Mehmet GÜLSEVER

Mehmet GÜLSEVER

Zalim Hükümdardan Adil Hükümdara Ben

Nasıl tarif edilir ki…

Nasıl hayal edilir ki…

Neyi hayal edeyim ki…

Neyi hayal etsem o ya yoktur ya da

yok olmaya yüz tutmuştur.

Anamdan başlasam mı bu bayram!

Anam yok artık…

Dişi bir aslan gibi zalimlerin yakasından

tutup “oğlumu size yedirmem”

demişti çakallara. Yüreği diriliğini hiç

yitirmemişti de umut ve sevgi taşırken

bana kavuşma yollarında yıpratmıştı

bedenini.

Ya babam?

Ah keşke yadıma düşmeseydi babam!

Ölümle pençeleşiyor… yanı başında

olmalı değil miydim? Sakallarından

okşamam gerekmez miydi? Dilinden

tane tane dökülen son incilerini boynuma

gerdan yapmalı değil miydim?

Kapı kapı adalet arayan babam… çalmadık

kapı, dokunmadık vicdan, haykırmadık

makam bırakmadı babam. Yakub'a

özentisinden midir bilmem ama imtihanı

o oranda ağırdır babamın.

Köyümüzü mü düşlesem bu bayram…!

Hani ya yok ki bir tek topraktan

eyvan.

Şehirler taşınmış köyümüze vurdum

duymaz yalnızlıklarıyla beraber. “Ne

köy ne kasaba” olamamışlar çelişkinin…

Selam da yok… Sıla-ı rahim de…

Muhtarlar elleri titreye titreye “ürkek”

dilekçeler yazmıyorlarmış artık. Bir levhaya

yazdırtıyorlarmış torunlarına en

muhkem metinleri. Ve bir “tık” la varıyormuş

“huzura”. Çare mi? Belki başka

bahara. Gelmezmiş sadra şifa bir cevap

“huzur-u âlâ”dan. Gidişi hemen, gelişi

“Ano Yemen”.

Tamam bildim! Bebeğim! Kuzum! Süt

kokulu, cennet gülüşlü ciğerparem. İyisi

mi ona uzansın hayallerim.

Ama yok ki o nazenin artık. Geçen

beni görmeye gelmişti. Annesini bıraktığım

yaştaydı. Hiç koklaşmadan büyümüştü.

O yüzden mahcup ve çekingendi.

Örememiştik sevgimizi tenlerimizin

temasıyla. Kalkmamıştı aramızdaki

mesafe. Ellerinden tutamamıştım.

Büyütememiştim. Baba olamamıştım.

Ben de eksik ve mahcuptum.

Ya annesi! Yaşamadan yaşlanmıştı. Bu,

kederini saklamaya çalıştığı kaçıncı bayramdı

yüzüne vuran. Kaç “mes'ud” poz

verdi bana bilmem. Ama her biri yüzüne

hazan yeli olmuş besbelli.

Ben bu bayram neyi hayal etsem o

yok oluyor bir an.

Çare? Sadık dostlar. Hani beraber

kaçmıştık ya “kolluktan”. O yeni ceketimi

giyerdi. Ben ise kundurasını zula ederdim.

Duydum ki Ahmet hatırı sayılır bir

tüccar olmuş. Zenginliği oranında hatırı

da varmış. Bir özgüven patlaması yaşıyormuş.

Az bilmişliğinden mütevellid

suskunluğu, yerini “çok bilmişliğe” bırakmış.

Neyse ki sadık dostum Sadık var. Bir

ham hayal olsun. Bir lahzalık kurtuluş

devşireyim bu kuşanmışlıktan.

Güler misin! Ağlar m ısın!

Çok sadık dostum şartsız sadakatinin

bedelini “yukarılara” tırmanmakla almış.

Ağzı da iyi laf yaparmış. Artık erişilmez

bir yerdeymiş. Aşağıdan bizler biblo gibi

görünürmüşüz. Sesimiz de bu mesafeyi

kat etmeye yetmiyormuş. Duyuramadık

sesimizi.

Benden sonra buralara bir kahraman

düştü. Sonra Saray'lara adil bir hükümran

oldu Yusuf misali. Yeniden ümit devşirdik

makberlere. Uzak diyarlardan her bir

mazlumun imdadına yetişti de bir beni

bilmedi, bir beni duymadı, bir beni anlamadı.

Gücü kudreti dünyaya yeter. Ruy-i

zeminin her mazlumuna yetişir de yanı

başındaki bir beni görmezden gelir.

Bir zalim hükümdardan bir adil

hükümdara benim için bir şey değişmedi.

Her bir kervana sordum soruşturdum

da firakı bu kadar uzun olana rastlamadım.

Bilirim bu göktendir.

Bilirim bu yere hükmedenin sabrımı

imtihanındandır.

Bilirim artık gelsem de tat vermez

bilirim.

Hiçbir şeyi yerinde ve tadında bulamayacağımı

bilirim.

Belki de üzülürüm.

Bilir misin ben buradayım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.