Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Seçim ve eğitim

 Türkiye'de eğitim sistemi, en az 90 yıldır Batı tarzı olmaya değil, Batıcı olmaya odaklanmış. Bu eğitim, tarz olarak pek çok yönüyle Batı'daki eğitimden farklı ve onun gerisinde; dolayısıyla Batılı değildir ama Batı'yı kutsama, Batı'yı yüceltme konusunda belki Batı'nın da ilerisindedir

Kasım 2015 Milletvekili Seçimi, muhaliflerin telaffuzundan bile çekindikleri yaklaşık yüzde elli gibi yüksek bir oranla AK Parti'nin zaferiyle sonuçlandı.

Halk, iktidara gelişinin on üçüncü yılında iktidar gibi ağır bir görevi yeniden AK Parti'ye verdi. Şimdi icraat zamanı...

AK Parti, 2002'de iktidara geldiğinde önünde 28 Şubat süreciyle zorlu Türkiye gerçeğinin de gerisinde kalmış bir eğitim tablosu ile karşılaştı. Eğitim, fiziki olarak tahrip olmuş, öz olarak ise tükenme noktasına gelmişti.

Binalar yetersizdi, var olan binalar da neredeyse kullanılamaz durumdaydı.

Kitaplar paralı, kırtasiye pahalıydı. Öğrenciler kitap, okullar günlük kırtasiye temin etmekte güçlük çekiyorlardı.

Öğretmen yetersizliği ve öğretmenlerin geçim problemi özel eğitimi neredeyse asıl eğitim haline getirmiş, her tarafı saran dershane ve kurslar okulların adeta içini boşaltmış; Türkiye gayri resmi bir paralı eğitime geçmişti.

28 Şubat'tan önce manen kötü durumda olan eğitim, 28 Şubat darbesiyle birlikte sosyalist ülkelerin eğitimine benzemeye başlamıştı. 

Sosyalist ülkelerde olduğu gibi çocuklara dinle ilgili bilgi veren eğitim yasaklanmış. İmam Hatip ortaokullarının kapısına kilit vurulmuş; Kur'an Kurslarına devam yaşı on ikiye çıkarılmıştı.

Dinle ilgili bilgi veren eğitim, yetişkinler için de neredeyse aynı durumdaydı. İmam Hatip liselerinin çoğu kapatılmış, var olanların da öğrenci sayısı sembolik bir sayıya düşürülmüştü.  Üniversitelerde var olan başörtüsü yasağı, süreç boyunca şiddetle uygulanmış, binlerce kız öğrenci okulunu terk etmek durumunda bırakılmıştı.

28 Şubat'tan önce de berbat olan ders kitaplarının içeriği daha da kötüleştirilmiş, 1950'lerden bu yana devam eden “dinsiz ders kitapları” yerini 1930'lu yıllarda olduğu gibi “din düşmanı ders kitapları”na bırakmıştı.

Milli Eğitim bürokrasisinin çok büyük bir kısmı da bu ders kitaplarındaki durumu pratiğe geçirecek, bir eğitimci olmaktan öte sosyalist ideolojinin militanı olan kişilerden seçilmişti. Okullarda pahalı balolar yapılıyor, öğrenciler bu pahalı balolara katılmak zorunda bırakılıyor; aileler ahlâksızlığı kendi parasıyla satın alma gibi insanlık dışı bir tutumla yüz yüze bırakılıyordu. Bu tutumla, halk kendi inancıyla çeliştiriliyor ve ahlâksızlığı satın alma gibi, ahlâka inanan bir insanın kişiliğini bozacak, psikolojisini alt üst edecek bir zulüm icra ediliyordu.

2002'de AK Parti'ye destek verenlerin eğitim ile ilgili ilk beklentisi, bu 28 Şubat zulmünün izale edilmesiydi.

