Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Gençliğin yeniden keşfi

Gençlik, bir toplumun geleceğidir, bir toplumun yarınki fotoğrafı, bugünkü gençliğidir. Gençlikle ilgili programlar yapılmadan, yarınla ilgili programlar yapılamaz.

Bir düşünce veya inançla ilgili bir denetim sağlamak istendiğinde önce gençliğin, sonra çocukların bağı o düşünce ve inançla denetim altına alınır.

Kimi süreçlerde olgun nesilden umut kesildiğinde denetim, baskı programları sadece genç ve çocuklarla ilgili yapılır. Nitekim yakın bir dönemde Tacikistan, geçmişte ise İslam’a yönelik tedbirler geliştiren bütün ülkeler İslam’a yönelik yasakları genç ve çocuklara karşı yürürlüğe koydular.

İslam’ın ilk nesli genç bir nesildir. Rasulullah (s.a.v)’ın etrafında ilk toplananlar da, Medine’de ona en büyük desteği verenler de gençlerdir.

Rasulullah (s.a.v), gençliğin ıslahına büyük önem vermiş gençlerle bizzat ilgilenmiştir. Bütün mesailerini İslam aleyhinde dolaplar çevirmekle geçiren Medine münafıklarının sıkıntılarına, onların genç ve çocuklarını kaybetmemek için katlanmıştır. Münafık önderlerin çocukları, Rasulullah’ı evlerine davet ettiklerinde Rasulullah (s.a.v) icabet etmiş, onların gençlerinin gönlünü kazanmak için hastalıklarında geçmiş olsun ziyaretinde, ölümlerinde taziyelerinde bulunmuştur.

Rasulullah (s.a.v)’ın tutumunda nesiller arasında  bir fark gözetme, kişilerin aileleriyle, kabile büyükleriyle birlikte değerlendirildiği, bireyin aile ve kabileye karşı bağımsızlığının neredeyse hiç olmadığı bir devirde, gençleri kendi aile ve kabilelerinden farklılaştırma söz konusudur.

Rasulullah (s.a.v), “babasının oğlu” “kabilesinin adamı” anlayışını hem Mekke’de hem Medine’de yıkmış, Mekke’de gençleri kendi aile ve kabilelerine rağmen kendi etrafında toplarken, Medine’de münafıklığın süreklileşmemesi, babadan oğula geçerek kurumsallaşmaması için de gençlerden yararlanmış, gençler ile kurduğu bağ ile münafıkların evinde İslam iktidarı oluşturmuş; Abdullah bin Ubey gibi bir münafık önder öldüğünde, onun evinin iktidarı Rasulullah’a muhabbetle bağlı, hayatını salih amelle dokumuş evladına kalmış.

Gençliğe değer vermek Rasullah’ın sünnetidir. İslam’ın gençlik üzerinden ihya olması yüce Allah’ın Müslümanlara bir lütfudur. Ancak lütfun olduğu nokta, aynı zamanda imtihan noktasıdır, musibet noktasıdır. Şükredilmeyen bir nimet, musibet sebebidir.

İslam’ın ihyası gençliğin eliyle gerçekleştiği gibi İslam’ın felaketleri de gençlikle ilgili olmuştur.

İslam’ın geleceğine el koymak isteyenler, Müslümanların gençlerinin akıl ve gönlüne el koydular. Müslümanların hayat tarzını değiştirmek isteyenler, Müslümanların gençlerinin hayat tarzını değiştirmeye çalıştılar. Ne yazık ki bu çalışmalar çoğu zaman çoğu yerde amacına ulaştı. Müslümanlarla gençlik arasına mesafe girdi. İslam, yaşlıların bir etkinliği haline geldi. Pek çok toplumda kişiler dindarlaşmak  için yaşlanmayı bekledi, gençlikteki dindarlaşmayı erken dindarlaşma, zamansız dindarlaşma olarak gördü.

Kişilerin bir hesabı var olduğu gibi toplumların da bir hesabı vardır. Kişiye “Gençliğini nerede tükettin?” sorusu yöneltilirken toplumlara “Gençliği” nasıl değerlendirdin sorusunun yöneltilmesi de mümkündür. Gençliğini doğru değerlendirmeyen birey, olgunluk döneminde sorunlarla karşılaştığı gibi, gençliğini iyi yetiştirmeyen bir toplum da sorunlarla karşılaşır. Geleceğin büyük toplumları, bilgi çağının gereğini dikkate alarak gençliklerini iyi yetiştiren toplumlar olacaktır.

