Müslümanların haklarını gözetmek

Müslümanların haklarını gözetmek

Bu prensip de dinin rükünlerinden bir rükündür. Çünkü din, kısa bir tarifle, Allah Teâlâ’nın haklarıyla kulların (yaratıkların) haklarına riâyet etmek ve bu hakları doğru ve güzel bir şekilde ifâ etmektir.

Bu prensip de dinin rükünlerinden bir rükündür. Çünkü din, kısa bir tarifle, Allah Teâlâ’nın haklarıyla kulların (yaratıkların) haklarına riâyet etmek ve bu hakları doğru ve güzel bir şekilde ifâ etmektir.

Bil ki, bu dünya hayatı bir yolculuktur. Ömür bir gemi, birlikte yaşayanlar da bu geminin yolcularıdır. Yolculukta yol arkadaşlarıyla iyi geçinmek ve onların hak ve hukukunu gözetmek lâzımdır.

İnsan bu dünyada ya tek başına ya da çevresindeki insanlarla birlikte yaşar. Bu iki vaziyette de güzel geçinmek ve haklara riayet etmekle mükelleftir.

O tek başına yaşadığı takdirde, kendi kendisiyle güzel geçinecek ve kendi bünyesindeki varlıkların (uzuv, organ ve mekanizmaların) haklarına riayet edecektir. Çünkü insan bir âlemdir ve onda âlemdeki şeylerin benzerleri vardır. Bu şeylerin sağlıklı çalışmaları, doğru ve faydalı (din ve fıtrata uygun) bir şekilde görev yapmaları, onlara değerlerine göre kıymet vermek ve birbirinden farklı olan haklarını gözetmekle mümkün olur. Bu sebeple, Allah Resûlu aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurmuştur:

“Senin cesedinin ve nefsinin de üzerinde hakları vardır.”

İnsan kendi bünyesi içinde bir ordu gibidir ve ordu disiplinine muhtaçtır. Onun maddî varlığı ve cesediyle ilgili tabiî disiplini Allah Teâlâ sağlamıştır. Bu sebeple, bu disiplin otomatik olarak ve harika bir mükemmellikle işler. Onun manevî varlığı, ruh, kalp ve duygularıyla ilgili disiplini ise, kendisi şehvet, gazap (kızgınlık, hiddet, saldırganlık) ve aklını doğru bir şekilde kullanmak ve bunların arasında bulunması gereken tanzim ve ayarlamayı yapmak suretiyle kurmak durumundadır.

Şehveti doğru kullanmak, onunla faydalı olan şeylere talip olmak ve bu şeylerin tahsiline çalışmaktır. Gazabı doğru kullanmak, onunla zararlı olan şeylere tepki göstermek ve onları kendisinden uzaklaştırmaktır. Aklı doğru kullanmak ise, faydalı ve zararlı şeylerin neler olduğunu sağlıklı bir şekilde tespit etmeye çalışmaktır.

Bunların arasında bulunması gereken tanzim ve ayarlamayı yapmak ise, aklı âmir, şehvet ve gazap hislerini ise onun hizmetçileri hâline getirmek ve onlara bu şekilde görev tevzii yapmaktır. Bu görev tevziine göre akıl, şehvet ve gazabın öncüsü, hedef belirleyicisi ve start vericisi konumundadır ve bu hislerden üstün ve onların kumandanı durumundadır. Fıtratta da bu böyle olduğu için, aklı daima bu hislerin üstünde ve önünde tutmak, bu hisleri de onun emir ve hizmetinde çalıştırmak lâzımdır. Bunun tersini yapmak, yani aklı şehvet ve gazabın emri altına sokmak ve onlara tâbi kılmak ise, fıtrattaki düzen ve disiplini bozmak ve yapılması gereken tanzim ve düzenlemeyi ters yüz etmektir.