AK Parti, ilk dönemde bu konuda iyi bir sınav vermedi. Derslik ihtiyacı ve dersliklerin donanımı gibi eksikleri giderme konusunda önemli bir mesafe alınırken eğitimin özüne neredeyse hiç dokunulmadı. AK Parti, Kasım 2002- Temmuz 2007 arasındaki dönemde adeta 28 Şubat eğitimine fizikî imkân sağlamakla kaldı. 28 Şubat ürünü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, o dönemin darbeci bürokrasisi ve siyaseti adına engel oluşturuyor; AK Parti, eğitimdeki bu kötü durumu değiştirecek bakan atamaktan bile endişe duyuyordu. İlk bakan ANAP kadrosundan ve 28 Şubat'tan kalma Erkan Mumcu idi. Sonraki bakan, değişim yapmayacağından herkesin emin olduğu Hüseyin Çelik...2007'den sonra da durum değişmedi. 2009'da, değişim beklentilerinin doruğa çıktığı ve halkın değişim konusunda sabırsızlandığı bir süreçte bilinmeyen sebeplerle bakanlığın başına Nimet Baş (Çubukçu) gibi hiçbir İslâmî kaygısı olmayan, renksiz bir avukat getirildi. Bu şahsın niye Milli Eğitim Bakanı yapıldığını herhalde bugün de hiç kimse anlamamıştır. Ne alanı eğitimdi ne de kişilik ve donanımı böyle bir bakanlık için uygundu.

Bakanlık, Haziran 2011 seçimlerinden sonra, bir değişim işareti olarak ilk kez halkın duyarlılığına denk gelen ve Türkiye'nin geçirdiği süreçleri kavradığından kuşku duyulmayan Prof. Ömer Dinçer'e teslim edildi.

28 Şubat icraatlarını az çok etkisizleştiren bir bakanlık devralan Ömer Dinçer, eğitimde değişim işaretleri verdikçe kendisini iyi tanıyan içerdeki “çağdaş çevreler”in ve onların ülke dışındaki destekçilerinin tepkisiyle karşılaştı. Hükümet, muhtemelen böyle bir tepkinin farkındaydı, bunu çok önemsemedi. Ama Dinçer, aynı zamanda Milli Eğitim bürokrasisiyle de karşı karşıya kaldı ve siyasete de küsecek şekilde bakanlıktan ayrıldı. Onun yerini alan ve halen görevde olan Prof. Nabi Avcı, hem duyarlı hem deneyimli bir isim. Göreve geldiği ilk günden bu yana Ömer Dinçer'in başlattığı değişimi sürdürüyor, eğitimde kolayca fark edilecek olumlu adımlar atıyor.

Buna rağmen, 2015 HÜDA PAR Milli Eğitim Müfredatı İnceleme Raporu'nda görüldüğü gibi eğitimde henüz istenen noktanın çok uzağındayız. Daha çok ders kitaplarının görünen yönleri üzerinde odaklanan raporda, gerek yazılı metin gerek resim bakımından halkın inancıyla çelişen pek çok bulguya yer verilmiş. Bu bulguların her biri, Türkiye'deki “alışma durumu” söz konusu olmadığında, tek başına birer skandalı ifşa değerindedir. 

BATILI DEĞİL BATICI EĞİTİM

Türkiye'de eğitim sisteminin niteliği genellikle “Batılı” sıfatıyla anlatılır. Bu yanlış bir değerlendirmedir. “Batılı” kavramı bizde, “Batı tarzı” anlamında kullanılır. Bu ifade, Türkiye'nin eğitim sisteminin Batı'yla ilişkisini açıklamakta yetersiz kalıyor.

Türkiye'de eğitim sistemi “Batı tarzı” bir eğitim değildir; “Batıcı” bir eğitimdir. Batılı olmak ya da Batı tarzı olmak, Batı'ya benzemek anlamındadır. Batıcı olmak ise, Batı'yı ve Batı'nın değerlerini kutsamak, onu yüceltmek anlamındadır.

