Şehadete bu kadar mı güzel gidilir?

Bangladeş'in son şehidinin son mektubu tam bir manifesto niteliğinde. Aynı zamanda yakından uzağa da herkese çok ince uyarılar içeriyor.

“Hayatınızın sonuna kadar Allah yolunda bir gaye ile görevinizi sürdüreceksiniz..”

“Batılın tüm tuzaklarına ilim yoluyla cevap vereceksiniz..”

“Kırgınım. Sözünü unutanlara, kardeşinin elini tutmayanlara, düşeni kaldırmayanlara, Allah için gözyaşlarını sakınanlara, zalimin yanında durup mazluma timsah gözyaşları dökenlere, kıyama kalkmayı kolay zannedip elindekini muhafaza etmek için bahane satanlara, alanlara kırgınım..”

“Müslümanlar etle tırnak gibi midir gerçekten? Sökülüyor tırnaklarımız. Etiniz acımıyor mu?..”

“Zorla karşılaşınca ölüm korkusundan istikametini şaşıranlarla biz ölümden aynı şeyi anlamıyoruz. Bu bir imtihandı. Kolay olacağını söylemedi kimse.”

İnanın her satırı hikmet dolu, aşk ve hüzünle sarılmış. Böyle bir vasiyeti en son Şehid Şeyh Ahmed Yasin'in kahır dolu vedasında okumuştuk.

Şimdi kendini bu ümmetin bir ferdi gören herkesin, hepimizin yükü bir kat daha arttı. Ateşin karşısında diz çökmüş bir resmin gölgesini giymiş bedenler gibi kalakaldık şu ölü gurbet diyarında.

Ölü vicdanların hamalı olarak üzerinde avare avare dolaştığımız ecel avcısının avucunda o kadar yumulmuşuz ki, dilimizi hani saklarız belki de, yüzümüzü ne ile maskeleriz bilmem.

Mevsim bahar, eşcarın evrakı yeni, giydiler sündüs elbiseleri ama biz sanki güzün gazeli altında hanümandayız, efkâr harap, hane harap, söz harap..

Hadi toparlanın gidiyoruz mu dediniz? Nereye, dağların üzerimize kaldırılıp da, bize “sizi gidi emanetçiler” diye seslenecek Tur-u Sina'nın eteğine mi, yoksa “inin oradan” fermanının dünyaya çevirdiği hicran çöllerine mi?

Mekke'den gidenin varacağı yerdi Medine. Ya da göğe yükselmek için gidilirdi bir gece vakti Kudüs'e. Ve ölüm bir şeb-i arustu, aşıkdan maşuka köprüler dizen.

De haydi nereye gider bu kadar cürüm sırtlanmış kardeşlik kervanımız. Hangi çarşı ve hangi pazar müşteri olur, bencillik damgalı defolu himmetlerimize..

Kırgınım diyor bir dava lideri. Ama öyle kapalı da bırakmıyor. Neye, kime, nereye kadar kırgın olduğunu da açık açık söylüyor. Ve maalesef saydıklarının içinde biz hayli hayli varız..

Ve sen ey ‘Bangladeş nere İstanbul nere! diyen hatır fukarası, vefa yoksulu, sadakat miskini beden parçası! Sahi Medine nere idi. Ya da dünya nere, ukba nere? Mahşer nere, kundak nere? Mekke nere Sidret-ül Münteha nere..?

En iyisi yarın Hakk divanında o düşmanımız için “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı!”(Zuhruf 38) okunu yaya vurmak..

Ne diyordu bakın: “Ben gidiyorum… Dilerim bu gidiş size kim olduğunuzu hatırlatsın. Mazlumlar için ayağa kalkmanın bir yolunu bulmanızı sağlasın. İpler adedince baş istense, ama deseler ki bu bedel kıyam içindir, az kalır giden başlar!.”

Mazlumlar için ayağa kalkmanın bir yolunu bulmak gibi zahiren ağır manen hafif bir yükü omuzlarımıza yüklerken öyle dokunuyor ki bam teline notalar sanki Kudüs diye Arakan, Gazze, Bangladeş diye tınlıyor ağırlaşıyor kulaklarımızda..

Neyse şimdi sanırım susma makamındayız. Bir kutlu vuslatın arkasında elimize tutuşturulan bayrağın rüzgârı bize yön çiziyor ve vadedilen galibiyetin, kurtuluşun, nurun, müjdeli zaferlerin ufkunda kendimizi affettirmek için koşmak gibi bir zorunluluğumuz var.

Allah mazlum ümmetin yardımcısı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.