HDP'de ikinci şok dalga

İnsanoğlu zirvedeyken kusurları göze pek batmaz, yakınları tarafından görülmek istenmez. İnişe geçtiğinde ise bir anda devran değişir. Bireyler için geçerli olan bu durum parti ve cemaatler için de geçerlidir.

Dün Fethullah Gülen'in arkasında namaz kıldığını ballandıra ballandıra anlatanlar, bugün o namazlarının kazasını kıldıklarını söylemekten imtina etmedikleri gibi dün çocuklarının Fethullahçı olması için çaba gösterenler, bu gün yapıdan uzak tutmak için eskisinden kat be kat çaba sarf ediyorlar.

Haziran başında HDP'ye oy vermeyi “aydın olma” emaresi sayanların bugün “sahi HDP, terör örgütü PKK ile arasına neden mesafe koymuyor” derken sanki dün oy verenler kendileri değilmiş gibi konuşuyor, üstüne üstlük oy verenleri aşağılayıcı bir dille eleştirme cesaretini dahi kendilerinde bulabiliyorlar.

Bu durum, tabi ki yalnız seçmenle de sınırlı kalmıyor.

1 Kasım'da HDP listelerinde ilk başta gösterilmeyen, ancak daha sonra İmralı kontenjanı olarak listeye eklenen Altan Tan da geçen hafta üst perdeden HDP'ye yönelik eleştiride bulundu, ardından bu eleştiri Demirtaş ile aralarında ciddi bir polemiğe dönüştü. Bunun üzerine HDP'nin trolleri Altan Tan'ı şeytanlaştırma yarışına girdiler. Demirtaş'ın kardeşinin lüks otelini görmeyen sanal kahramanların, Altan Tan'ın mal varlığı üzerinden saldırıya geçmesi, akıllara Ahmet Kaya'nın “bu yaman çelişki anne” dizelerini getire dursun, bu olayın üzerinden bir hafta bile geçmeden ikinci bir eleştiri dalgası geldi.

HDP Siirt milletvekili Kadri Yıldırım da HDP'ye Altan Tan'a yakın bir eleştiride bulundu.

Kürt partisi olduğunu iddia eden, ancak vekillerinin yarısından fazlası Kürt olmayan HDP'nin içinden gelen ikinci eleştiri, yazının başında belirttiğimiz gibi inişe geçen yapıya savrulan tekmelerin numuneleridir. HDP Siirt Milletvekili Kadri Yıldırım, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında, partisini adeta topa tuttu.

Eleştiriler geç de olsa hakikati görmek mi yoksa kullanılıp bir kenara atılmanın verdiği öfke midir bilinmez, ancak hakikatin ifadesi olduğu muhakkak.

"Müslüman Kürt halkının haklı bazı beklentileri vardır. Parti olarak bu beklentileri dikkate almak zorundayız" derken “günaydın” demek icap ederdi. Bunca zamandır “Müslüman Kürt halkının beklentilerini görmeyen, görmezlikten gelen Kadri Yıldırım her ne olduysa bir anda Müslüman Kürt halkının beklentilerini hatırladı.

Aksi uygulamaların dindar Kürtlerin ‘haklı olarak' HDP'den soğumasına yol açtığını savunan Yıldırım: “Aradığını partimizde bulamayan ve partimizden soğuyan dindar Kürtlerin adres olarak nereye gideceklerini söylememe gerek bile yoktur. Dolayısıyla halk kendini, milliyeti ve dini arasında bir tercih yapmakla karşı karşıyaymış gibi ikilem içinde görmemelidir. Partimiz bu konuda ciddi tedbirler almalıdır. Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da rakip siyaset bunu asla affetmeyecek ve aleyhte kullanmaktan çekinmeyecektir. Bugün MHP dâhil olmak üzere Meclis'teki partilerde değişimin gereğine inanılıyorsa HDP'nin bundan geri kalmak istemesi veya dindar Müslüman Kürt halkının beklentilerini önemsememesi düşünülemez. Bize düşen bu yapıcı eleştirilerimizi halkımızla paylaşmaktır."

