşlarında engelli bir bacımız ve bir de 55-60 yaşlarında teyzemiz vardı”

Şahin, Kendisinin avukat olduğundan dolayı gözaltına alınmadığını fakat gözaltına alınan 21 kişinin çeşitli mağduriyetler yaşadıklarını şu sözlerle ifade etti:  

“Aynı dosyada 21 kişi daha vardı. Bu 21 kişinin içerisinde 30 yaşlarında engelli bir bacımız ve bir tane de 55-60 yaşlarında teyzemiz vardı. Bunlara da yöneltilen suçlamalar aynı hedef doğrultusundaydı. Onlar da kermeslerde valilik makamına sunmuş oldukları dilekçelerde ismi geçen şahıslar ve İhya-Der’in bir takım gönüllüleri, başkan ve yönetim kurulundan oluşuyorlardı. Bu arkadaşların gözaltından sonra bir kısmı tutuklandı, bir kısmı da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Yargılanan sanıkların gözaltı ifadelerini okuduğumda ve onlardan dinlediğimde FETÖ yapılanmasının çok bariz bir şekilde husumet besledikleri ve özellikle Kürdistan bölgesinde kendileri dışında İslami çalışmalara müsaade etmeyecekleri noktasında hem açık açık konuşmalar hem de imalar olduğunu gördüm.”

“Bütün kesimleri bir şekilde boyunduruk altına almaya çalışmışlardır”

“Aslında o döneme bakarsanız, toplum son derece sindirilmiştir.” diyen Şahin, sözlerine şöyle devam etti:

“Yani kendilerine boyun eğmeyen bütün kesimleri bir şekilde boyunduruk altına almaya çalışmışlardır ve önemli bir miktarda becermişler. İşte İhya-Der gibi örgütlü olan ve aynı zamanda İslami çalışmalarda önde olan bir takım yapılara ise boyun eğdiremediklerinden dolayı bir defa düşman olarak bellemiş, basın yayın üzerinden linçe tabi tutulmuş ve akabinde operasyonlar yapılmıştır. Gözaltında ciddi anlamda her ne kadar kaba işkenceler olmasa da bir takım ciddi psikolojik baskılara maruz kalmalar olmuş. Tabi yargılama devam etti. 2009 yılında başlayan bu süreç 2011 itibariyle nihayet buldu. Dosyaların kesinleşmesiyle birlikte 6 kişi cezaevinde kaldı. Cezalarının tamamını yattılar. 18 kişi ceza almıştı, 12 kişi yurtdışına gitmek zorunda kaldılar. Ailelerini burada bırakmak zorunda kalanlar oldu. Tabii daha sonra 2015 yılı itibariyle Yargıtay 16’ıncı Ceza Dairesi, savcının beraat istemli itirazı üzerine dosyayı yeniden ele aldı ve daire tüm sanıklar yönünden beraat yönünde bir bozma kararı aldı. Tabi bozma kararından sonra şu anda dosya Elazığ 2’inci Ağır Ceza Mahkemesinde nasip olursa Ekim ayında bozmaya yönelik bir karar verirse bu süreç tamamlanmış olacak.”

“Sadece emniyetin elinde olan ve mahkemelerin isteyip te dosyaya koyamadığı bir CD, İhya-Der içerisinde bulunuyor!”

İhya-Der dosyasının tamamen kumpas olduğunu vurgulayan Şahin, o dönem yaşananlara dair şu dikkat çekici bilgileri paylaştı:

“Şimdi İhya-Der dosyasının kumpas olduğunu mahkeme heyeti, emniyet ve hatta Türkiye kamuoyu bunu bilmektedir. Özellikle kumpas olduğu dosyayı yakından takip edenler daha iyi biliyor. İhya-Der operasyonu olduğunda polis dernekte arama yapıyor. Arama yapıldığı zaman dernek başkanı derneğe getirilmiyor, derneğin yönetim kurulunda yer alan arkadaş ise dernekten uzak tutuluyor ve dernek içerisinde halının dibinde saklanmış şekilde sözde bir kâğıt bulunuyor. Bu kâğıtta sanki bir yasadışı örgüt tarafından hazırlanmış, talimat verilmiş gibi bir hava uyandırılıyor. Dernekte elde edilen CD’ler içerisinde çok farklı CD’lerden bahsediliyor. O CD’lerden biri de 2000’li yıllarda öldürülen Zehra Vakfı Başkanı İzzettin Yıldırım’ın görüntüsünün bulunduğu CD. Sadece emniyetin elinde olan ve mahkemelerin isteyip te dosyaya koyamadığı bir CD, İhya-Der içerisinde bulunuyor! Tabii İhya-Der operasyonu yapıldığı zaman kamuoyu gerçekten bunların değişik yerlerde kumpas kurulduğunu kabul ediyordu. Fakat toplum öyle bir halde sindirilmişti ki kimse buna karşı bu şekilde bir beyanatta bulunmuyordu. ‘Tamam, bir haksızlık, hukuksuzluk var’ diyordu ama daha ötesine gidemiyordu. Şimdi 15 Temmuz darbe girişiminin ardından birçok şey ortaya çıktıktan sonra insanların zihinlerine yerleşti bazı şeyler.”

