Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

israil kendini savunuyor!

israil’in her saldırısı, İslam dünyası için bir muhasebe gerektiriyor. Her israil saldırısı, İslam dünyasında bir şuur dalgasına dönüşürse israil kazanmış görünse de kaybetmiş sayılır. Müslümanlar, Filistin ile şuurlanırsa Mescidi-i Aksa, her mukaddes simge gibi, sahibini uyaran bir kalb olur.

israil’in her saldırısı, hem genel hem son saldırıya özgü ayrıntılı bir değerlendirme gerektiriyor. Savaşın niye başladığı bugün ne aşamada olduğu, yarın nerede olacağı ancak düzenli bir değerlendirme kültürüyle anlaşılır.

Sorunların çözümünde en büyük kaynak, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’dir.

Kur’an-ı Kerim’de karakteri en sık ve en uzun tahlil edilen topluluk Yahudilerdir. İslam kimliğine sahip insanlar olarak şunun üzerinde düşünmek zorundayız.

İslam’ın Medine ve çevresinde Yahudilerle fiili savaşı çok uzun ve çok çetin değildir. İslam, çok kısa bir süre içinde ve neredeyse hiç şehid vermeden Yahudileri Medine ve çevresinden attı. Sonraki dönemde de Yahudiler ta modern çağa kadar hiçbir zaman Müslümanlara karşı “politika üreten” ya da “savaş besleyen” bir unsur olarak öne çıkmadı. Öyleyse her harfi binler kitaba bedel Kur’an-ı Kerim, neden Yahudi karakteri üzerinde bu kadar sık ve bu kadar ayrıntılı analizler içeriyor.
Kur’an-ı Kerim’in ‘kişiler’ üzerinde değil, “tipler” üzerinde durduğu kişileri, insan tiplerini izah için konu edindiği bir gerçektir. Firavun’un, Karun’un, Belam Bin Baura’nın birer tip olduğu muhakkak. Onlar, kıyamete kadar kendileriyle aynı karakterde olanların yaşanmış birer simgesidir.

Modern çağın Yahudi iktidarı gerçeğini, Yahudilerin modern dünyadaki ideoloji oluşturma, silah üretme politika yönlendirme ve savaş besleme aktivitelerine tanıklık etmemize rağmen, Kur’an-ı Kerim’in Yahudi karakteri üzerinde bu ölçüde sık ve uzun analizler içermesini yalnız o çerçevede mi görmeliyiz? Yoksa modern çağın İslam düşmanlığında Yahudilerin rolüne bakıp konuya aynı zamanda “geleceği duyurma” ile ilgili bir mucizenin ortaya çıkması olarak da mı bakmalıyız? Bunun tahlili kuşkusuz tefsir alimlerine düşer. Tarih açısından kayda değer bu olayı izah etmek, onların ilgi alanı içine girer.
İslam, modern çağda Yahudilere karşı adeta bir varlık mücadelesi veriyor.

Kur’an-ı Kerim’in Yahudi sorunu üzerinde bu kadar durmasının bu mücadeleyle bir ilgisi olabilir mi? Bunu onlar açıklayacak.

İslam, ilk günden bu yana nice tehdit altında kaldı: Endülüs’ün kaybı? Haçlı Seferleri, Moğol saldırısı,
Modern çağdaki saldırı, onların tamamında farklıdır. Daha önceki tehditler, İslami coğrafya üzerinde hakimiyet ve nüfus olarak ortadan kaldırmaya yönelikti. Dolayısıyla görünür saldırılardı ve saldırgan güçlerce ulaşılmayan bir coğrafyada yaşam imkanı hep vardı.

Modern çağdaki saldırı, o fiili saldırının yanında doğrudan İslam inancına yöneliktir. Bu çağdaki savaşın fikir yanı, fiili yanından çok daha sürekli, çok daha yaygın, çok daha etkilidir. Savaşın bu yanına karşı koymak, fiili yanına karşı koymak kadar önemlidir.

Müslüman için fikri hazırlığın en büyük kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim’in tarif ettiği Yahudi kimdir, sorusunu bugün yeniden sorup ona cevap olacak fikri hazırlık yapmak gerekiyor. Yahudi’ye karşı şuur şart, bilgi olmadan da şuur olmaz.

İSRAİL NEDEN KAYBEDİYOR?
Bu ön açıklamadan sonra israil’in saldırılarına bakacak olursak, ortada bir gerçek var. İsrail 80’li yılların sonundaki İntifada’ ya kadar hep kazanıyordu.