“Kürtlerin adres olarak nereye gideceklerini söylememe gerek yoktur” diyen Kadri Bey, endişesinde samimi olsaydı, Kürtlerin onun düşündüğü adrese yönlendirilmesi gerektiğini de belirtirdi. En azından Kürtlerin maslahatını düşündüğünde, ahiretlerinin heba olmasından endişe duyduğunda Kürtleri olmaları gereken adresten HDP'ye kaydırmanın nasıl bir vebal olduğunu biliyordur.

Virane olan Kürt şehirlerindeki etkisini düşünüp vicdan da yapmış olabilir.

Konuşmasının devamında "Rengi, dili, dini, cinsi ne olursa olsun insan hakları noktasında herkes eşit insan haklarından yararlanmalıdır. Bileşen veya bireylerimizin LGBT eylemlerinde, yürüyüşlerinde, Ramazan ayı ki bu İslam kutsallarından birisidir, hakaret edildiği bir ortamda partimiz adına orada bulunmaları ve bu hakarete ses çıkarmamaları gizli bağlamda sanki bu yapılanları benimsiyor gibi oluşuyor. Halkımız bundan rahatsızlık duymaktadır.” derken partisinin LGBT-İ eylemlerini benimsemediğini mi iddia etmek istiyor.

Yani burada da bir şark kurnazlığı var. “Böyle değiliz de halk bizi böyle sanır” gibi sinsi bir söylem söz konusu.

7 Haziran'da Kadri Bey Siirt'ten aday iken HDP'nin Eskişehir adayı Barış Sulu'nun durumundan habersiz miydi ki şimdi sulandırmaya, dahası mide bulandırmaya çalışıyor.

Aynı partinin iki adayı idiniz Kadri Bey, HDP'nin MKYK'sı bu konuşmalarınızdan sonra Barış Sulu'nun değil sizin üzerinizi çizer.

Eee öyle olunca partinin de kime daha yakın olduğu anlaşılır. Veya bu durumu LGBT-İ eylemlerinin ön safında bulunan Sırrı yoldaşına sor, Sırrı işin sırrını size net bir dille anlatır.

Garo Paylan'a da sorabilirsiniz. Ziya Pir'e veya Kürtlere korkunç katliamlar uygulayan Bursalı Kadri Ahmet Kürkçü'nün torunu Ertuğrul Kürkçü'ye de sorabilirsiniz. 

Hem bak senin sesin Altan Tan'ınki kadar gür de çıkmaz, sesini kısarlar sonra.

Demedi deme!

Açıklamalarında devamla “Ramazan ayında oruç tutmak, Müslüman için farzsa tutar. Bir birey oruç tutmadığı zaman bu kendisini ilgilendirir. Tutmamasını, ulu orta, tutanların inancına adeta saygı göstermeme şeklinde yapmaları partimize fayda yerine zarar vermektedir. Tutmuyorsa bir birey, saygı göstererek kendi evinde, odasında bunu yapması bana göre uygun olur. Geçen gün Genel Kurul yapılan binanın aşağısında mescit var. Öğle namazını kıldım. AK Partili arkadaşlarla beraber çıktık mescitten bahçeye doğru. Oradaki AK Partili milletvekili arkadaşlar, kamelyanın etrafından halka oluşturarak çay, kahve içenleri göstererek, ‘Kadri hoca sizin iftarınız galiba öğle vakti başlıyor' demeleri beni üzdü. Ne diyeceğim, nasıl cevap vereceğim? ‘Hepsi seferi, ilaç kullanıyor mu' diyeceğim? Hepsi kadın değil ki ‘kadınlık hallerine engeldir' diyeyim” demişsin.

İşte buna çok üzüldüm. Helvadan put yiyen müşrik karnını doyuruyordu, ancak şimdi müşrikler senin putunu yiyor ve sen acıklı acıklı seyrediyorsun.

Mevzu insanlık hali bilader, kadınlık haliyle kurtaramayacağını geç de olsa anladın.

“Bunlar bizi zor duruma sokuyor. Bocaladığımız durumlar meydana getiriyor. Bunların yapılması partimize zerre kadar fayda getirmiyor ama tonlarca zarar getiriyor. Kaldı ki devrimciliğin ve ilericiliğin ölçütü de ulu orta oruç yemek, içki içmek değil. Bunu yapanların yapacakları yerler kendi özel odaları ve evleridir" sözlerine sadece kargalar değil dinden imandan uzaklaştırdığınız bütün parti tabanı güldü ve şahsına özel “#OruçTutmadığıİçinMahçupOlanHDP'li” hastagını açtılar. Hastagının TT olmasına az kaldı.

