“Zekât toplumun temel taşıdır”

“Zekât toplumun temel taşıdır”

Zekât ibadetinin toplumun temel taşı olduğunu söyleyen Şanlıurfa Eyyübiye İlçe Müftüsü Adem Dobur, zekat hakkında önemli konulara değindi.

Rahmet ve bereket kapılarının sonuna kadar açıldığı, yapılan her amelin karşılığının binlerle ifade edildiği mübarek Ramazan ayının sonuna doğru yaklaşırken elinde imkân olanlar hayır ve hasenet yapmaya çalışıyor. Özellikle Ramazan ayında yapılan amellerin daha makbul olması inancından dolayı birçok insan, İslam’ın beş şartından biri olan zekât ibadetini bu ayda yapmaya çalışıyor.

Zengin olan insanların her yıl nisap miktarına ulaşan malının kırkta birini zekât olarak vermesi, toplumda zengin ile fakir arasında karşılıklı bir muhabbet oluşturuyor. Bir tarafta zengin olan kişinin malından belli bir kısım alındığı için aşırı zenginleşmenin önüne geçilirken diğer taraftan da maddi durumu iyi olmayan fakir insanların daha çok fakirleşmesinin önüne geçilmiş oluyor.

Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde namaz ile birlikte zikredilen ama günümüzde diğer ibadetlere göre biraz daha arka plana atılan zekât ibadetini Eyyübiye İlçe Müftüsü Adem Dobur ile konuştuk.

İLKHA mikrofonlarına önemli açıklamalarda bulunan Dobur, Mekke döneminde (zekâtın farz kılınmadığı dönem) iken Maûn suresi ile işaret edilen zekât ibadetinin toplumsal açıdan çok önemli bir ibadet olduğunu söyledi.

Eyyübiye İlçe Müftüsü Adem Dobur’la yaptığımız röportaj:

Kur’an-ı Kerim’de sekiz sınıf insandan bahsediliyor. Bugün bu sekiz sınıf insan toplumumuzda mevcut mudur? Zekât mükellefi zekâtını hak sahiplerine nasıl ulaştıracak?

Öncelikle dinimizin temel esaslarından olup da günümüzde pek önemsenmeyen Zekât gibi bir ibadeti gündeme getirdiğiniz için size teşekkür ederim. Çünkü Zekât toplumu ayakta tutan temel taşlardan birisidir. Kur’an-ı Kerim’de zekât verilmesi gereken yedi sınıf belirtiliyor. Bunların hepsi bugün mevcut mu, hayır. O zaman bizler mevcut olanları arayıp bulur ve zekâtımızı oraya veririz. Mesela ayeti kerimede geçen kölelik meselesi, günümüzde yok. Fakat ayete baktığımızda zekât verilenlerin başında fakirler geliyor ve günümüzde fakirler çok sayıda mevcuttur. Fakir insanlar bulunmalı ve onlara zekât verilmelidir. Yine ayette miskinlerden bahsedilir ki miskinler; ihtiyacını kimseyle paylaşmayan kişilere denilir. Yine ilim okuyan öğrencilere destek olmak amacıyla zekât verilebilir ki onlar âlim olsunlar, bu işe sahip çıksınlar.

Hem yerel hem de uluslararası yardım organizasyonları var. Hayırseverlerden topladıkları bağışları yurdun ve dünyanın farklı bölgelerindeki muhtaçlara ulaştırıyorlar. Mükellefler farz olan zekât ve fitrelerini bu tür organizasyonlar eliyle dağıtabilir mi? Fıkhi olarak bu şekilde dağıtılan zekâtın sıhhatinde sıkıntı olur mu?

Hayır, sıhhatinde bir sıkıntı olmaz. Hatta biri zekâtını verirken ‘al sana bu benim zekâtımdır, ya da bu benim fıtırımdır, bu benim öşürümdür’ dememesi gerekiyor ki karşı taraf bir minnet altında kalmasın. Burada en doğrusu bir vakıf veya dernek gibi bir başkasını aracı yaparak vermektir. Veren kişinin kime verdiğini bilmemesi, alan kişinin de kimden aldığını bilmemesi Allah’ın rızasına en uygun olandır. Onun yerel ya da uluslararası dernekler aracılığıyla yapılan yardımlar dine aykırı değil tam tersine dinin özüne daha uygundur.

