Fikret GÜLTEKİN

Fikret GÜLTEKİN

Türkiye+İran-BM

Suriye’de Esed rejiminin yani sosyalist baas rejiminin yıllardır sürdürdüğü politika zulüm üzerine inşa edilmiştir. Müslümanım dedikleri için muhaberat tarafından kaçırılıp öldürülenlerin sayısı bile bilinmemektedir. Kaybolanların yakınları akrabalarını sormanın cezasını bile çoğu zaman canlarıyla ödüyorlar. Bu katliamlar, acımasızlıklar baba Esed’ten günümüze kadar sürmüştür.

Oğul Esed, başa geldiğinde Türkiye ve Dünya kamuoyunda oğlun babadan daha ılımlı olduğu, okumuş olmanın verdiği anlayışlı insan tipi yoğun olarak işlendi. Ancak şu unutuldu ki, Esed var olan Baas yapılanması içinde sadece başta görülen figüran konumunda idi.

Öte yandan ülke içindeki vatandaşına reva gördüğü tüm zulümlere rağmen hiçbir dünya ülkesinin kucak açmadığı Hamas’a kucak açması, siyonistlerle mücadeleyi temel hedefleri haline getiren Hizbullah’a her türlü desteği vermesi, İran’la olan sıcak ilişkileri Esed ve yönetimini Müslüman halklar nezdinde sempatik hale getirdi.

Bununla da kalınmadı, özellikle Erdoğan döneminde Esed’in Türkiye ile geliştirdiği ilişkiler en üst seviyeye çıktı.  Geliştirilen ekonomik ve sosyal ilişkiler, sınırlardan geçişlerin çok rahat olması, ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenlenmesi nerdeyse Suriye’yi Türkiye’nin bir arka bahçesi konumuna getirdi.

Şüphesiz ki tüm bu yaşananlar, Müslümanları sevindirirken, başta israil olmak üzere en büyük destekçisi Amerika tarafından endişe ile karşılandı. Lakin Türkiye’nin Suriye ile geliştirdiği bu ilişkiler dolayısıyla İran’la ve Hizbullah’la da ilişkilerin daha da iyileşmesi anlamına geliyordu. Öte yandan siyonistlerle amansız bir mücadele veren Hamas’ın liderlerinin muhafaza edilmesi de Suriye’nin övgü ile zikredilmesine sebep oluyorken, siyonistlerin buna yönelik bir tedbir alması gerektiği fikrini kuvvetlendiriyordu.

İşte Suriye’deki gelişmelere iki cihetten bakılması gerekiyorsa bir ciheti de bu olmalıdır. Ortada halkı Müslüman olan iki devlet var, bunlar günbegün ilişkilerini geliştiriyorlar, ülke sınırlarını kaldıracak aşamaya geliyorlar, kardeşlik ilişkilerinin doğal sonucu olarak ortak stratejiler geliştiriyorlar da İslam düşmanlarının buna sessiz kalacağını düşünmek olacak iş değildir. Gelişmeleri bu unsurlardan uzak değerlendirmek mümkün değildir.

Bu anlattıklarımızla tüm muhalif olarak adlandırılanların siyonist ve Amerika uşaklığı altında bu işi yürüttüklerini söylemek istemiyoruz. Ancak bu unsurun da gözardı edilmeden meseleye yaklaşılması gerektiğini söylüyoruz. Lakin fitne unsurlarının sürekli bir hesap ile Müslümanları birbirine kırdırma gayreti içinde olduklarını hiçbir zaman unutmamak gerektiğine inanıyoruz.

Bu hakikati unutmadan son dönemlerde Türkiye-Suriye ilişkilerinin geldiği gergin aşamayı fırsat bilenler savaş çığırtkanlığı yapmaya başladılar. En ufak, belki caydırıcı maksatlı söylenmiş sözleri bile savaşın ayak sesleri olarak yorumluyorlar. Bu fırsatı kazanıma çevirmek isteyenler Türkiye’nin henüz istikrar bulmamış dış ilişkilerindeki boşluktan istifade ediyorlar.

Esasında Türkiye, son 10 yılının birkaç yılı dışında, tarihi boyunca dış ülkelerle ilişkilerinde belirleyici olmaktan öte başkasının davulunu çalan biri olmaktan kurtulamamıştır. Son dönemlerde meydana gelen gelişmelerin de dış ülkelerden bağımsız ataklar olduğu noktasında kafalardan şüpheler silinememiştir. Durum bu olunca başta Suriye ile olmak üzere diğer İslam coğrafyalarıyla olan ilişkiler pamuk ipliğine bağlı kalmış, karşılıklı küçük demeçlerle dahi kopma noktasına gelmiştir. Şüphesiz bunda Erdoğan’ın kendine olan aşırı güveninin ve ani çıkışlarının da rolü olmaktadır.

Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri iyi iken de ülkede hak ihlalleri yaşanıyor, insanlar yine tek kapısı olan zindanlarda çürütülüyor, katliamlar yaşanıyordu. Ancak buna yönelik bir iyileştirmenin yapılması gerektiği Türkiye tarafından yüksek sesle dile getirildiğini duymadık.

Veya şu anda Suriye’de yaşananlar, Amerika’nın Pakistan’a, Afganistan’a, Çin’in Doğu Türkistan’a, Rusya’nın Çeçenistan’a, hele hele de siyonistlerin Filistinlilere yaptıklarından nasıl bir farklılık arz ediyor ki, buralarda yaşananlara karşı Türkiye’nin ne Amerika’ya, ne Rusya’ya ne de ciddi manada israil’e diyecek bir şeyi olamıyor.

Oynanan ve gelinen oyuna dikkat edilmelidir. Evet, Suriye’de her ne derecede kan akıyor oluyorsa olsun bunun durması gerekir. Müslüman Suriye halkının başına Müslüman bir kişinin ve İslama muhalif olmayan bir sistemin getirilmesi gerektiği açıktır.

Suriye halkı Müslüman, İran halkı Müslüman, Türkiye halkı Müslüman ise –ki öyledir- o halde bu ülkelerin birbirine düşmesi demek yeni bir Müslüman katliamının olması anlamına geliyor. Yine tekrarlıyorum ki, buradaki tek çözüm İslam coğrafyasındaki aklı başında Müslüman liderlerin bir araya gelerek bu sorunu çözme girişimlerinin olmasıdır. Suçlu ve zalim olan Esed ise en azından İran ve Türkiye bir araya gelerek güçlerini ve nüfuzlarını birleştirerek bu sorunu el birliği ile çözmelidir. Evet, bu noktada yapılacak bir genel seçimle halk kimden yana tavır koyuyorsa sistem o şekilde oluşturulmalı, sonrasında da herkes kimliğine göre, projesine göre çalışarak halkın takdirini alıp yönetime gelmeye gayret etmelidir.

Sorun, Müslümanların kendi aralarında çözülmelidir. O birlikteliği sağlamak Türkiye ve İran’ın görevidir. NATO, Birleşmiş Milletler vs. vs. asla Müslümanların ve İslam coğrafyalarının hayrını dilemeyen güçlerden çözüm beklemek tarihi bilmemektir, küfrü tanımamaktır. Umarım Türkiye kendini başkalarının Truva atı konumuna sokmaz da hamasi açıklamalarla savaş şakşakçılarına fırsat tanımaz.

Allah’a emanet olunuz.

Doğruhaber Gazetesi

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.