Nefis ile hesaplaşma

Nefis ile hesaplaşma

“Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf: 53)

“Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yusuf: 53)

Ebu Ya’la Şeddad bin Evs’ten (radiyallahu anh) rivayet edilmiştir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz de nefsini hevasının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” (Tirmizi, İbn-u Mace. Tirmizi bu hadisin Hasen olduğunu söylemiştir.)

İmam Gazali Rahimehullah nefsin konumuzla alakalı iki manasının olduğunu söylemiştir:

Biri: İnsanoğlundaki şehvet ve öfke kuvvetini toplayan mânâdır. Tasavvuf ehli çoğu zaman bu mânâyı kullanmaktadırlar. Çünkü ehl-i tasavvuf nefisten, insanoğlunun çirkin sıfatlarını toplayan aslı kastederek nefisle mücâhede etmenin ve nefsi kırmanın gerekli olduğunu söylemektedirler.

İkincisi: Nefis İnsanın kendisi ve zâtıdır. (bk. İhya-u Ulummiddin)

İnsan zaif yaratıldığından (Nisa: 28) dolayı çokça hata ve yanlış yapmaya müsaittir. O halde gerek nefsin birinci manasını gerekse ikinci manasını ele alalım insanın nefis muhasebesi yapması şarttır.

Nefis muhasebesi kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kendini kontrol etmesi, bilerek veya bilmeyerek işlediği günah ve yanlışlıklardan dolayı kendini sorgulaması, hatta iyilik ve ibadet diye işlediklerinin bile dinî esaslara uygun ve sırf Allah için olup olmadığını gözden geçirmesidir.

Nefis muhasebesi yapmak, insana verilmiş olan akıl ve iradenin bir gereğidir. İnsanların kendilerini muhasebe etmesi, Allah’a kulluk görevini hakkıyla yerine getirebilmesi; dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşabilmesi için kaçınılmazdır. Zira insanoğlu yaratılış itibariyle nefsin hevâ ve arzularına düşkündür.

Bunu yapmayan kimse hesabını bilmeyen, kâr ve zararını gözden geçirmeyen tüccara benzer. Böyle bir tüccarın iflası kaçınılmazdır. Dünya da bir ticaret yeridir. Burada ömür dakikalarıyla ebedî bir hayatın saadetini kazanmak için bulunuyoruz. Hesabımızı iyi yapmalı, kâr ve zararımızı güzelce ölçüp tartmalıyız.

Yüce Allah kullarını şu âyetle muhasebeye davet ediyor:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Herkes yarın (ahireti) için ne gönderdiğine dikkat etsin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah¸ yaptığınız her şeyden haberdardır. Sakın şunlar gibi olmayın ki, onlar Allah’ı unuttukları için, Allah da kendi nefislerini kendilerine unutturdu. Fayda ve zararlarını dahi bilemezler. İşte yoldan çıkanlar onlardır” (Haşr¸18-19).

Hz. Davud’un şu hikmetli sözü nakledilir: “Kulun vakti şu dört şeyden başkasıyla geçmemelidir: Rabbiyle başbaşa kalıp dua etmek; kendi kendisini hesaba çekmek, kusurlarını kendisine hatırlatan, eğriliklerini düzelten dostlarla beraber olmak; nefsini meşru lezzetlerden istifade ettirmek için çalışıp helalinden kazanmak”.

Hz. Ömer’in (radiyallahu anh) şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, büyük hesap günü için kendinizi donatın! Çünkü kıyamet gününde hesap, ancak dünyada iken kendisini hesaba çekenler için kolay olacaktır.” (Tirmizi)

Hasan-ı Basrî rahimehullah der ki: “Kişi, içindeki sağduyusunun sesine kulak verdikçe ve en önemli işi nefis muhasebesi oldukça hayırda kalmaya devam eder”, “Kıyamet günü bazı kimseler için hesabın kolay geçmesi, dünyada iken kendi kendilerini hesaba çekmelerinden; bazıları için hesabın ağır geçmesi ise, sadece ‘Müslümanım’ deyip de kendi kendilerini hesaba çekmemelerindendir”.