“Kamuoyunda operasyona tabi olanlar vatan haini ve terörist, operasyonu yönetenler ise adeta kahraman ilan ediliyor”

FETÖ’nün özel yetkili mahkemeleri adeta bir silah olarak kullandığını belirten Şahin, “FETÖ, gerek emniyet ve gerekse de yargı içerisindeki cunta ile operasyon yapıyor, operasyon yaptıktan sonra kendilerine bağlı yakın olan medya aracılığıyla operasyon yaptıkları şahıslara karşı linç kültürü ve ciddi anlamda bir algı oluşturuyor. Bu algı oluştuğu zamanda sanki kamuoyunda operasyona tabi olanlar tamamen düşman, vatan haini ve terörist oluyor. Operasyonu yöneten emniyet ve yargı ise adeta kahraman ilan ediliyor. Sanki memleket içerisinde çöreklenmiş olan mafya ve terör örgütlerine karşı bir mücadele var. Çok yönlü bir şekilde bu algı oluşturuldu, toplum da hakikaten bunu bir nebze olsa kabul etti. Toplumun bir kısmı korkusundan, bir kısmı ise manipüle edilmesinden dolayı böyle bir kabule zorlandı. Fakat 15 Temmuz darbesinden sonra bu algı yerle bir edildi ve bütün gerçeklik çıplak bir şekilde ortaya çıktı. Şimdi en basitinden İhya-Der dosyasında karar vermiş olan Mahkeme Başkanı Eray Gürtekin ve üyelerden Hayrettin Kısa, soruşturma savcılarından Şeref Kaya 15 Temmuz darbe girişimden sonra açığa alınmış, haklarında gözaltı kararı verilmiş ve tutuklanmışlardır. Şimdi bunların yapmış olduğu yargılamalar ne kadar adil olabilir. Hele de özellikle siyasi davalar.” diye konuştu.

“FETÖ’nün emirlerine ve talimatlarına uygun karar veren mahkeme başkanı Yargıtay üyeliğine seçilerek taltif edildi”

Dosyada yargılananları mahkeme heyetinin FETÖ’den gelen talimatla cezalandırdığını dile getiren Şahin, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizim yargılamamızı yapan başkan ve üyeler, üstten gelen talimatlar doğrultusunda karar verdikten sonra taltif edildiler. Mahkeme başkanı hukukçular arasında 160’lar olarak bilinen kişiler arasında Yargıtay’a üye olarak gitti. Bütün hukukçular bilir ki bu şahsın hukuk nosyonu çok zayıftır. Onların emirlerine ve talimatlarına uygun kararlar verdiklerinden dolayı taltif edildiler ve Yargıtay üyeliğine gittiler. Daha değişik Cumhuriyet Başsavcı vekili olan Cumhuriyet Başsavcısı olan şahıslar var. Bunları yakından tanımak lazım. Onların sosyokültürel ve zihinsel altyapısına indiğimizde dindar kimlikleri yoktur. Sadece dini istismar eden yapının emir ve talimatlarını çok iyi yerine getirmişlerdir. Şimdi bunların vermiş oldukları kararlar ortada. Hukuki açıdan değerlendirdiğinizde yüz karası kararlar vardır. Birçok insan bunların kararlarıyla mağdur olmuş, telafisi imkânsız olan zararlara uğramışlardır. Bunların almış olduğu kararların derhal incelemeye tabi tutulması lazım.”