Bünyedeki fıtrî düzen, tıpkı bir avcı ekibinin düzenine benzer. Bu ekipte avcının kendisi komutan durumundadır. Atı onu taşımak içindir. Köpeği de kendisini korumak ve kendi işaretiyle avı yakalamak içindir. Bu ekibin tabiî ve olması gereken düzen ve tanzimi budur. Fakat avcı, inisiyatifi at ve köpeğin keyfine bırakır ve kendisi onların emir ve hizmeti altına girerse, düzeni bozmuş, kötü ve çirkin bir durum ortaya çıkarmış olur. Akıl, bu misaldeki avcı, şehvet onun atı, gazap da onun köpeğidir. Avcının at ve köpeğine teslim olması, aklın şehvet ve gazabın keyfine teslim olmasıdır. Akıl bunlara teslim olursa, doğru ve yanlışı, faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırmak, doğru ve faydalı olanı emretmek ve yaptırmak olan fonksiyonunu terk eder, bunun yerine, şehvet ve gazabın her türlü keyf ve heveslerini tasdik etmek, doğru ve güzel bulmak, bunları savunmak ve gerçekleşmeleri için hile ve desise uydurmak yoluna girer. Bu durum, âmirin mevki ve yetkisini kapıcı ve hizmetçilerine devretmesi ve kendisinin onların yerine geçip kapıcılık ve hizmetçilik yapması demektir. Akıl ve hislerin bu şekilde yer ve görev değiştirmeleri, insan fıtratını dejenere edip onu çirkin bir mahiyet hâline getirir. Bu çirkin mahiyet, dünyada ceset kılıfı altında gizlense bile, öldükten sonra bütün çirkinliği, düzensizlik ve dejenereliği ile ortaya çıkar. Çünkü öteki âlemde mânalar da şekil ve suret kazanırlar. O zaman, bir insan bünyesinde taht üstünde ve âmir pozisyonunda olması gereken akim nasıl zelil bir hizmetçi ve uşak rolünü üstlendiği ve şehvet atıyla gazap köpeğinin arkasından koştuğu ve onlara hizmet ettiği görülür.

İnsan bünyesini ve onun fıtrî düzenini bu şekilde bozmamak için, aklı âmir ve hâkim vaziyetinde tutmak, şehvet ve gazabı onun emir ve kumandası altına sokmak lâzımdır. Bu yapıldığı zaman, akıl, şehvet hissini faydalı olan şeylerin temini, gazap hissini de zararlı olan şeylerin defi için kullanır, bu işlerin dışında ise onları bağlayıp zincire vurur. Böylece de hem onlar dinlenmiş olurlar, hem de etraf onların taşkınlık ve tasallutlarından selâmet bulur.

İnsan diğer insanlarla birlikte yaşadığı zaman ise, bu insanlarla güzel geçinecek ve onların (dinî ve medenî) haklarını gözetecektir. Buradaki mükellefiyetin temel prensipleri üç şeydir.

Bunlardan birisi, kimseye zarar ve eziyet vermemektir. Allah Resûlu aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurmuştur:

“Müslüman, eliyle ve diliyle Müslümanlara zarar ve eziyet vermeyen kimsedir.”

İkincisi, herkese gücü nispetinde faydalı olmak ve onlara iyilik etmektir. Allah Resûlu aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurmuştur:

“Yaratıklar Allah Teâlâ’nın tıpkı aile fertleri gibidirler. Bu sebeple, O bunlara en çok faydalı olan ve iyilik yapan kimseyi sever.”

Üçüncüsü, onların kötülüklerine iyilikle karşılık vermektir. Allah Resûlu aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurmuştur:

“Senden uzaklaşana sen yaklaş, seni reddedeni sen kabul et, sana zulmedeni sen affet.”

Allah için Sevmek ve O’nun için Buğz etmek

Allah Teâlâ için sevmek de önemli bir haktır. Allah Teâlâ, hesap faslında kuluna şunu sorar:

“Benim için iyi bir insanı sevdin mi? Benim için kötü bir insana buğz ettin mi?”