Denilmiştir ki: “Nefis hain ortak gibidir. Ona hesap sormazsan varını yoğunu götürür”.

Meymûn bin Mihran’ın da şöyle dediği rivayet edilir:

“Bir kul, ortağına yemesi nereden, giymesi nereden? diye hesap sorduğu gibi kendi nefsine de hesap sormadıkça müttaki yani Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımış olamaz.” (Tirmizi)

Mustafa Sibaî Allah rahmet eylesin şunları söylemiştir: Ayıplarını tanımada nefsine karşı samimi ve dürüst ol. Zira gözcü ve öncü kimse ehline yalan söylemez. (Hayat bana böyle öğretti)

Geçen ayet-i kerime, hadis-i şerif ve büyüklerin sözlerinden anlaşıldı ki; akıllı, samimi ve dürüst kimse; zafiyetini anlayıp nefsini suçlayan, eksiklerini ve hatalarını tespit edip gidermeye gayret eden dolayısıyla nefsini günah ve hataların kirinden temizlemeye çalışan ve böylece “Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems: 9) ferman-ı ilahinin kapsamına giren kimsedir.

Dünya ve ahiret kurtuluşu buna bağlıdır. Hem Allah Teâlâ hem de kullar nezdinde büyük derecelere nail olmak ve daha kaliteli ve sağlam bir şahsiyete sahip olabilmek de buna bağlıdır.

Evet, nefsini temize çıkaran değil kusurunu anlayıp pişman olanlar Allah katında değer kazanır ve Allah’ın affına, mağfiretine ve merhametine nail olur. Allah Teâlâ buyuruyor:

“Musa: “Rabbim! Doğrusu nefsime zulmettim, beni bağışla” dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir.” (Kasas: 16)

“Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? (Onların temiz olduklarını iddia etmelerinin bir yararı yoktur.) Aksine Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.” (Nisa: 49)

“Nefsinizi temize çıkarmayın. O kötülükten sakınanı daha iyi bilir. (Necm: 32)

Selefin nefis muhasebesinden örnekler

Hz. Ebu Bekir radiyallahu anh, Allah korkusundan sık sık ağlar ve şöyle derdi: “Vallahi, yenilen bir ot ve kemirilen bir ağaç olmak isterdim”.

Hz. Ömer radiyallahu anh geceleyin kalkıp âdeti olan ayetleri okurken Cehennem ve azaptan bahseden âyetlere geldiğinde korkar, ağlar, bazen hastalanıp günlerce evinden çıkmaz, insanlar kendisini ziyarete gelirlerdi. Hatta ağlamaktan iki yanağında siyah birer çizgi oluşmuştu. Bu durumunu gören¸ İbn-u Abbas radiyallahu anhuma bir gün teselli için, “Allah sizinle şehirler ma’mur eyledi, İslâm’a fetihler nasip etti, daha neler nelere vesile oldunuz” demiş. O ise, “Başa baş kurtulsam sevinirim” cevabını vermiştir.

Hz. Osman radiyallahu anh bir kabrin başına vardığı zaman sakalı ıslanıncaya kadar ağlarmış. Oranın dünya menzillerinin sonu, ahiret menzillerinin ilki olduğunu, kurtuluş ve hüsranın oradaki sorguda belli olacağını söylermiş.

Hz. Ali de Allah’tan çok korkan, sık sık ağlayan, nefsini hesaba çeken bir zattı. Özellikle iki şeyden çok çekindiğini söylerdi: Ölümsüzlük hayali ve nefsin çocuksu heveslerine kapılmak. Ona göre, birincisi ahireti unutturur. İkincisi de haktan saptırır.

İbn-ül Cevzî (rahimehullah) nefis ile muhasebe konusunda şunları söylüyor:

Bir gün tahkik ve inceleme yapan kimse gibi nefsimde tefekkür ettim. Böylece daha hesaba çekilmeden ben onu hesaba çektim. Hakkımdaki Rabbani lütfu müşahede ettim. Baktım ki çocukluktan şimdiye kadar peş peşe hep lütuf görüyorum, kötülüklerin örtüldüğünü ve cezayı gerektiren şeylerin affedildiğini görüyorum. Buna karşılık ise dil ile şükürden başka bir şey (yaptığımı) görmüyorum.

