Freud ile Üstad Bediüzzaman'da  insan tanımındaki fark

Freud ile Üstad Bediüzzaman'da insan tanımındaki fark

O, önce kim olduğunu bilmeli, kendini tanımalı, sonra da evreni okuyabilmelidir. O, kimdir?

Dr. Selçuk Eskiçubuk, Bediüzzaman Hazretlerinin insan için yaptığı tanımları derledi. Psikanalizin kurucu olarak bilinen Freud'un tanımyla karşılaştıran Eskiçubuk'un yazısı şöyle: 

İnsan olan insan

İnsanoğlu asırlardan beri dünya adını verdiğimiz yeryüzünde yaşamaktadır. Çevresinde cansız varlıklar, madenler, taş, toprak, bitkiler ve hayvanlar dünyası vardır. Onu, cansız varlıklardan, bitkilerden, hayvanlardan ve başka canlılardan ayıran özellikleri nelerdir?

O, önce kim olduğunu bilmeli, kendini tanımalı, sonra da evreni okuyabilmelidir. O, kimdir? Kendini ve evreni nasıl okuyacaktır? Bedeninin ve evrenin dili mi vardır? Evet, vardır ve insan bunu başarabilir. Çünkü o, akıllı ve şuurlu bir varlıktır.

İnsanı anlatan kişiler kendileri dünyayı nasıl görüyorsa öyle anlatırlar. Kendi kişilik özelliklerini de bu tarifin içinde görebilirsiniz. Örneğin Freud, “İnsan, saldırgan ve yıkıcı bir varlıktır” diye tarif eder. Onu inceleyenler Fred’un karamsar bir kişilik bir yapısında olduğunu, esneklik gösteremediğini görürler (Engin Geçtan, Prof.Dr. İnsan olmak s.9) Bu tarif insanın gerçekleriyle uymayan bir anlatımdır ve insanları doyurmaz da. Çünkü insanda binlerce duygu vardır, onu yalnızca saldırganlık ile ifade etmek çok eksiktir. Bin maddeli bir kanunun bir tek maddesini sayarak onu anlatmak gibi yetersiz bir anlatımdır.

Cansız gibi insan, hayvan gibi insan, şeytan gibi insan veya insan olan insan, nasıl olunur? Biz hangisiyiz? Aklımız mı, duygularımız mı yoksa ruhumuz mu, vicdanımız mı bizim hangi tip insan olduğumuzu beliriliyor?

Bediüzzaman, insan olan insanı anlatmaya önce şöyle başlıyor:

*Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku! Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimâli var. (SÖZLER,33.Söz,31.Pencere)

*Hurdebinî bir hayvanın hasseleri insanın hasseleriyle muvazene edildiğinde, acip bir sır görürsün: İnsan, içinde Yâsin Sûresi yazılmış bir Yâsin Sûresi gibidir. (MEKTUBAT/Hakikat çekirdekleri)

*Ve insan olan bir insandan sor; bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı. Sen de dikkat etsen, okuyabilirsin.(SÖZLER,24.Söz)

İnsan şuurlu bir varlıktır. Kendisinden başka şuurlu varlıklar da vardır. O, aynı zamanda akıllı bir varlıktır. Ama onlar arasında hayatın sırrını,

Yaratılış gayesini çözebilecek olan tek varlık insandır. Öyleyse o, aklını kullanarak önce kim olduğunu anlamaya başlamalıdır.

*İnsanlardan hayatın sırrını anlayanlar. (LEMALAR,30.Lema)

Hayatın sırrını çözmek gerek. Çünkü yaratılmış sanatlı varlıklar içinde en sevimli ve yüce varlık canlılardır. Canlılar içinde en sevimli ve en üstün olanlar ise şuurlu varlıklardır. Şuurlu varlıklar içinde de kapsayıcılıkları yönüyle en sevimlileri insanlardır. İnsanlar içinde en sevimlileri ise, yeteneklerinin hepsini geliştirenler ve evrendeki tüm varlıklar üzerinde görünen, tecelli eden mükemmellik örneklerini gösterebilenlerdir.

