Fikret GÜLTEKİN

Fikret GÜLTEKİN

Gerçeği Görme Zamanı Gelmedi mi Ey Kavmim!?

“Kürt halkının bugüne kadar gördüğü ve bugün de sürüp giden zulmü yaşayan bir başka halkın var olduğunu sanmıyorum. Bunun yanında, Kürtler gibi geçmişin acılarından, ibret dolu olaylardan ders çıkaramayan bir başka halk da yok. Bu nedenle de Kürtler, tarihin akışı içinde Ortadoğu üzerinde büyük güçler arasındaki çatışmaların hep tutsağı oldular. Bir diğer deyişle, emperyalist güçler, Kürt meselesini kendi aralarındaki çıkar çatışmasında birbirlerine karşı koz olarak kullandılar; onların acıları pahasına kendi aralarında antlaşmalar yaparak, topraklarını paylaştılar.”

Bu sözler 2003 yılında Mesud Barzani tarafından dile getirilmiş. Yeryüzündeki Kürtlerin toplam sayısı 25 milyona yaklaştığı halde, bu nüfus yoğunluğuna sahip devleti olmayan bir başka ırkın da yeryüzünde olduğuna şahit olmadık.

Bu yoğunluğa rağmen çekmiş oldukları acılar ve bu acılardan ders çıkarmayışlarının altında birçok sebep yatmaktadır.

Kanaatimizce bu sebepleri en güzel izah eden Üstad Bediüzzaman’dır. Fakirlik, cehalet ve ihtilaf… Bahusus Kürtler bu üç hastalık sebebiyle yıllarca istisnalar hariç başkası gibi düşünmekten, başkası gibi yaşamaktan kendilerini kurtaramadılar. İnisiyatiflerini görmüş oldukları zulümleri bertaraf etmek adına ortaya çıkan güçlere teslim ettiler. Bu güçlerin onlara ne verdiğine bakmaksızın zehire bulanmış balı her seferinde almaktan çekinmediler.

Şu an da Kürdistan’ın birçok yerinde bu tarihi yanlışlık yine yapılıyor. Özellikle Türkiye ve Suriye’de sözde Kürtlerin hamisi olarak ortaya çıkanların aslında Kürtlerin temel hassasiyetleriyle hiç de uyumlu yapılanmalar içinde olmadığı aşikardır. Durum bu olunca Kürtler, tarihi hatalarını yeniden yapmaya devam ediyor ve emperyalist güçlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarında aktör olmak yerine figüran olmayı tercih ediyorlar.

 

Şair’in dediği gibi:

Çikas heyfin e wan loka/Ne kadar da acınacak durumdalar bu zavallılar

Dixapın ve kî zarokâ /Çocuklar gibi kandırılıyorlar

Didin bervan qutê çuka /Önlerine kuşyemleri konulur

ji van digrin mal u mülka /Buna karşılık kendilerinden yığınla mal mülk alınır

 

Kürtlerin toplumsal gerçeklikleri istisnalar dışında böyle olmuşsa da onların içinden çıkan Kürd mücahidler, abidler, âlimler katiyetle sadece Kürtlerin değil tüm Müslüman toplumların tarihine şekil verenlerden olmuşlardır. Hiçbir ırkın içinden çıkmadığı kadar Kürtlerin içinden alim, mücahid, abid şahsiyetler çıkmıştır.

 

Selahaddin Eyyübi, Melayi Ciziri, Ahmedi Xani, Mevlana Halidi Bağdadi, Şeyh Saidê Palevi, Salih Begê Hênî,  Üstad Bediüzzaman… Bu şahsiyetlerden en çok öne çıkanlardır.

Selahaddin Eyyübi 88 yıl süren Kudüs İşgalini sonlandırmakla bütün Ümmetin iftiharı olmuştur.

Melayi Ciziri Allah ve Peygamber aşkını tüm âlemin gönlüne nakşetmeyi bilmiştir.

Mevlana Halid, mükemmel disiplin ve uygulamalarıyla tasavvuf ve teşkilatlanmanın birlikte olabilirliğini tüm İslam âlemine göstermiş. Kafkasya’dan Afrika’ya, Asya’dan Avrupa’ya çok sayıda mürid edinmiş, onlar vasıtasıyla ora halklarını tarihin akışını değiştirecek bilince ulaştırmıştır.

 

Şeyh Said Efendi, açtığı bayrakla zulme ve tuğyana karşı durmanın gerekliliğini haykırmış, Şeriat-ı Garra’ya canını feda ederek coğrafyamızda mükemmel bir örnek sergilemiştir.

Şeyh Said hazırlığını yapıp evden çıkacağı zaman hanımı ona şöyle der:

“Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun.” Bu soru karşısında Şeyh Said tarihi cevabını şöyle verir:

- Eğer ben ve bu bastonum yalnız da kalsak ben yine bu kafirlere karşı çıkacağım. Ne ben Hz. Hüseyin’den daha değerliyim ne de benim ailem onun ailesinden daha kıymetlidir…”

Sonra yine bir Kürd alim, abid, mücahid olan Üstad Bediüzzaman’ı görüyoruz. Leduni ilminden neşrettiği eserleriyle sadece Kürtlerden değil onlarca ırktan milyonlarca insana hidayet kapısını aralayan Üstad…

31 Mart 1909’da Ermenilerin ve Rumların tertiplediği 31 Mart provokasyonu yaşanır. On beşe yakın âlim provokasyon bahane edilerek şehit edilir. Bediüzzaman da tutuklanıp mahkemeye alınır. Hakim sorar:

 “Sen de şeriat istemişsin.”

Bediüzzaman şöyle cevap verir:

“Şeriatın bir hakikatine bin canım olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat sebeb-i saadet, adaleti koruma ve fazilettir.”

 

Evet, bu zatlar yüz milyonlarca insanı etki alanına almış onlara öncülük etmişlerdir. Ümmeti bir bütün olarak değerlendirmiş ve kulluk vazifelerini bir alan veya coğrafya ile sınırlandırmamışlardır. Bundandır ki bu şahsiyetler sadece Kürtlerin arasında değil, birçok farklı ırkın öncüleri konumundaki zatlara da rehberlik etmişlerdir. Vazifelerini yapmış, Şeyh Said gibi neticesini düşünmemişlerdir.

Tüm bunlarla beraber bir ırkın sahip olduğu coğrafyayı red ve o ırkın sünnetullah’ın bir gereği olduğu gerçeğinin inkârı asla kabul edilemez.

 

Sonuç olarak, ırkın ve coğrafyanın varlığını red edenler ne kadar suçlu ise, cehalet, fakirlik ve ihtilaf ile mücadele etmeyip kendilerini uluslararası güçlerin piyonu haline getirenler de o derece suçludurlar. Atalarımızın hangi ilkelere sadık kalarak dünyaya hükmettiklerine bakmaksızın geçici çözümlerle kendilerini kurdun dişlerinden kurtarıp kavmine ihanet edenlerin insafına terk edenlerin gerçeği görme zamanı gelmedi mi acaba?

Şair ne de güzel söylemiş:

Ma ne ‘eyb e li gevdê ke

Ku hê xel têkeve ser me

Gelek fediye gelek şerm e

Ku rovî şêr bike terme

(Bu iri gövdemize rağmen

Yabancının bizi yenmesi ayıb değil mi?

Tilkinin aslanı yenmesi

Büyük bir ayıp ve utanç vesilesi değil mi?)

 

Allah’a emanet olunuz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.