Hatalarımı düşündüm. Şayet bazılarından dolayı cezalandırılsaydım hemen helak olurdum. Şayet bir kısmı insanlara görünseydi çok utanırdım.

Bu yaptıklarım beni fasıkların derecesine düşürecek büyük günahlar değilse de benim gibiler için çirkin günahlar olup geçersiz bahane ve te’villerle meydana gelmişler. Bu nedenle ben şöyle dua ediyorum: اَلَّلهُمَّ! بِحَمْدِكَ وَسَتْرِكَ عَلَيَّ اغْفِرْ لِي! “Allah’ım! Sana olan hamd’im ve senin beni örtmen hatırı için beni affet.

Sonra bunun karşılığında nefsimden şükretmesini istedim. Fakat gerekeni bulamadım. Böyle nimeti verenin şükründe yaptığım kusuru ve amel olmadan ilmi irad etmekten hoşlanmamı görünce feryad etmeye başladım. (Sayd-ül Hatır)

İbn-ül Cevzî başka bir yerde de şunları söylüyor:

Zikir meclislerinde benim elim üzerine iki yüz binden fazla kimse tövbe etti ve iki yüzden fazla kişi de Müslüman oldu. Gözlerinden yaş akmayan nice kibirli kimse vaazlarımın tesiri ile gözlerinden yaşlar akmıştır. Bunu gören bir kimsenin işin artık tamam olduğunu umut etmesi haktır. (Ancak) taksirat ve yanlışlarıma bakmamla korkunun sebepleri ortaya çıktı. Bir gün oturdum. Etrafımda on binden fazla kişi gördüm. Bunların içinde kalbi ince ve gözü yaşlı kimselerden başka kimse yoktu. Kendime dedim ki: “Şimdi bunlar kurtulur da sen helak olursan senin halin ne olur?” işte o zaman var gücümle şöyle feryat ettim:

Ey Allah’ım!.. Ey Sahibim!.. Şayet yarın bana azab etmekle hüküm verirsen benim için değil kereminin muhafazası için bunları bundan haberdar etme. Ta ki: “Onu gösterip yoluna davet edene azap verdi” demesinler. İlahi!.. Kereminle onların hakkımdaki güzel itikatlarını muhafaza eyle!.. (Sayd-ül Hatır)

Nefis muhasebesi kişide olduğu gibi toplumda da olgunluk meydana getirir. Kendilerini nefis muhasebesine tabi tutan kişilerden meydana gelen bir toplum doğal olarak hayırlı bir toplum olur.  Böyle bir toplum Kur’an-ı Kerim’de, “insanlar için çıkarılan hayırlı ümmet” (Âl-i İmran, 110) olarak övülmüştür.

Ancak muhasebe nefse zor gelir. Zira nefis hesaba çekilmekten hoşlanmaz. İnsanoğlunda nefsini beğenme, onun isteklerini güzel görme ve haklı sebeplere dayandırma duygusu vardır. Bu anlayış bazen ileri gidip haddini aşar ve ilahlaştırmaya kadar gider. Kur’an-ı Kerim’de “hevâ” olarak nitelendirilen bu husus şöyle anlatılır:

“Nefsinin hevâ ve arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu, Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?” (Casiye: 23)

Elmalılı Hamdi Yazır, bu konuda şöyle diyor:

“Hevâ ve şehvet; gözü kör, kulağı sağır, kalbi hissiz eder. Kişi âlim de olsa ilmine rağmen hakkı duymaz olur. Filozofların ve dünya hayatına düşkün din âlimlerinin çoğu böyle olmuştur.”

Bu nedenle ciddi bir mücadele gerekir. Ve bu sebepledir ki nefis ile mücadeleye “En büyük cihad” denilmiştir.

Rabbim bizi ve tüm kardeşlerimizi nefis ile cihad ve muhasebede muvaffak eylesin..! Âmîn..!

Abdulkuddus Yalçın

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.