AKSİYON GENÇLİKTİR

Tanzimat’tan sonra İslam dünyasını siyasi anlamda aşama aşama tasfiye süreci başlatıldığında toplumsal güveni kazanmış, toplumun geleceğine yön verecek ailelerin gençleri Batı’ya burslu öğrenci olarak gönderildi. Kimi, hayatını cepheden cepheye koşarak Allah yolunda vermiş şehitlerin; kimi, medreselerde başkalarının hayatında berekete vesile olurken ahirete irtihal etmiş alimlerin; kimi, toplumu adaletle yönetmiş idarecilerin ardında kalan yetimlerdi. O dönemde ümmetin yetim gençleri, ümmetin en zeki gençleri, ümmeti ümmet olmaktan uzaklaştırma sürecinin kalfalığına aday yapıldı. Yaklaşık yüzyılı bulan bu sürecin ardından yaşanan Balkan savaşları, I.Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşları ve kıyamlarda şuurlu gençlik adeta tükendi.

Yeni dönemde gençlik, büsbütün İslam’dan uzak, büsbütün Batı’ya hizmet edecek tarzda yetiştirildi. Tasarlanan gençlik, dini düşman gören bir gençlik olunca, 1950’li yıllara kadar dinini evde bırakıp dışarı çıkan bir gençlik bile toplumun takdirini kazandı. Anne-babalar, oğlum-kızım evinde Müslümandır, başkalarınınki gavurluğunu eve de getiriyormuş, anasının namazına bile karışıyormuş diyerek, hallerine şükretmenin yolunu arıyorlardı. Bu aslında “Ortadoğu” koşulları için yetiştirilmiş, ideolojik olarak boş bir gençlikti, temel özelliği memnuniyet görevi üstlendiğinde kendisine verilen her emri hiçbir değerle tartmadan yerine getirilebilecek bir yapıda olmasıydı. Diğer bir ifadeyle bu emir kulluğu süreciydi. Üstad Bediüzzaman, Süleyman Hilmi Tunahan gibi büyükler ve Şark’ta gizlice açık kalmış birkaç medrese büyüğünün hizmetleri bir kenara bırakılsa, hiçbir İslami aksiyonun görülmediği o dönemde, İslami bir gençlikten söz etmek mümkün değildir. Aksiyon gençliktir, gençliğin olmadığı yerde aksiyon da yoktur.

Üniversite ve diğer okullarda İslami bir kimlikle öne çıkan ilk gençler, ancak 60’lı yıllarda görülmeye başlandı. O güne kadar sabırla yürütülen hizmetler meyve vermiş, toplumun içinde sinmiş olan İslami şuur uyanmış, Tanzimat’tan beri topluma yön verenler telaşlanmışlardı. Aslında tam bir kıtlık dönemiydi, öyle ki Ali Fuat Başgil gibi sadece muhafazakâr bir profesörün yazdığı “Gençlerle Baş başa” kitabı bile, susuzluktan çatlamış toprağa hayat verecek bir yağmur gibi görülmüş, dindar gençler arasında elden ele dolaşmıştı.

70’li yıllarda 90’lı yıllardaki bereketi getirecek Metin Yüksel gibi gençler artık en ön saftaydı. Esas olan gençliğin kimi zaman taşkınlıklar yapsa da koşması, yaşlıların onlara yol gösteren ve tedbiri hatırlatan bir konumda olmasıdır. O yıllarda İslam adına böyle bir manzara oluşmuştu. Bu sayede İslam’ın sesi, büyük şehirlerin üniversitelerinden kenar semtlere hatta en ücra köylere ulaştı.

1950’lilerin sonuna (27 Mayıs 1960 İhtilaline kadar) gençliği emir kulu olarak yetiştirmeyi yeterli gören resmi program, 1960 ihtilali ile gençliği solcu ve onun karşısında sınırlı bir kesim alarak kafatasçı ırkçı olarak ayarladı. 1970’li yılların İslami gençliği, bu resmi programa ‘La(hayır)’ olarak yetişti, ona rağmen boy verdi. O iki zıt gençlik, memleketi yıkıma doğru götürürken, anarşizme boğarken, İslami gençlik memleketi inşa yönünde yol aldı. 90’lı yıllara gelindiğinde bu coğrafyanın üniversite ve diğer okullardaki gençliği, tasarlanan, niteliği resmi programla belirlenen bir gençlik değil, özüne İslami değerlere bağlı bir gençlikti. Okulların, semt kasaba ve köylerin en gözde gençleri dindar gençlerdi, memlekette yetişen her zeki genç, dindar bir genç olmaya adaydı.

Sürekli gözlem ve tespitlerle gençliğin durumunu görenler, gazete ve dergilerin yanında televizyon programlarında açık bir dille “Yarının Türkiye’si bizim gibi yaşayan bir Türkiye olmayacaktır. Bu gençliğin yönettiği bir Türkiye, “Çağdaş” değerlerin Türkiye’si olmayacaktır” demeye başladılar.

