Pat pat patlayanlar niye patlar?

Biraz senin üzerine, biraz da benim üzerime konuşmaya devam edeceğim kardeşim! Konumuz maalesef mutsuzluk… Bu vakıanın “niye”sini, serçeşmesini bulmaya çalışacağız. Bulursak ne ala, bulmazsak en azından bu dereye akan daha küçük çeşmeleri tıkarız.

Kişisel hayat, bin bir aksamı olan bir makine gibidir. Bütün bu kısımlarının tıkırında çalıştığı bir zaman dilimi olmamıştır insanın. Yani “Küllü şey'ün ala ma yüram / Her şey tam da istendiği gibi” tam bir ham hayaldir. Böyle bir şeyi değil benle sen, hiçbir padişah bile yaşamadı, görmedi. Daima, hayat makinasının birkaç dişlisinde problemler görülür. Hayatta kendini mutluluğun en olmadık uç yerinde zannettiğin yerde bile; gizli gizli, ufak ufak, altan alta seni tedirgin eden bazı şeyler hissedersin. Bu babtan olmak üzere şair: “Ey rahatı arayan kişi! Yanlış yere geldin: Burası dünya.” mısrasını terennüm etmiştir. 

Hal böyle olmasına rağmen peki niçin kimilerini güleç, hayatından memnun; kimilerini de somurtmuş, hayata küs görüyoruz. Buradaki sır zarfiyettir; yani kalıp, yani çap meselesi… Bir balonun zarfiyeti/genişliği darsa ona sadece biraz hava üfürebilirsin, yoksa pat diye patlar. Ama balonun zarfiyeti varsa üfür üfürebildiğince. Çevremizde bir balon gibi “pat!” diye patlayanları hiç mi görmedik? Ya da alev almış bir tüp gibi gittikçe kızaranları, kıpkırmızı olanları. Kimi zaman soğusunlar diye bunların üzerine kova kova su dökeriz de yine nafile: Gümmmm!..

Bu ses mutsuzluğun sesidir ve dar bir gönlün, zarfiyetsizliğin neticesidir. Mutlu insanlardan, güzel insanlardan, peygamberlerden bu sesi duyamazsınız. Peygamberler o kadar sıkıntı çekti de hiçbiri bağırıp çağırmadı, haşa küfretmedi, eşyayı sağa sola savurmadı; hepsinin de başı ezilmek istendi ama hiçbirisi bu sıkıntılar karşısında mübarek başlarını duvarlara vurmadı. İşte buna da zarfiyet, derler. Yani gönül genişliği… Evet, Arapça tabirle zarfiyet, Türkçe tabirle derya gönüllülük, kürtçe- farsça tabirle “dilderya” ve milletlerin kardeşlik menbaası olan Kur'an'ın tabiriyle de “REBBİ- Ş REHLİ SADRİ/Ya rebbi, gönlümü genişlet.” (Taha: 25)

Biliyorsunuz, Hz. Musa (AS) peygamber seçildiği gibi Firavun'u uyarmakla görevlendirilmişti. Çoban Musa nerede, krallar kralı Firavun nerede… Üstelik Hz. Musa bir firari… Peki, Hz. Musa aradaki büyük uçurumu kapatmak için Allah'tan ne istedi? Top- tüfek, para, adam… Hangisi? Hayır! Silah: REBBİ- Ş REHLİ SADRİ. Firavun gibi bir zorbanın üstesinden gelen silah, senin küçük sıkıntılarının üstesinden mi gelmeyecek.

Rabbimizden bu güç ve mutluluk silahının duasını yapalım ve zarfiyet kazanmak için bir çabanın içine girelim. Unutmayalım ki hiçbir sıkıntı insan kudretinin üstünde değil. Çünkü yüce Allah insana kaldıramayacağı bir şeyi teklif etmez. Peki, o zaman niye kaldıramıyoruz?

Evet, demek ki zarfiyeti bilmekle iş bitmiyor. Sağdan soldan çok duyuyoruz: Sabredelim, dayan, bu da geçer… Ya da iyi olalım, güzel olalım, insanları sevelim, hayırsever olalım ve benzeri. Aslında bu, çok şey söylediğini zannedip de hiçbir şey söylememektir. Bunların güzelliğini kim bilmiyor ki. Mesele, bu hasletlerle nasıl donanacağını bilmektir.

Unutmayalım, bir şeyi bilmekle ona sahip olmak ayrı şeylerdir. Köşemiz kifayet etmedi, ama inşallah dualarınızla bir sonraki yazıda zarfiyete doğru yol alacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.