“En önemli suç unsuru olarak lanse edilen CD’de parmak izi incelemesi yapılmadı”

Yargılama sürecinde mahkeme heyetinin savunma avukatlarının taleplerini dikkate almadığına dikkat çeken Şahin, “Yargılamada aşamasında gerek mahkeme başkanı ve mahkeme heyetinin bakış açısı çok nettir ve önceden karar verilmiş peşin hükümle hareket ediyorlardı. Savunma avukatlarının birçok talebini hiçbir şekilde dikkat almadılar. Hele özellikle İhya-Der’de bir örgütsel doküman bulunacak, CD’ler bulunacak, dosyanın içerisine konulacak, en önemli suç unsuru olarak lanse edilecek ve siz onlara da parmak izi incelemesi yapmayacaksınız. Savunma avukatlarının buna benzer bir takım delil araştırmalarını taleplerini mahkeme hiçbir şekilde kale almadı. Yaklaşık 22 kişi dosyada yargılanıyor. Legal bir dernek faaliyeti dosyada konulacak şeyler belli. Yargı içerisindeki cuntanın en önemli şeylerinden biri de dosyada hiçbir şey olmamasına rağmen, öyle bir yapıyorlar ki klasörlerce dosyaya dönüştürüyorlar ve o ayrıntılar içerisinde çözümsüzlüğü dayatıyorlar. Yargılama aşamasında gerek başkan, gerek üyelerin ve gerekse duruşma savcısının bu dosyaya bakış açısı aslında önceden kararlarını ima ediyordu.” dedi.

“Ailelerimiz bu olaydan dolayı ciddi anlamda manevi olarak yıprandılar”

Dosyanın üzerinde hiçbir inceleme yapılmadan kısa sürede karar verildiğini söyleyen Şahin, “O dönemin Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi bu dosyayı çok kısa bir sürede onayladı. 2009’da operasyon yapıldı, 2010’da dosya yargılaması bitti, 2011’in Haziran ayında da Yargıtay tarafından dosya onaylandı. Bu dosyayı onaylayan dairenin üyelerinden yanlış hatırlamıyorsam 3 üyesi tutuklandı. Ceza kesinleştikten sonra 2011’in sonlarına doğru cezaevine girdik. 3 yıl 8 ay gibi bir süre cezaevinde kaldık. Bu süre içerisinde elbette çok ciddi mağduriyetler yaşadık. Özellikle çocuklarımız, eşimiz, anne-babamız ve akrabalarımız bu olaydan dolayı ciddi anlamda manevi olarak yıprandılar. Her ne kadar bunu bir kader olarak görsek te bizi de etkileyen yönleri olmuştur. Geldiğimiz noktada açıkçası bize yapılan zulümler olsun gerekse diğer kesimlere yapılan zulümler olsun ilelebet olmadığını ve bunun cezasını mutlaka bir gün verileceğini gördük.” ifadelerini kullandı.

“Yetkililerin bu haksızlık ve hukuksuzluklar karşısında artık hiçbir mazereti yok”

“Bugün sadece İhya-Der dosyası değil, 28 Şubat sürecinden sonra birçok dosya var. Bu şekilde haksız hukuksuz şekilde yargılama yapılmış, 20 yıldan fazladır cezaevinde bulunan insanlar var.” diyen Şahin, önümüzdeki süreçte atılması gereken adımlara dair şunları dile getirdi:

“Bu noktada açıkçası biz kaderimize razıyız ama bu razı olma hali haksızlığı, zulmü kabul eder anlamına gelmesin. O dönem hakikaten imkânlarımız kısıtlıydı, bir mücadele verdik ve nihayetinde böyle bir sonuç ile karşılaştık. Gerçekten de bazıları meşru müdafaa sınırları içerisinde bir takım eylemlerde bulunmuş, bazıları ise herhangi bir eylemin içerisinde olmadığı halde o dönem tamamen siyasi saiklerle çok ağır cezalara çarptırılmış. Dün bu dosyalarla ilgili haksızlığa ve hukuksuzluğa karşı her ne kadar bir mücadele varsa da bugün bu imkânlar bu ortam değerlendirildiğinde mutlaka ve mutlaka bir şeyler yapılması gerekiyor. Yani sadece ‘Size yapılan haksızlıktır, zulümdür’ demekle bu iş düzelmiyor. Artık kamuoyu oluşturmak, etkilemek değil, çözüm odaklı hem konuşmak hem bir takım eylemler yapmak gerekiyor ve hem de bugünkü yetkililerden bunu istemek gerekiyor. Biz bütün imkânlarımızla bunu zorlayacağız ve olacak. Çünkü bugün kimsenin elinde bir mazereti yok. Düne kadar bu dosyalarla ilgili haksızlıkları, hukuksuzlukları kabul edenler,  ‘Yargı içerisinde biz talimat veremiyoruz’ diyenler, bugün istediklerini yapabiliyor. Bu haksızlık bu hukuksuzluklar karşısında artık hiçbir mazeretleri yok. Derhal siyasi iradenin ortaya koyulması gerekiyor, yeniden yargılama ve yeniden yargılamaya başlanıldığı zamanda infazların durdurulması gerekiyor.”