Türkiye'de eğitim sistemi, en az 90 yıldır Batı tarzı olmaya değil, Batıcı olmaya odaklanmış. Bu eğitim, tarz olarak pek çok yönüyle Batı'daki eğitimden farklı ve onun gerisinde; dolayısıyla Batılı değildir ama Batı'yı kutsama, Batı'yı yüceltme konusunda belki Batı'nın da ilerisindedir.

Batıcı yaklaşım oryantalisttir (Şarkiyatçıdır), insan ve evren ile ilgili bilgiye Batı penceresinden bakar. Yaşamın ve bilginin merkezine Batı'yı yerleştirir; onun etrafında ırkçı, sınıfçı bir insanlık hiyerarşisi oluşturur.

Bu anlayışta,

-Vahiy bilgi kaynağı değildir. Bilginin kaynağı sadece Batı beşeridir. Ona göre bilgi vahiyle gelmemiş, Batılı insan dışında da insanlık tarihinde hiç kimse bilgi üretmemiştir. Bilgi kimdeyse “efendi” odur; bilginin kaynağı Batı olduğuna göre yeryüzünün “efendisi/patronu/dizayn edici gücü” Batı'dır. İnsanlığın gerisi Batı'yla ilişkisine göre bir hiyerarşi içinde yer alarak bu “büyük ve kutsal gücün” talepleri doğrultusunda yaşamını sürdürür.

-Teknoloji gibi bilgi de Batılıdır, Batı ne derse doğru odur. Bilginin doğruluğu; niteliğine ve kaynağına göre değil, Batı'nın doğrulamasına göre belirlenir. Batı'nın her ne sebeple olursa olsun doğruladığı bilgi doğrudur, yanlış dediği bilgi yanlıştır.

-Batı, yenilikçi, becerikli, hareketlidir; İslâm dünyası taklitçi, cahil ve pasiftir.

-Batı, akılcıdır; İslâm dünyası akla karşıdır.

-Batı, bilimseldir; İslâm dünyası batıl geleneklere bağlıdır.

-Batı, disiplinli, mantıklı ve duyarlıdır; İslâm dünyası tembel, dengesiz, duygusal ve mantıksızdır.

-Batı, özgür, anlayışlı, dürüst, medeni ve ahlâklıdır; İslâm dünyası, özgürlükten yoksun, anlayışsız, barbar ve ahlâksızdır.

Bu anlayış tek cümleyle, her tür üstün özelliği Batı'ya verip Batı'yı ilahlaştırırken her tür kötü özelliği İslâm dünyasına verip Müslümanları kullaştırmakla kalmıyor, onları aynı zamanda şeytanlaştırıyor.

John M. Hobson'un ifadesiyle dünyaya “Avrupamerkezci” bakan bu anlayış, haritalara bile sirayet etmiş, Avrupa'da Mercator haritası denen harita tarzında Avrupa, dünyanın merkezinde ve dünyanın tamamından büyük görünür. Bizim okullarımızdaki haritalar bile böyle çizilmiş.

Batı'ya karşı bu kompleksle eğitilen çocukların lider ruhlu olması, “lider ülke” veya “lider medeniyet” ruhunu taşıması beklenemez.

Gençleri köle gibi yetiştirip onlardan lider olmalarını beklemek mantıklı değildir. İslâm âleminde nice köle, İslâm sayesinde lider olmuş; İslâmî eğitim sistemi buna sadece uygun değil, aynı zamanda bunu teşvik ediyor. Batı'da ise lider olmuş bir tek köle yoktur. Batı'nın eğitim sistemi, ırkçı ve sınıfçıdır; herkesi kendi yerinde bırakır: Batı'yı Batı'da; Doğu'yu Doğu'da... Batı'yı üstte, İslâm dünyasını altta... Böyle bir eğitim sisteminde yetişen gençlerimiz, dünya düzeninde, bizden bir ifadeyle cihan nizamında, lokomotif olmayı değil, vagon olmayı düşünür.