Bütün Takrir-i Sükünvari tedbirler gibi ilk tedbirler yine Şark’ta alındı, 28 şubat orada çok erken başladı; sonra takvimdeki sayfasını bulup 1997’de tüm Türkiye’ye yayıldı. Bugünlerde yargılanması yapılan o süreç, eski Türkiye’ye yapılan bir suni teneffüs gibiydi, kalp krizini atlayacak olan bünye 1970’li yıllardan bu yana yaşadığı İslami aksiyonu unutmakla kalmayacak, daha büyük bir hafıza kaybıyla 1950 öncesine dönecekti. Ne varki tıbbın böyle bir yeteneği olmadığı gibi sosyal bilimlerin de böyle bir mühendislik başarısı göstermesi mümkün değildi. Ancak topluma şoklar yaşatmak da mümkündü.

GENÇLİK YENİDEN KEŞFEDİLİYOR

28 Şubat’ın şok sürecindeki manzara gerçekten hazindi. Birkaç yıl öncesine kadar Mardin şehir merkezi gibi yerlerde bile başı açık yaşlı bir kadının etrafında İslami tesettüre bürünmüş, üniversiteli, liseli genç kızlar görmek sıradan bir şehir hali iken, 28 Şubat’la beraber durum tersine döndü.

Ankara’da tesettürlü anneler, olabildiğine modern bir giyim içindeki kızlarını okula getirirken, kızlarının halinden utandıklarını açıkça söylüyorlardı. 2000’li yılların başında bazen bir müftü, bazen bir imam Hatip öğretmeni evdeki çatışmayı, daha doğrusu boyun eğmeyi kimi zaman ağlayarak anlatıyordu. Ben hükmedemiyorum, bir de siz ders esnasında, ders sonrasında birkaç söz söyleyin, hidayet Allah’tandır, diyorlardı.

Gençliğe yön verenler, sinmiş-sindirilmiş; birkaç yıl öncesine kadar çocuğunun geleceğini dindarlaşmasında gören, devrine göre renk alan aileler kötü örnek olmuş, dönemin koşullarına göre fetva versin diye ilahiyatlarda asistanlığa tayin edilip profesör oluvermiş hocalar, kafa karıştırmış ve İslami gençlik büsbütün bir durgunluk sürecine girmişti.

Hemen ardından yaşanan iktidar değişimi de uzun yıllar çok şey değiştirmedi. Yeni dönemde İslami gençliğin kimi halleri abartıldı, ona karşı tedbir süreci devam ettirildi. Dindar bir gençlik illa olacaksa emin ellerde olsun diye, sadece küresel sistemde akredite olmuş, dar bir kesimin gençlik hizmetlerine izin verildi. Gençliğin aksiyonu bu tedbir ortamında bir daha sol-anarşist çevrelere kaldı.

Gençlik, her zaman yanlışlar yapmaya adaydır; Huneyn Savaşı’ndan sonra Ensar gençliği bile nahoş sözler söylüyor da Allah’ın Resulü Ensar’ın akil adamlarını toplayıp durumu kontrol altına alıyor. Halbuki yakın bir döneme kadar da bir çevre dışında İslam adına nerede İslami bir hareketlilik görülse 28 Şubat süreci canlı tutularak oraya müdahale edildi, sol gruplar rahat bırakılırken değişik kuşkular harekete geçirilerek, İslami bir gençlik için çabalayanlar baskı altına alındı. Buna 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda gençliğe yön verenlerin heyecanlarını bürokraside ilerlemek için kullanmaları da eklenince, İslami gençlik kavramı neredeyse tarihe karıştı. Artık gençler önde koşmak bir yana, arkada bile sürüklenemiyorlardı.

Her sorun bir fırsattır, derler. Gezi olayları, kafalara değen birer taş oldu, bürokraside kendini yitirmiş, gazete köşelerinde kendisini solcu yazarlarla tartışmaya adamış eski isimleri gaflet uykusundan uyandırdı gibi. En azından gazete köşelerinden okunabildiği kadar bugün o isimler, gençlik yıllarının İslami gençliğini arıyorlar; bu süreç böyle işlerse yarınımız tehlike altında, diyorlar. Daha dün kendilerine; “Sol çevreler, klasik çizgilerini sürdürdükleri gibi İslami kesimleri de taklit ederek “ev sohbeti” türünde gençlik etkinlikleri bile yapıyorlar,” dindiğinde gülüp seçiyorlardı.

Inşallah gezi süreci hayra döner, Ankara’da, İstanbul’da neredeyse tarihe karışan hizmetleri geri getirir. Iktidar Partisinin milletvekilleri, özellikle önceki dönem milletvekilleri arasında gençliği sürükleyecek hatipler vardır, Bülent Arınç onların en bilinenleridir, siyaset emekliliği Ankara’da, İstanbul’da gençlik hizmetlerine dönüşürse hem günahlara kefaret olur, hem bu hizmetten bütün İslam dünyası kazançlı çıkar.

Yazımı yazarken vefat haberini gazetelerden okuduğum İslami bir gençliğin  yetişmesinde büyük hizmetleri dokunan, emekli vaiz, Muradiye vakfı kurucusu Rıza Güllüoğlu hocaya Allah’tan rahmet, sevenlerine sabr-ı cemil diliyorum.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.