Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Marjinallik silahını bertaraf etmek

Uluslararası güçler kendilerini ilah biliyorlar, ‘Hayatı biz programlarız, başkaları buna uyar’ diyorlar. Toplumu kendi iktidarlarından uzaklaştıran hizmetleri kendi programları içine çekmek için başta taşeronları olmak üzere bütün imkânlarından yararlanıyorlar. Onların ilahlığına “lâ” demek, sözle onlara hakaret etmekten öte onların her hizmeti kendi programları içine çekme hırsını boşa çıkarmak ve onların bütün kartlarına rağmen kendi yolunda yürümektir. Bunu başaranlar geç de olsa kendi toplumlarının önderleri oldular, olacaklar.

Şeytanın dostlarının en büyük endişesi, kitlelerle İslam arasındaki perdenin ortadan kalkmasıdır.

Yanıltıcı haberlerle, gerçek dışı sözlerle ördükleri bu perdenin aradan kalkması durumunda kendilerinin kitlelerle ilgili bütün girişimlerinin sonuçsuz kalacağının bilincindedirler.

Onlar; toplumun sırtından geçinen, toplumu yanıltarak bulundukları makamlara gelen, toplumun gözü yalan perdesiyle örtüldükçe arada kalacak olan yapılanmalardır. Varlıklarını yanıltma yeteneklerine borçlular.

Böyle bir perdeyi tek başlarına örme imkânından yoksun olduklarının farkında olduklarından uluslararası güçlerin yanıltıcı haberlerle yalan perde örme imkânlarını dilenir, o imkânların karşılığında toplumsal onuru ve halkın menfaatini satarlar.

Bir girişimde bulunurken onun halkın yararına olup olmadığına değil, uluslararası çevreler nezdinde ne kadar değer göreceğine bakarlar.

Uluslararası güçler, “Küreselleşme” ve “Tarihin sonu” tezleriyle dünyaya bir köy gözüyle bakıyorlar. Eski bir köy ağası, köyünde nasıl renklilik istemiyorsa onlar da dünyanın hiçbir noktasında iktidarlarını bertaraf edecek bir renk istemiyorlar.

“Medeniyetler Çatışması” teziyle İslam’ı en büyük hatta tek düşman ilan eden bu güçler, dünyanın hiçbir noktasında emperyalist çıkarlarına karşı çıkacak, onların zulmüne “Hayır” diyecek İslamî bir yapılanma istemiyorlar.

Böyle bir İslami yapılanma palazlandığında onu küçültecek, toplumdan uzaklaştıracak, imha edecek projeler geliştirirler.

1. Dünya Savaşı’ndan bu yana Körfez Savaşı ve Afganistan vakası gibi bir iki örnek dışında İslam düşmanı uluslararası güçler, İslam’a karşı mücadelelerini hep “Vekâlet Savaşı” türünde yürüttüler.

“Vekâlet Savaşı”, yerinde bir ifadeyle “Taşeron Savaşı”dır. Büyük müteahhitler ve devlet kuruluşları kimi noktalarda işlerini nasıl taşeronlara veriyorlarsa uluslararası güçler de kimi ülke ve yörelerde işlerini yerel yapılanmalara devrederler. Taşeronu müteahhit için kârlı kılan, onun yöresel imkânlarıyla büyük işleri ucuza yapabilme yeteneğidir. Böylece müteahhit, az emek ve az masrafla büyük kazanç elde eder. Taşeron da büyük bir güce dayanmanın verdiği güvenceyle varlığını sürdürür, işini yürütür.

İslam dünyasında “Vekâlet Savaşları”, birkaç kral dışında hep ulusal sol taşeronluğuyla yürütüldü.

Devlet olma imkânını elde eden Müslüman toplumlarda bu işi ulusal sol diktatörler üstlenirken Filistin örneğinde olduğu gibi devletleşmeyen ya da geçmişin Lübnan’ında olduğu gibi devletin zayıf kaldığı Müslüman toplumlarda ihale, sol örgütlere verildi.

Kral, diktatör veya sol örgüt hiç fark etmez, bu yapılanmaların ortak özelliği kendi toplumları üzerinde tahakküm kurmak istemeleri ve bunu ancak uluslararası güçlerin desteğiyle yapabileceklerine inanmalarıdır.

