Mehmet İkbal ATAK

Mehmet İkbal ATAK

`Partileşme` tartışmalarına mütevazı bir katkı

Mustazaf-Der’in kapatılması ve dernek yöneticilerinin siyasi bir harekete dönüşme kararından sonra akıllara gelen ve ilk sorulan soru, “Mustazaflar partileşecek mi?” sorusu oldu.

Kapatılan dernek yetkililerinin şimdilik beyanatlarına bakılırsa, henüz partileşme kararının alınmadığı, sadece bilinen çalışmalarına ek olarak siyasal alanda söylem ve eylemlere daha fazla ağırlık verecekleri yönünde bir kanaat oluşmaktadır.

Camia ile ilgili özellikle seçim dönemlerinde bu alanla ilgili yine camianın dışında çok şey söylendi, çokça yorumlar yapıldı. Özellikle bağımsız adaylar çıkarıp destekleyecekleri yönünde kesin ifadeler farklı çevrelerce dillendirildi. Ancak bugüne kadar böyle bir durum yaşanmadı.

Kaldı ki zaman zaman tabandan ve yakın çevrelerden bu yönde çokça telkinler geldi, fiili bir beklenti oluşturuldu. Ancak derneğin kapatılmasından sonra özellikle “Yeni yol haritası” söylemiyle beraber belki de ilk defa bu yönde bir tartışma, camianın gündemine girmiş oldu.

Elbette siyaset alanının, farklı seslerin duyurulup gündeme taşınmasında önemli bir zemin teşkil ettiği gerçeği tartışmasızdır. Ancak toplumun ıslahını merkezine alan İslami bir camianın partileşme kararı alması, bugüne kadar oluşmuş tecrübelerle de sabittir ki ana mesajının sınırlanması gibi bir fiili durumu da beraberinde getirmiştir.

Bugün çok iddialı söylemlerle siyaset arenasına girip belli bir noktaya geldikten sonra kıvıran, çark eden, daha da önemlisi eleştirdiği karşıtlarına benzemekte hiçbir beis görmeyen nice parti oluşumlarına şahid olduk. Çok iddialı söylemlerle piyasaya girip belli bir mesafe kat edenler, belli bir süre sonra kendi alternatifini üretecek bir pozisyona gerileyebilmektedir.

Bu tür durumlar, salt siyaset alanıyla oluşacak rant sisteminden nemalanma içgüdüsünden kaynaklanıyorsa, buna diyecek bir şey yok. Ancak toplumun İslami yönde ıslah ve inşasını merkezine alan bir camianın alışıldık bu tür siyasal yöntemleri deneme lüksü, çok kritik siyasal eşikler hariç, neredeyse hiç yoktur.

“Peki, bu alanda bir boşluk yok mudur?” derseniz, elbette vardır. Özellikle bölgemizde seçim yarışında atbaşı giden iki siyasi partinin aldıkları oy miktarlarındaki önemli bir oranın birbirlerine karşıtlık pozisyonunun sonucu olduğu gerçeği ortadadır. Bilhassa iktidar partisinin bölgenin bir çok ilinde aldığı önemli miktardaki oy potansiyeli, dini yaşama mesafe koyan diğer partiye verilen reaksiyonun bir sonucu olduğu gerçeği inkâr edilemez. Dini duygularla verilen oyların karşılığının aynı iyi niyetle geri dönüşüm sağlayamadığı gerçeği de yine aynı kesimin farkında olduğu bir başka gerçektir.

Keza bölgenin öz dinamiklerini yakın markajına alarak yine önemli bir oy potansiyeline hükmeden diğer partinin aldığı önemli miktardaki oyların bir bölümü kendi kemikleşmiş tabanından kaynaklandığı gerçeğine karşın, iktidar partisinin yaklaşımlarını samimi bulmayan, dini hassasiyetlerine rağmen önemsediği kimlik sorunundan dolayı kerhen oy potansiyeline dönüşen bir kitlenin de alternatifsizliğin pençesinde kıvrandığı gerçeğini de herkes biliyor.

Buna ek olarak iktidar partisi, resmi ideolojinin bekçiliğine giden sürecin ilk emareleri olan bildik pespaye söylemlere doğru kayarak değişim beklentisinden uzaklaşmaya başlamasına karşın, diğer partinin de soluğu “Halkların kardeşliği” şemsiyesi altında ideolojik sol çevrelerle bütünleşmeye doğru bir serüvene dönüştürme gayretine girmesi, bölgedeki siyasal boşluğun çapını giderek artırmaktadır ve daha da artıracaktır.

İşin ilginç tarafı, iki parti de yaptıkları hataların farkındadır ve oluşan boşluğu doldurmanın yarışını da yine dini argümanlar üzerinden yürütmektedirler.

Bir taraf, “Sivil Cuma” hamlesiyle, oluşan boşluğu doldurma gayreti içerisinde iken; iktidar partisi de Diyanet ve akredite cemaatlerle bu alana dahletmekte, dar alanda iki taraf da Bakugan’ın dini versiyonlarını yarıştırma mücadelesini yürütmektedirler.