O dönemde dünya siyasi olarak iki kutuptan, Doğu ve Batı Bloklarından tek kutba, Batı Blokunun hakimiyetine geçti. Yahudilerin eli, siyasi olarak tarihte görülmemiş bir şekilde güçlendi. Ama israil, o tarihten sonra hep kaybetti. Neden? Yahudilerin dünya çapındaki hakimiyeti perçinlendiği halde Yahudiler, Filistinler karşısında niye sarsılmaya başladılar?
Filistinliler, nasıl bir değişime uğradı da gücünü artırarak dünya iktidarı olan Yahudi, onlar karşısında eski güç gösterisinde bulunmaktan aciz kaldı, Filistinlilere dünya desteği mi arttı? Gülünç…

Bir zamanlar, Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ)’nün ulusalcı sosyalistlerine övgüler, ödüller yağdıran Avrupa, bugün İslami Direniş Hareketi HAMAS’ı “Terör Örgütleri” listesinde tutuyor. Bu Avrupa hukukunda en ağır yaptırımdır. Bir tür düşman ilan etmedir, savaşılacak bir yapı olarak görmedir.

Filistin’de değişen, mücadelenin dayanağıdır. Filistin, ulusal sosyalist mücadeleyi terk etti, İslami mücadeleyi benimsedi.
Öyleyse Filistin’deki ulusal sosyalizm karakterli mücadele tarzından İslami mücadele tarzına geçiş üzerinde odaklanmak zorundayız. Her iki mücadele arasındaki fark ve bu geçişin Siyonist rejim üzerinde oluşturduğu korku...

Ulusal sosyalizm, bütün uluslararası desteğine rağmen israil karşısında neden bir adım ilerlemedi de HAMAS öncülüğündeki İslami direniş, israil’e dünyayı nasıl dar etti?

Diğer yandan Mısır, Suriye, Ürdün gibi devletlerin savaştıkça toprak “armağan” ettikleri israil, Lübnan Hizbullah’ı karşısında niye iflas etti?

Lübnan’daki hareket madden bu ülkelerden daha mı güçlü? Bir de Mısır ve Suriye’nin arkasında Sovyetler Birliği vardı. Buna rağmen onlar niye başarısız oldu? Lübnan’daki İslami hareket niye başardı?

Gücün kaynağı nedir? Bu mücadelede eskilerin ve yenilerin referansları nedir? Dünya desteği adına peşinden gidilen ulusal sosyalizm mi yoksa dünya desteğinin kaybolmasına yol açsa da ölü kavimleri dirilten İslam mı kurtuluş getiriyor? Bunun üzerine düşünmek durumundayız.

İSRAİL KENDİNİ SAVUNUYOR
İsrail tarihinde üç aşama söz konusudur:

1. 1948’den 80’li yıllara kadar sürekli genişleyen veya fiili olarak genişleme arayan bir israil

2. 1987’deki İntifa’dan 2006 Lübnan Temmuz Savaşına kadar durgunluk içine giren israil

3. 2006 Lübnan Temmuz Savaş’ından bu yana can derdine düşen bir İsrail.
Siyonistler, elbette “Arz-ı Mevud” iddiasından vazgeçmiş değildir. Ta Urfa’ya kadar gelmek onların en büyük hayali olmaya devam edecek. Ancak 2006 Lübnan Temmuz Savaş’ından bu yana israil’in önceliği bu hayal değil, varlığını korumaktır. israil artık “yerleşimcilere yer açma” iddiasıyla değil kendisini saldırılara karşı koruma argümanlarıyla çıkıyor.
Büyük toplum bilimci İbn-i Haldun’a göre devletler de insanlar gibi doğar, büyür ve ölür. Gerçek de budur. israil, durgunluk döneminden de düştü, gerileme çağındadır. Siyonist rejim, yüz yaşını doldurmadan yok oluş sürecine girdi.(“israil’in güvenliği birinci önceliğimizdir” diyen güçler bu yüzden İslam dünyasını şehir devletlerine bölmek istiyorlar. israil’in ömrünü ancak bu uzatır.)

israil’i bu gerileme sürecine sürükleyen nedir? Filistin halkının Kur’an-ı Kerim’e yaklaşması mı yoksa ondan uzaklaşması mıdır? Bunun üzerinde düşünmek gerekiyor.

2008 – 2012 FARKI
Aradaki zaman sadece dört yıl civarı. Ama durum çok farklı…

İslam dünyasından 2008’de HAMAS’ın yanında olanlar, bugün çok daha cesur. Daha da güçlü... israil’in yanında duranlar, bugün çok ürkek, çok zayıf... israil’in 2008’deki katliamları çok daha ağırdı. Ama bugün İslam dünyasında laik isimler bile israil’in yanında duramıyor. Dün israil’in katliamları sürerken HAMAS’ı suçlayanlar, bugün şehid çocukların resmini bir tarafa; Netenyahu’nun, Liberman’ın resmini diğer tarafa koyup “işte maktul, İşte katil” diye manşet atabiliyor.

Samimiyetlerini sorgulamanın bir anlamı yok. Çünkü konumuz o değil. Ortada bir gerçek var;
İslam dünyasında artık kimse israil’i savunma cesaretini kendinde bulamıyor.