Ve mahşer gününde herkes toplanmışken, şöyle buyurur:

“Benim için bir birlerini sevenler neredeler? Ben bugün onları kendi Arş’ımın gölgesinde ağırlayacağım.”

Allah Resûlu aleyhissalatu vesselâm da şunları söylemiştir:

“Sen yer ve gök ehlinin bütün ibadetlerini yapsan, fakat sende Allah Teâlâ için sevmek ve O’nun için buğz etmek yoksa bu ibadetler seni kurtaramaz.”

Bil ki, Allah sevgisinden başka sebebi bulunmayan sevgiler Allah için olan sevgilerdir. Bu sevgiler, Allah Teâlâ’yı sevmekten dolayı zorunlu olarak kalpte oluşurlar. Çünkü kalp, birisini severse, onun sevdiği kimseleri ve şeyleri ve onu seven herkesi de sever. Bu kalp onunla ilişkisi, yakın veya uzak alâkası bulunan şeylere karşı da sevgi ve sempati duyar. Hatta meşhur bir sözde denildiği gibi, o kimsenin mahallesindeki köpeği de sever.

Bu sebeple, Allah Teâlâ’yı seven bir kimse, ister istemez O’nun sevdiği sâlih kulları ve O’nu seven herkesi de sever. Ve bu sevginin şiddet derecesi de o kimsenin Allah sevgisine göre olur. Onun için bu sevgi, imanı kâmil olan kimselerde çok sıcak ve hararetli iken, imanı zayıf olan kimselerde soğuk ve sönüktür. Bu sevginin hiç bulunmaması ise, imanın da hiç bulunmadığının delil ve işaretidir.

Buğz olayında da durum budur.

Çünkü kalp, sevgilisinin buğz ettiği kimselere ve ona buğz eden düşmanlarına da buğz eder. Bu husus bir din ve şeriat emri olmaktan önce, insan fıtratının ve yaratılışının bir hususiyet ve özelliğidir. Bu husus, fıtrata dayanan sağlam ve şaşmaz bir ölçü olduğu için, bir kimsenin kalbinde Allah için buğz bulunmadığı zaman, onun kalbinde Allah sevgisinin de bulunmadığı anlaşılır. Allah sevgisi bulunmayınca da iman olmaz. Çünkü iman, Allah Teâlâ’nın varlık ve büyüklüğünü kabul etmenin (tasdik) ve O’nu sevmenin mürekkep ve bileşik hâlidir.

Allah için sevmek birkaç kısımdır.

Birincisi, Allah Teâlâ’nın sevdiği kimseleri sevmektir. Allah Teâlâ, peygamberleri sevdiği için, bunları sevmek Allah için sevmektir. Takva sahibi âlimleri, sâlih kimseleri, dine hizmet edenleri ve onunla olumlu bir alâkası bulunan herkesi ve her şeyi sevmek de bu cümledendir.

İkincisi, din ve ahireti konusunda kendilerinden fayda ve yarar gördüğü kimseleri sevmektir. Bir kimsenin ilminden yararlandığı âlimi, amel ve takvasını örnek aldığı şeyhini, ona nasihat edeni sevmesi Allah için sevmektir. Onun ilim öğrendiği kitapları, namaz kıldığı mabedleri, cihad etmek için bindiği atı ve savaşta kullandığı zırh ve silahı sevmesi de bu cümledendir.

Üçüncüsü, Allah Teâlâ’nın yaratıkları ve kudretinin eserleri oldukları ve O’nun isim ve sıfatlarına ayinedarlık ettikleri için masum tabiatı, denizleri ve dağları, ağaçları, hayvanları, rüzgârı, bulutu ve yıldızları sevmektir.

İmam Gazali / (Dinde Kırk Esas)

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.