Önce ellerinize bakın ve utanın

Bir ülke düşünün ki; herkes her şeyi eleştiriyor. Herkesin her şeyin uzmanı gibi yorum yapması, ağzı olanın konuşması bir yana, bir olumsuzluktan sorumlu olan kişiler bile meydana gelen sıkıntıları feryat ederek sorguluyor. İnsanlar “başlarına gelen her musibetin kendi elleriyle işledikleri sebebiyle” olduğundan adeta habersiz. Anne-baba, çocuklarının saygısızlığından; öğretmen, öğrencilerinin eğitimdeki geriliğinden; imam cemaatinin günahkârlığından şikâyetçi…

Toplumun bireyleri böyle olunca haliyle tepesindekilerde aynı renkten oluyor. Belki siz “balık baştan kokar” diyeceksiniz ama gövde(toplum) eğer başı(yöneticileri) eleştirilerle yerden yere vurabilecek kadar yetenekliyse(!) kokmanın nerden başlayıp ne sebeple giderilemediği tartışmalı duruma düşer. Neticede bu başları bu toplum seçiyor.

Başa dönelim. Yıllarca yargı kurumunun tepesinden, açılış veya diploma törenlerinde sert eleştiriler duyduk; kimi zaman iddialı söylemlerle yargı sorgulandı. “Yargının tepesindekiler bu itirafı yaptığına göre artık bir düzelme olacak” diye beklersiniz ama mesele o değilmiş. Niyet; güzel bir hutbe irat etmekmiş. 28 Şubat döneminde milletvekilleri bir karakolda gördükleri “Filistin askısı” denen işkence aletini Meclis'e götürmüşlerdi. “Tamam, şimdi çok şey değişecek” diye düşündüm ama nafile.

Siyasetçiler kanunlardaki sıkıntılardan, anayasanın darbe ürünü oluşundan yakınıp dururlar ancak bizzat kendileri o yasama işinden sorumlu oldukları halde söz birliğine vardıkları tek konu milletvekili maaşları ve özlük haklarıdır. Yürütmenin başı, askeriyeden; içişleri bakanı, emniyetten; eğitim bakanı, öğretmenlerden; başbakan, her birisinden şikâyetçidir ama suçlu hep başkalarıdır. Eskiden her kötülüğün başı derin devletti, şimdi paralel yapı oldu. Yetkililer olaylardaki sorumluluklarını kabul edip gereğini yapmak yerine hala sitem etmekle uğraşıyorlar. Veya toplumun yuvarlandığı bataklığı kurutmak yerine etrafından dolaşıp basit kanuni düzenlemelerle oyalanıyorlar.

Bugün her aklı başında olan insan; eve içkili giden birçok erkeğin ailesine şiddet uyguladığını, kumara bulaşanların ailesinin rızkını çarçur ettiğini, insanların –ellerine geçmeyen parayı harcayarak- faiz batağına sürüklendiğini biliyor. Sayılan her bir sıkıntının beraberinde toplumun temel taşı olan aileyi dinamitlediği ve genellikle o ailenin bir şiddet sarmalından sonra dağıldığını da hepimiz biliyoruz. O halde neden hiçbir iktidar, gerçek bir irade ortaya koyarak; bu şeytanın işi olan pislikleri yasaklamıyor?

Hâkim medya, ahlaksız yayınlarıyla toplumu yozlaştırıyor; kötü filleri ağız suyunu akıtırcasına sergileyip teşvik ediyor; şeytanın bile aklına gelmeyecek melanetleri tasvir ve teşhir ediyor ama neticede bir ahlaksızlık, bir vahşet yaşandığında kara kurdele takıyor. Kimi ahlaksızlar namusa savaş açmışken; namusunu korumaya çalıştığı için katledilen bir kızcağız için timsah gözyaşları döküyor. İnsan onuru deyip dururken; fuhuş evlerinde pazarlanan kadınlar, ne medyanın ne o ahlaksızların ne de kadın hakları savunucularının derdi haline geliyor.

Hâsılı ilkesizlik diz boyu… Ve gerçekten de ortam çok kötü. Ancak cahiliye müşrik toplumunun bundan çok farksız olmadığı gerçeği ile çaresiz değiliz. Her çeşit çirkefe batmış bir toplumu Kur'anî bir eğitim ile örnek bir topluma çevirmek mümkündür. Müslüman bilinen insanların iktidarda olduğu bir ülkede bunun altyapısını oluşturacak hukuki düzenlemeler de yapılabilir. Şeytan ve avanesinin koparacağı yaygaralardan korkmayan bir hükümet, en azından ıslah için çalışan kişi ve kurumların önünü açmakla işe başlayabilir. Yoksa ifsat edenler özgür ve muteber; ıslah edenler ise mahkûm ve potansiyel suçlu olursa bu sistem daha çok caniler yetiştirecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.