Tabandaki karşılığını(!) görünce kasılmışsındır.

Hem Türkiye'de devrimciliğin şişe devirmek dine saldırmak olduğunu bilmeyecek kadar safsan ve isminin başında “prof.” gibi bir unvan duruyorsa o unvanı silmek gerekir.

TERÖRE LANET

Her türlü terör eylemine lanetle girizgâh yapalım.

“Bir masumun hatırına dokuz şakinin bulunduğu tekneyi batırmaktan imtina eden bir bilinçle; bırakın bir şakiye kastı, sadece ses getirecek bir eyleme imza atmak için halkın arasında bomba patlatan bütün örgütlere, partilere, bilumum şer odaklarına “Lanet gelsin!” diyelim

Sivil halkın ölümünü görmezden gelip bir iki polis veya askerin ölümünü sosyal medyada kahramanlık destanı gibi sunan zihniyete de lanet!

Onlara alkış tutan klavye kahramanlarına da lanet!

Her türlü kirli tezgâhı ideolojik yakınlığından dolayı sahiplenmeye çalışan, hakikate gözlerini kapatmış akademisyene, öğretmene, doktora lanet!

İhaneti hak diye belleten imamlara lanet!

Suruç'ta, Ankara'da, İstanbul'da, Çınar'da, Midyat'ta, Dürümlü'de…

Ülkenin değişik şehir ve köylerinde yola mayın döşeyenlere, üzerinde bomba patlatanlara, koca bir mahalleyi havaya uçuranlara lanet!

Terör örgütlerinin payandası olmuş, onları oy için arka bahçesi belleyen siyasi partilere ve bu partilerin liderlerine lanet!

Çocuklarının masumiyetine inanmamış olsaydım “evlerine ateş salınacak” beddualar da eder, Pensilvanya'daki bedduacıya beddualarını kullandığım için telif bile öderdim. Ancak dedim ya “bir masumun hatırına dokuz şakinin bulunduğu tekne batırılmaz” dersini Said-i Kürdi'den almışız.

İstanbul Atatürk Havalimanı'ndaki menfur saldırı öncesi ABD'nin, Türkiye'ye seyahat edecek olan vatandaşlarını terör saldırısı konusunda uyarması, eylemin neden, nasıl, niçin, ne zaman ve kim tarafından planlandığının da delili değil midir?

5 N 1 K'nın bütün sorularına cevap ortadayken kardeşkanından umut devşiren basiret yoksunu insanlara duadan başka ne yararımız olabilir.

Helak ile ıslah arasındaki çizgide iki yoldan birisini nasip eyle ya Rabbi!

MİRGÜN CABAS, NEYİN CABASINDA

Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali Geliş Bölümü'nde meydana gelen bombalı saldırıyla ilgili CNN'den kovulan Mirgün Cabas ve CHP İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel'in twitter paylaşımları gündeme bomba etkisi yaptı.

Cabas'ın kırktan fazla insanın hayatını kaybettiği, iki yüzden fazla insanın yaralandığı saldırı sonrası kanlı görüntülerin yayınlanmamasından rahatsızlık duyması, kan görmeye alışık bir matadoru akıllara getirdiği gibi kanlı görüntüler içindeki öküzü de hatırlatmıyor değildi.

CHP İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel'in Paris ve Brüksel saldırılarını kınarken Atatürk Havalimanı'nda gerçekleşen saldırı sonrası AK Parti'yi terörle işbirliği yapmakla suçlaması da tiyatral oyunun komik repliklerinden başka bir şey değildi.

“Yayın yasağı geldi, demek ki bir şey olmamış, hadi dağılalım” diyen Cabas'a kanlı görüntüler haz vermeseydi, böyle bir açıklama yapmazdı.

Paris saldırısı sonrası “Yeryüzünde insanlığa yönelen her türlü terörü nefretle kınıyorum. Bu acı tablo karşısında söylenecek söz bulmak zor” yine Belçika saldırısı sonrası “Belçika Brüksel'deki terör saldırılarını kınıyor, terörü ve terörden beslenen odakları lanetliyorum” sözlerinin sahibi CHP milletvekili Onursal Bey'in Atatürk Havalimanı ile ilgili “Atatürk Havalimanındaki terör saldırısını ve işbirlikçileri AKP'yi kınıyor; yaralılara acil şifa, ölenlere Allah'tan rahmet diliyorum” sözleri tek kelimeyle skandaldır.

