Hastalanan kişi, gelininiz değil kızınız!

Evli kızının rahatsızlığına rağmen, damadın ailesinin, kötü davrandığını belirten hanımefendi okuyucumuz şöyle diyor:

“Kızım, üç yıldır evli. Evlendikten bir kaç ay sonra aniden başında bir ur tespit edildi. Sürekli tedavi görüyor ve moralinin hiç bozulmaması gerekiyor. Allah razı olsun, damat, kızıma çok iyi bakıyor. Ben ondan razıyım. Bana hürmette de kusur etmiyor.

Ama damadın anne babası, kızımın bütün moralini alt üst ediyorlar. İki evleri vardı. Birinde kendileri oturuyor. Diğerine de, düğünleriyle beraber bizim kızla damat geçtiler. Kira filan da istemediler. Kızımın hastalığı ortaya çıktı, iki ay geçmedi, kira istemeye başladılar. Neyse bunlar kirayı verdiler, bu sefer de, kızımın evinden çıkmıyorlar sonra da diyorlar ki, ‘oğlumuz öksüz yetim gibi, ne yemek yapan var, ne ortalığı toplayan.' Güya oğullarının fikrini bulandırıp, kızımı bırakması için türlü türlü film çeviriyorlar. Üstelik daha nişanlılarken, eşim, damada iş buldu. Düğün masraflarını da ev eşyalarını da hep biz karşıladık.

Hısımlarla aramız ilk başta çok iyi idi. Ancak kızımın hastalığından sonra bizi tam bir yabancı gibi görüyorlar. Sanki biz onun hasta olduğunu biliyormuşuz da onlardan saklamışız diye suizanda bulunuyorlar.

Hastalıkla üzüldüğümüz yetmezmiş gibi, bizi adeta sahtekâr görüp itham etmeleri belimizi büktü. Damat iyi olmasa, kızımı bir gün bile onlarda bırakmam. Kızımın da en çok morale ihtiyaç duyduğu böylesi bir halde onlara beddua ediyorum, içim parçalanıyor..”

“Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır.” (Lokman 34)

Yarın, kimin hangi hastalığa yakalanacağını kimse bilemez. Hiç birimizin bir an sonrasına dair hiçbir garantisi yoktur. Alıp verdiği her nefesle ölümüne biraz daha yaklaşan insanın değeri, sadece kendi başına gelenlerden ders çıkarmasına değil, başkasının yaşadıklarını da doğru ölçüp biçmesiyle alakalıdır. Aldanmanın en hızlısı da bu noktada gerçekleşir. Yakınındakiler imtihan olunurken kendisinin de bu durumla sınandığını idrak edemeyen kimse, zavallı bir müflistir, mücrimdir, müznibdir.

Öncelikle, kaynana ve kayınbaba, gelinlerini kendi kızları olarak görmeliydiler. Kendi öz çocuklarının eşini yabancı/el kızı görüp, her anne babadan beklenen insani muameleyi gelinlerinden esirgemeleri öyle bir hastalıktır ki, beyindeki ur dahi, belki bundan daha hafiftir. Daha da ötesi, hasta oldu diye, oğullarına, onu boşamasını telkin etmeleri, çok daha dehşet verici bir marazdır. Bırakın normal insanları, hayvanları bile utandıracak bir alçalmadır.

Kendine ait zannettiği bir takım mal, mülk, makam, şöhret, gelir, evlat, çevre, yetenek, başarı, alkış, düzen vs. beşeri, insan yapmaya yetmez. İnsan olmanın en asgari şartı, başkasının haliyle ne kadar alakadar olduğunu fark etmesine bağlıdır. Kaldı ki, oğlunun ızdırabını kendi acıları sayıp sahiplenmek yerine ona taştan bir kalp takmaya çabalamak, maazallah, Allah'ın şefkat ve merhametini göğe savurup atmak gibidir.

Damadın uygun bir dille hatırlatarak anne babasını sarsması icap eder. Hatta elini uzatıp, onları düştükleri çukurdan çıkarmak için çalışmalıdır.

Yine şifaya ihtiyaç duyduklarını bilmek, hısımları büsbütün terk etmeyi değil, zulümlerinden vazgeçmeleri için hikmetle ve sabırla, onlarla ilgilenmeyi gerektirir.

Dua bekleriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.