*Masnuât içinde en sevimli ve en âlî, zîhayattır. Zîhayatlar içinde en sevimli ve âlî, zîşuurdur. Ve zîşuurun içinde câmiiyet itibâriyle en sevimli, insanlar içinde bulunur. İnsanlar içinde istidadı tamamıyla inkişaf eden, bütün masnuâtta münteşir ve mütecellî kemâlâtın nümûnelerini gösteren ferd, en sevimlidir. (SÖZLER,31.söz)

İnsan hayatı Kudret kalemiyle yazılan bir mekubun kelimeleri, hikmetli sözleridir. Allah’ın güzel isimlerini gösterirler, O’nun tek oluşunu ve kimseye muhtaç olmadığını gösteren delillerdir. Hayatın mutluluk içinde geçmesi o aynada görünen Ezeli Güneşin yani Allah’ın nurunu hisstmekle olur. O’nun aşkıyla kendinden geçmekle kazanılır.

*Hayatın bir kelime-i mektûbedir, kalem-i Kudretle yazılmış hikmetnümâ bir sözdür; görünüp ve işitilip, Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder. İşte hayatının sûreti, bu gibi emirlerdir.

Şimdi, hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete aynalıktır. Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyetle, Zât-ı Ehad-i Samede aynalıktır.

Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip, sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir, Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir, kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir.(SÖZLER,11.söz)

Evrendeki döngü cansızlardan, bitkilere, bitkilerden hayvanlara, hayvanlardan insanlara doğru hareket ve değişim halindedir. Cansız varlıklar bitkilerin, bitkiler hayvanların, bitkiler ile hayvanlar birlikte insanların faydalanışına verilmiştir ve onların yardımına koşturulurlar. Evrenin en uç neticesi hayattır. Hayatın en uç noktası ruhtur. Ruhun en son neticesi şuurdur. Şuurlu varlıklar içinde kapsama alanı en geniş olanı ise insandır. Hayat, ruhun emrinde, ruhlar ise insanın emrindedir ve ona yardım ederler.

*Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır. Ve hayatın en müntehap hülâsası ruhtur. Ve zîruhun en müntehap kısmı zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata musahhardır ve onun için çalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar için dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara yardım ediyorlar. (ŞUALAR,3.Şua)

İnsanın vücudunda çok önemli organlar ve uzuvlar mevcuttur. Bunları yaratmak sonsuz bir kudret ister. Hücre çekirdeklerindeki kromozomlar üzerine genler yerleştirilmiştir. Genlerde ise DNA adı verilen çok önemli programlar yazılmıştır. O, bu haliyle yüksek donanımlı, canlı bir bilgisayara veya makineye benzer.

İnsanın içine evrenin ve kendisinin sırlarını açacak çok özel anahtarlar konmuştur. İnsanların donanım ve yazılımları birbirine benzese de herkesinki farklıdır, kendine özeldir. Bu donanımların ve programların işlevlerini araştırıp bulmak insanın görevidir.

*insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazât ve kaderden kıymetli programlar tevdî edilmiş (SÖZLER,23.söz)

İnsan olan insan olabilmek için aşağıda anlatılacak özellikleri kazanıp ona göre yaşayıp öyle de bu dünyadan iz bırakıp ayrılmak gerek.

*Evet, mâdem bu kâinatın en mühim neticesi ve mâyesi ve hikmet-i hilkati hayattır; elbette o hakikat-i âliye, bu fânî, kısacık, noksan, elemli hayat-ı dünyeviyeye münhasır değildir. Belki, hayatın yirmi dokuz hâssasıyla mahiyetinin azameti anlaşılan şecere-i hayatın gâyesi, neticesi ve o şecerenin azametine lâyık meyvesi, hayat-ı ebediyedir ve hayat-ı uhreviyedir ve taşıyla ve ağacıyla, toprağıyla hayattar olan dâr-ı saadetteki hayattır. Yoksa, bu hadsiz cihazât-ı mühimme ile teçhiz edilen hayat şeceresi, zîşuur hakkında, hususan insan hakkında, meyvesiz, faydasız, hakikatsiz olmak lâzım gelecek. Ve sermâyece cihazâtça serçe kuşundan meselâ yirmi derece ziyâde ve bu kâinatın ve zîhayatın en mühim, yüksek ve ehemmiyetli mahlûku olan insan, serçe kuşundan, saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aşağı düşüp, en bedbaht, en zelîl bir bîçare olacak. (SÖZLER,10.Söz)

risalehaber

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.