Kürt meselesinde önemli söylemlerle bölgedeki önemli bir kitleyi oy deposuna dönüştüren iktidar partisinin “Ustalık dönemiyle” beraber resmi ideolojinin merkez partisine dönüşme eğilimi, kardeşlik söyleminden güvenlikçi politikalara kayması ve en son Roboski katliamı karşısındaki garip tavrıyla önemli bir kırılmanın eşiğine gelmesi ibretle izlenen bir statükolaşma sürecinin habercisidir. Kürt meselesinde artık kendisine bağlanan tüm umutları heba eden iktidar partisi, İslami yaşam önündeki engelleri kaldırmak yerine bu alanda garip cezalandırmaların mimarlığına soyunması, çokça eleştirilen “Kamusal alanı” yasal bir çerçeveye oturtma gayretleri, hatta iktidar olmasının sebepleri olan yasaklamaları içselleştirme aracına dönüştürmesi, kısa vadede işlev görse de artık özgürlükçü söylemlerinde sona doğru kaydığını göstermiş bulunmakta, statükoculuğun tüm işaretlerini vermektedir.

Bölgenin statükocu partilere karşı tavrı ise herkesin test edip onayladığı bir olgudur.

Elbette bölge için çokça önem arz eden insani ve İslami hakların nasıl da siyasal ayak oyunlarına alet edildiğinin nice örnekleri verilebilir, bölgeden beslenen her iki siyasi partinin karnesini süsleyen kırık notlar teşhir edilebilir. Ve tüm bunlar, yeni bir parti bağlamında alternatif bir yapının gerekliliğine indirgenebilir.

Ancak burada İslami referansları elden bırakmadan farklı bir siyasi söylem/akım olarak mı; yoksa yeni bir parti ile mi siyasal alana müdahale etmek daha faydalıdır, muhasebesinin çok iyi yapılması gerektiğini hiçbir şekilde elden bırakmamak gerekmektedir.

İslam’ı referans alan, bu minval üzere hareket eden, klasik dini söylemlerle yetinmeyerek sosyal hayata da el atan bir camia, bu kimliğiyle parti farkı gözetmeden herkese, herkesime rahatlıkla ulaşabildiğini, bu kimliğiyle kitlelerin güvenini kazanabildiğini, çok kısa zamana çok başarılı sonuçlar sığdırarak göstermiştir. Herhangi bir siyasi parti aidiyetinin adeta holiganlık derecesinde algılandığı politize olmuş bir toplumda ıslah ve inşa sürecinin hiç de kolay olmadığı gerçeği göz önüne alındığında, İslami camia kimliğinin partiyle bütünleşmesinin bu anlamda doğuracağı sakıncalar asla göz ardı edilmemelidir. Bugün camianın maruz kaldığı hukuksuzluk örneklerinin özellikle partileşme anlamında tabanda böyle bir düşünceye sebep olduğu kanaatindeyim. Ancak put yiyiciliğin esas olduğu bir siyasal yapı içerisinde hukuksuzlukların parti falan dinlemediği gerçeğini de kimse unutmamalıdır.

İyi de bu alanı tamamen boş mu verelim? diye itirazlar gelebilir. Elbette farklı formüllerle gerekirse siyaset alanına müdahale edilebilir. Parti kimliğine bürünmeden gerekirse farklı kesimlerle temel prensipler üzerinden konsensüse varılarak ortaya çıkacak uygun aday profillerine destek verilebilir. Özellikle mahalli idarelerde bir adım öne çıkılabilir. Daha da ötesi, bir siyasi partiye hazırlık çalışmaları yürütülür ve istendiğinde bu adım da atılabilir. Ancak bunun için zaman ve zemin, oldukça önemli iki faktördür. Yaşanan hiçbir süreç kalıcı değildir. Bazen toplumlarda beklenmedik öyle siyasi kırılmalar yaşanır ki, o anda bir siyasi aktör olarak ortaya çıkmak kaçınılmaz olabilir.

Bugün Mustazaf-Der’in kapatılması ve camiaya dayatılan kısıtlamalar, partileşme yönünde atılması gereken adım olarak okunabilir. Her hukuksuzluk girişimi karşısında “Tuzak, provokasyon, çatışma ortamına çekme vs.” uyarıları, bizzat dernek yöneticileri tarafından yapılmaktadır. Derneklerin çalışma alanlarının giderek gelişmesi, yapılan hukuksuzluklarla birlikte değerlendirildiğinde bu yönde bir adım atmanın gerekliliğini de ortaya çıkarabilir.

Ancak saldırı, çatışma ortamına çekme, provokasyon, hukuksuzluk örneklerinin dayatılmasından sonuç alamayanların bir yöntem olarak camiayı bu yönde bir adım atmaya sevk etme planlarının olma ihtimali de yok mudur? Bence bu noktayı, küçük bir ihtimal olsa bile irdelemekte fayda vardır.

Yukarıda da belirttiğim gibi baş edemedikleri bazı İslami yapıları zamansız şekilde siyasi arenaya çekerek gözden düşürme, yıpratma ve işini bitirme taktiklerinin hem Türkiye’de hem de dünyada nice örnekleri bulunduğunu unutmamak gerekir. Kafalarda oluşabilecek bu soru ve şüphe sezilmiş olacak ki kapatılan Mustaz’af Der’ başkanı Hüseyin Yılmaz,  bu siyasi hareketin parti olmadığı ve atılan siyasi adımın yıllardan beri tartışılan ve planlı bir adım olduğu, derneğin kapatılmasıyla sadece bu adımın biraz daha öne alındığı açıklaması bu endişeyi yersiz kılmaktadır.

Doğruhaber Gazetesi

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.