Böylesine vahşi bir tablodan oy avcılığına soyunmak mezar soygunculuğundan başka bir şeyle ifade edilemez.

Usta yazar Victor Hugo bile Sefiller romanındaki Thenardier ve Madame'nin aşağılık durumunu kurgularken bu tutumla mukayese edilirse başarısız sayılır.

DURAN  KALKAN CANLI KALKAN OLSUN

Nusaybin ve Sur yerle bir oldu...

Yüksekova harabeye dönüştü...

Cizre'de altı yüze yakın insan öldü… Gencecik çocuklar kazdıkları çukurlara gömüldü...

Varto, Derik, İdil, Silopi, Dargeçit'in durumu malum…

Bunca olayda suskunları oynayan, beş yüz kişiyi bir araya getiremeyen HDP'nin Lice'deki esrar tarlalarının yakılmaması için Lice'ye doğru yola çıkıp canlı kalkan olma çabalarını neyle okumak gerekir?

PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan, MED NÛÇE TV'de yayınlanan Politik Alan programında gündemdeki gelişmeleri değerlendirirken Lice'de başlatılan askeri operasyonla hedeflenenin ne olduğuna ilişkin açıklamalarında halkın Lice'ye sahip çıkması gerektiğini belirtmesi de ilginç bir detay olarak duruyor.

Aynı açıklamada Aydın Doğan'a tepki gösteren Kalkan'ın tepkisini de eski bir ortaklığın hatırına olan kırgınlık olarak okumak gerekir.

Ancak gelinen aşamada Aydın Doğan'ın tutumu “öküz öldü, ortaklık bozuldu” şeklinde değerlendirilebilir.

Aslında Lice operasyonlarının durdurulması için ne Aydın Doğan'a ne de HDP'ye ihtiyaç var. Çözüm çok basit:

Duran KALKAN'ın CANLI KALKAN olması.

        

TERS KÖŞE

ULUS DEVLETE HAYIR DİYEN YURTSEVERLER(!)

“Bağımsız Kürdistan” parolasıyla yola çıkan, daha sonra özerk ve federatif arasında bocalayan, son kertede demokratik Türkiye mücadelesine dönüşüp elli binden fazla insanı ekolojik doğa kurbanı yapan PKK, Barzani'nin bağımsızlık çabasına şiddetle karşı çıkmaktadır.

Yani kendilerini yurtsever olarak tanımlayanlar, ulus devlete karşı…

Kürtçüler “Bağımsız Kürdistan” düşmanı…

Perhizi lahana turşusuyla bozmak veya kötü yola düşmüş bir kadının ahlak dersi vermesi gibi bir durum söz konusu.

Bazı yurtseverler(!)in “ulus devlet olmaz” demesini, rakı masasından kalkmış bir aymazın mırıltısı sanmıştık. Ancak PYD yöneticisi Salih Müslim'in bir Arap gazetesine verdiği röportajda, “Irak ve Kürdistan halkının kararına saygı duyuyorum ancak ulus devlet fikrinin geride kaldığını düşünüyorum. Ulus devleti savunmuyoruz. Kürt, Arap veya Türkmen olsun, o dönem geçti. Demokrasi döneminde yaşıyoruz” demesiyle bu ifadelerin bilinçli bir şekilde kullanıldığını görmekteyiz. Hatip Dicle, Duran Kalkan ve Salih Müslim'in aynı cümleleri kullanması, üstelik virgülün kullanıldığı yerde üçünün de yarım nefes durması, hem söz konusu ifadelerin birileri tarafından sufle olarak kulaklarına üflendiğinin kanıtı hem de PYD ile PKK'nın aynı örgüt olduğunun kanıtıdır.

Sufleyi okuyan, elli bin gencin kanı pahasına bu ifadeleri belletmişse ve bu oyun kırk yıldır sahneleniyorsa bu filme en uygun isim “Kürtçülerin Kürtlere İhaneti” olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.