İSRAİL’İN MEDYA CEPHESİ ÇÖKTÜ
İsrail sorunu, İslam dünyasında halkların kırmızıçizgisidir. Herkes, şu gerçeği artık kabul etti: israil’den yana olanların İslam dünyasında artık “Sol” olarak bile siyaset yapma imkânları yok. O devir geride kaldı. Aksine halka açılmak isteyen laik sol partiler Filistin yanlılığı üzerinden imaj düzeltme derdinde... Ateşkesin ilan edildiği 21 Kasım 2012 gününe ait, Türkiye’nin dışarıya yönelik yayın yapan iki gazetenin yayını bunu doğruluyor: Zamanın İngilizcesi Today’s Zaman ve Hürriyet’in İngilizce eki gibi çıkan Daily Newso (BBC Arapçanın haberine göre Batı’nın pek çok gazetesi de ilk kez Filistinlilerden yana tavır takınarak kendi hükümetleriyle ters düştüler.)

Medyada kaybeden bir İsrail, bir daha ağız tadıyla katliam yapamaz; insan katledebilir ama o katli siyonistçe kamufle etmenin zevkini bulamaz.

Filistin’i İslam dünyasının desteğinden yoksun bırakmak isteyenler, dün Filistinli ulusalcı sosyalistlerin de katkısıyla Arap İsrail savaşı; FKÖ’nün israille anlaşmasından sonra da HAMAS İsrail savaşı tanımlaması yaptılar. Arap olmayan Müslüman halkların Filistin-Mescid-i Aksa sevdası ve bu yöndeki büyük şuurlanma bu iki sinsi tezi iflas ettirdi. 2008’den 2012’ye kalan sadece hâlâ direnişi ayıp-suç gibi gösteren dildir. Bu dil de 2008’deki kadar ileri gitmiyor artık.

VE BİR GERÇEK
İsrail, İslam dünyasıyla fiili ve fikri bir savaş halindedir. Bu, bir gerçektir. Biz, bu gerçeği mantığın ünlü “Dört illet” kuralına göre inceleyelim:

1.Bir olayı gerçekleştireni sorgulayan illet-i faaliye açısından: İslam dünyasına Filistin sahası dışında saldıran kimdir?
Siyonist şebeke ve destekçileridir.

2. Bir olayın meydana geliş amacını sorgulayan illet-i ğaiyye açısından: israil’in amacı belli: İslam dünyasını yok etmek.
3. Bir şeyin meydana getirilişinde kullanılan araç ve gereçleri sorgulayan illet-i maddiye açısından; İsrail, İslam dünyasını yok etmek için en gelişmiş teknik haberleşme araçlarını, saldırı ve savunma mekanizmalarını kullanıyor.

4. Bir şeyin getirilmeden önceki halini, projesini sorgulayan illet-i sûriyye açısından: israil’in elindeki projeyi çizenler, Siyonistleri taşeron yapan uluslararası Yahudi Protestan (Envanjelist) koalisyondur. O proje “yeryüzünde hiçbir Müslüman kalmayıncaya kadar” savaş niyetiyle işliyor.

İllet tablosu bu saldırının faili belli, amacı belli, araçları belli, projeleri belli ancak bu tablo yine de “İsrail, niye saldırıyor?” sorusunun cevabını tam vermiyor.

“İsrail, nefret ettiği için saldırıyor? Dense “Nefret tek başına saldırı sebebi olur mu?*” sorusunun cevabı bu tezi çürütür. İsrail, Müslümanlara saldırabildiği için saldırıyor, Müslümanları saldırılabilecek kadar zayıf bulduğu için üzerimize geliyor.
O halde İsrail saldırılarından korunmanın ve israil’i bu topraklardan uzaklaştırmanın bir yolu var:

İsrail’in saldıramayacağı kadar güçlenmek, israil’i bu topraklardan silecek güce ulaşmak..

İslam dünyası şuur yönünden kendisini epey toparladı. Ama teknik yönden hala geri.

Düşmana karşı donanımlı olmak, Kur’an-ı Kerim’de emredilmiştir. Bir emir, ona ulaşılacak araçları oluşturma yolunu da emreder: İslam dünyası, uzay çağını yakalayacak bir okullaşma sürecine girmek durumunda.

Yahudi çağına karşı şuur, en büyük güçtür. Ancak bu güç teknik donanımdan yoksun olursa rakibini yenme konusunda çok hırslı, güreşmeye psikolojik olarak hazır ancak kilosu rakibinin yarısı kadar olan bir güreşçinin hali gibi olur. Bugün düşman tarafından böyle görülüyoruz. Gerçek de bunun gibidir. Belki bundan da kötüdür. israil’in iştahını kabartan bu haldir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.