Hepsi, beşeri bir iktidar peşindedir.

Hepsi, toplumun uyanışından ürker.

Hepsi, şiddetin (baskının) gücüne inanır.

Hepsi, propagandanın halkı yönlendirme özelliğinden yararlanır.

Hepsi, toplumun ahlâken düşük çevrelerinin desteğini önemser. Bu ahlaki düşüklük kimi yerde mal düşkünlüğüdür, kimi yerde makam düşkünlüğüdür, kimi yerde cinsel düşkünlüktür ya da bunların hepsi bir aradadır.

Yeni dünya düzeni, baskının yanında toplumun iknasına büyük önem veriyor; hatta toplumun her nasıl olursa olsun iknasını baskıyla yönlendirilmesine tercih ediyor.

Toplumun iknasına değer biçilince uluslararası güçlerin en öndeki hedefi, topluma açılma yeteneğine sahip İslami hizmetler oluyor. Öyle ki dünyanın pek çok yerinde “uç” diye tabir edilen yapılanmalar kabul görürken “mutedil” denen ama topluma açılma yeteneğine sahip hizmetler imha edilmeye, bu mümkün değilse marjinalleştirilmeye çalışılıyor.

Onların büyük endişesi, İslami hizmetlerin Kur’an ve Sünnet’in el verdiği ölçüde topluma yakınlaşması, kendisiyle toplum arasındaki engelleri azaltması, kendisinin toplum yararına çalıştığını topluma hissettirmesi, toplumun meşru ihtiyaçlarına cevap vermesi, toplumu zararlı girişimlerden korumaya çalıştığına toplumu inandırması ve nihayet toplumun vekâletini alarak toplumun sözcüsü ve önderi olmasıdır. Bu, onların toplum iktidarını yok eder, toplumu ikna girişimiyle tarihin sonunda bütün insanlığın hâkimi olma tezlerini çürütür, hesaplarını alt üst eder.

Buna karşılık en büyük silahları ise marjinalleştirmedir. Marjinalleşme, basit bir ifadeyle toplum dışına itilmedir. Bunun yolu; İslami hizmetleri, topluma açıklanması güç ve ihtiyaç olduğu tartışılır girişimlerin içine çekmektir. Ya da Kur’an ve Sünnet’in tanıdığı imkânlardan uzaklaştırarak onlarla toplum arasında bir düşünce ve yaşam tarzı engeli örmektir.

Marjinalleşen yapılar ne kadar samimi olursa olsun Kur’an ve Sünnet’in tanıdığı imkânlardan istifade etmeyerek toplum dışına sürüklenmiş, toplumun iktidarı olma yolundan çıkmıştır. Bu noktadan sonra artık onların her etkinliği olsa olsa bir asayiş sorunudur, günlük bir kargaşadır ve hatta taşeronların kendi iktidarlarını daha da güçlendirmek, kendilerinin “toplumun huzuru” için topluma lâzım olduklarını anlatmak için birer fırsattır.

Marjinallik silahının hedefi olmaktan kurtulmak; olabildiğince geniş kitlelerin ihtiyaçlarına sözcülük etmek, Kur’an ve Sünnet’e bir muhalefet söz konusu olmadıkça topluma açıklanamayacak girişimlerde bulunmamak, toplumun huzuru için bir asayiş problemine dönüşmemek, ruhsatları İslami hizmetler için yüce Rabbimizin verdiği bir imkân bilmektir.

Marjinallik, çok şeyi terk etmeyi gerektirse de kolaycılıktır. Marjinallikten kaçınmak ise sabır isteyen bir zahmettir. Ne var ki zahmet olmadan nimet olmaz.

Uluslararası güçler kendilerini ilah biliyorlar, ‘Hayatı biz programlarız, başkaları buna uyar’ diyorlar. Toplumu kendi iktidarlarından uzaklaştıran hizmetleri kendi programları içine çekmek için başta taşeronları olmak üzere bütün imkânlarından yararlanıyorlar.

Onların ilahlığına “lâ” demek, sözle onlara hakaret etmekten öte onların her hizmeti kendi programları içine çekme hırsını boşa çıkarmak ve onların bütün kartlarına rağmen kendi yolunda yürümektir.

Bunu başaranlar geç de olsa kendi toplumlarının önderleri oldular, olacaklar.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.