Eğitimde gerçek bir değişim, ancak bizim bu Avrupamerkezci eğitimden kopup bilgide özümüze dönmemizle mümkündür.

Bunun için anasınıfından en üst eğitime kadar, önce bilgiye, sonra insana ve evrene yaklaşımı bizden olan, Müslümanlar olarak, İslâm dünyası olarak bizi yansıtan bir eğitime gereksinim vardır.

AK Parti, eğitimde fizikî anlamda çok büyük değişimler gerçekleştirdi. Teknik yönden eğitim, belki Batı'nın bile önüne geçti. Ancak öz bakımından enerjisini genellikle 28 Şubat'ın şekli tahribatlarını gidermeye harcadı.

28 Şubat öncesi eğitim, mükemmel bir eğitim değildi; 28 Şubat öncesine dönüş kurtuluş değildir hatta 28 Şubat öncesinde duruş felaketin bir şekilde sürdürülmesidir. Onunla tatmin olmak yanlıştır.

İslâm dünyasında ve bütün dünyada yeni bir konum arayışında olan Türkiye'nin eğitimini bu arayışı doğrultusunda şekillendirmesi gerekir. Aksi halde Türkiye'deki değişim, tercihleri ekonomiye göre değişen seçmenlerin elinde kalır. Bu türdeki seçmen yarın, herhangi bir problem yüzünden aç kalınca, kendisini, ülkesini ve medeniyetini başkalarına teslim eder. Onun bu durumu tok iken de kendisini, ülkesini ve medeniyetini başkalarına teslim edenlerin gücüyle birleşince bugün elde edilen hiçbir zafer, kalıcı zafer değildir.

Bizim aç iken de tok iken de doğruluktan ayrılmayan bir insan tipine ihtiyacımız vardır. Bunu sağlayacak olan, mideyi-maddi çıkarı merkeze yerleştiren Batıcı eğitim değil; ahlâkı, doğruluğu her şeyin üstünde tutan İslâmî eğitimdir.

DİN BİLGİSİ VEREN EĞİTİM, DİNÎ EĞİTİM VE İSLÂMÎ EĞİTİM

Türkiye'de dinî eğitim yapan resmi bir kurum yok; sadece din bilgisi veren eğitim kurumları vardır.

Dinî eğitim, dinin öngördüğü koşullar içinde ve gelenekten kopmayan bir metodoloji ile yapılan eğitimdir. Batı'da kilise eğitimi, İslâm dünyasında medrese eğitimi dinî eğitimdir.

Türkiye'de İmam Hatipler ve İlahiyat Fakülteleri dinî eğitim kurumları değildir; bunlar din bilgisi veren kurumlardır. Dinî eğitimde pratik çok önemli bir yer tutarken ve bilgi o pratik içinde verilirken din bilgisi veren eğitimde pratik ikinci plandadır ve bilgi, pratikten kopuktur. Bir örnek üzerinden açıklanacaksa, dinî eğitim veren kurumlarda bir öğrencinin namaz kılmaması hatta namazlarının çoğunu cemaatle kılmaması düşünülemez. Dinî bilgi veren eğitim kurumlarında ise eğitimciler, bu yönde teşvikte bulunsalar da öğrenciyi buna asla zorlamazlar, zorlayamazlar.

Bununla birlikte dinî eğitim veren kurumlar da din bilgisi veren kurumlar da çok önemlidir ve birbirinin alternatifi değildir.

Ancak eğitimin dinî olması da medeniyet anlamında İslâmî olması anlamına gelmez. Bir eğitim dinî olduğu halde medeniyet anlamında İslâmî olmayabilir.

Bugün için İslâmî eğitim, Avrupamerkezci bir eğitimden uzaklaşıp İslâm'ı ve kardeşler olarak insanı merkeze alan bir eğitimdir.

Türkiye'nin ve İslâm dünyasının asıl ihtiyaç duyduğu böyle bir öncü medeniyet eğitimidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.