“Verilen kararlar yok hükmünde sayılmalıdır”

Özellikle siyasi dosyalarda yeniden yargılamanın elzem olduğunun altını çizen Şahin, “Aslında bu süreç sadece bir iki yıllık bir süreç değildir. İhya-Der dosyası üzerinden gidiyoruz ama 28 Şubat süreci hatta ötesinden başlayan bir süreç var. 28 Şubat sürecinde İslam’a ve dindarlara yönelik acımasız saldırı ve operasyonları biliyoruz. 28 Şubat sürecinde başlayan yargılamalar dâhil olmak üzere, 2000 ve 2011 yılına kadar geçen yargılamaların hepsinde, özellikle siyasi dosyalarda ve çok net olan Hizbullah dosyalarının da yeniden yargılamaya tabi tutulması gerekiyor. Çok daha fazla zaman geçmeden hükümetin ve yetkililerin bu konuda siyasi bir irade göstermesi gerekiyor. Emniyet yargı ve diğer bürokrasi kesiminin de hakikaten bu konuda hassas davranması gerekiyor. O dönemi FETÖ’nün başı olarak gösterilen Fethullah Gülen, bir takım sohbetler yoluyla talimatlar veriyor, isim zikrediyor ve daha sonra operasyonlar başlıyor. Şimdi durum bu kadar netken, dolayısıyla dosyaların ele alınmamış olması, hatta ele alındığı zaman da uzun bir incelemeye tabi tutmaktan ziyade önce bir defa verilen kararlar yok sayılmalıdır. Çünkü yapı ortadadır, tamamen bir linç ve düşmanlaştırma kültürüyle alınan kararlar ortadadır. Dolayısıyla yeniden yargılamaya başvurulurken bu kararlar başlangıçta yok sayılmalı ve derhal ceza almış olan şahısların cezaları ortadan kaldırılmalı, cezaevinde bulunan tutukluların da infazları durdurulmalı.” dedi.

Öte yandan İnsan Hak ve Hürriyetler Derneği (HÜRDER) Hukuk Komisyonunun Elazığ İhya-Der davası hakkında hazırladığı raporda da davanın kumpas olduğuna yer veriliyor.

Filistin'e destek, Kerbela, Ramazan ayı, Mekke'nin fethi ve diğer dini ve kültürel faaliyetlerin örgütsel faaliyet kapsamında değerlendirilip suç unsuru olarak dosyada yer aldığına yer verilen HÜRDER raporunda; dönemin polis, savcı ve hâkimlerin soruşturulması gerektiğini belirtiliyor.

İhya -Der üyelerinin cezalandırılmasına gerekçe olarak gösterilen suçlar!

1. 04.04.2009 tarihinde Kutlu Doğum Haftası Düzenlemek

2. 10.01.2009 tarihinde Hz. Hüseyin ve Kerbela tiyatrosu

3. 28.12.2008 günü İzzet Paşa Camiinde Filistinliler için gıyabi Cenaze Namazı Kılmak

4. 08.03.2011 tarihinde İstasyon Meydanında Kutlu Doğum Etkinliğine Katılmak

5. 23.01.2009 tarihinde Palu İlçesinde Filistin'e Destek Eylemi Organize Edip Katılmak

6. 31.12.2008 tarihinde Mekke'nin Fethi Gecesi Organize Edip Katılmak

7. 19.04.2009 tarihinde Ergani Kutlu Doğum Etkinliğine Katılmak

8. Kurban bayramında kurban eti dağıtmak, dergi ve gazete satışı yapmak, komisyonlar kurmak

9. Dernekte haftalık seminerler düzenlemek.

İLKHA

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.