Malum, zekât dinimizde farz olup toplumun zengininden alınıp fakirine verilir. Zengin malının zekâtını çıkarırken fakirin üzerine minnet vesilesi olacak veya reklam olacak dağıtıldığı durumlar oluyor. Bu şekildeki bir dağıtım makbul mudur?

Zekât, öncelikle Allah için yapılan bir ibadettir. Yoksa insanların sevgisini kazanayım diye yapılan bir ibadet zaten ibadet değildir. Siz ona reklam deyin, gösteriş deyin, riyakârlık deyin ne dersiniz deyin. Bu aslında sadece zekât için değil tüm ibadetler için geçerlidir. İbadetler sadece Allah rızası olmalıdır. Hele toplumu daha çok ilgilendiren zekât için buna daha dikkat etmek gerekir. İbadette gösteriş ve reklam olmaz olursa ne olur? Belki farz olan kısmı yerine gelir ama her ibadetin sevap olan bir boyutu vardır. O kısmı ne olur bilemeyiz. Ama iyi olmayacağını biliyoruz. Çünkü ayeti kerimede bu konuda gerekli uyarılar yapılmış.

Bazen zekât olarak dükkânda veya depoda demode olmuş, eskimiş satılamayan veya satılsa bile değerinin çok altında satılabilen mallardan çıkarılıyor veya dindar bir bayanın veya erkeğin dinen giyemeyeceği kıyafetler zekât olarak veriliyor. Zekât olarak verilen bu mallar kullanıma elverişli değil. Bu şekilde çıkarılan bir zekât, eda olmuş oluyor mu?

Az önceki sorunun cevabında değindiğim gibi farz olan kısmı yerine gelmiş olur. Ama bu konuda uyarıcı ve önemli bir ayeti kerime var onu paylaşayım: ‘Ey iman edenler! Kazandıklarınızdan ve size verdiğimiz ürünlerden yani ziraat mahsullerin iyilerinden verin. İçiniz rahat bir şekilde kullanamayacağınız, giyemeyeceğiniz ürünlerden vermeyin.’ Yani yiyemeyeceğiniz, giyemeyeceğiniz şeylerden vermeyin. Vereceğiniz şeyler sizin yanınızda en değerlilerinden olsun. Peki, bunun dini ölçüsü nedir? Dinin ölçüsü orta olandır. Belki en iyisini vermeyebilirsin ama en kötüsünü de veremezsin. Ama verirsen farz düşer ama Allah’ın katında bunun karşılığı ne olur? Çünkü Allahu Teâla bizi bu konuda uyarıyor. Buna şu örneği verebiliriz: bir insan yemek yapıyor. O yemeğini üç gün üst üste yediği halde bitmediğini görünce komşusuna göndermesi makbul değildir. Makbul olan nasıldır o yemekten ilk gün komşuya gönderilmesidir.

Zekât illaki para olarak mı verilmeli, ticaret malından da zekât çıkarılabilir mi?

Tabi çıkarabilir. Bu kişinin inisiyatifine bağlı bir durum. Sattığı ticaret malı ne ise ondan zekât malı verebilir. Ama az önce de değindiğim gibi verilen malın karşı tarafın kullanılabileceği bir mal olmalıdır. Yani bir satıcı satamadığı maldan zekât vermemelidir. Ama bunun en doğrusu hesabını yaptıktan sonra para olarak vermektir. Örneğin biri bana 500 kilogram deterjan verse ben o kadar deterjanı ne yapabilirim ki? Ama onun yerine bana para verilse belki bayram da kendime y ada çocuklarıma elbise alacağım. Çünkü insanların ihtiyaçları çeşitlidir. O yüzden birisinin sattığı ürünü vermesi caizdir ama para olarak vermesi daha efdaldir.

Peygamberimizin ve Hulefa-i Raşinin ve Selefi Salihinin zekât hakkındaki hassasiyetleri nasıldı? Zekat vermek istemeyenlere bakış açıları nasıl olmuştur? Bu konuda örnekler verilebilir mi?

Başta dediğimi gibi zekât dinin temel esasıdır. Ben Hz. Ebubekir’in zekât dışında herhangi bir ibadet için ‘savaş açarım’ dediğini duymadım. Çünkü zekâtın toplumsal boyutu vardır. Namaz ve oruç gibi ibadetler bir insanın şahsını geliştirirken zekât ise toplumu ilgilendirir, toplumu geliştirir, toplumdaki dengeyi sağlar. Hani ayeti kerime var ya; servet belli zümrenin elinde otorite olmasın.Belli bir grup diğer gruba malı vesilesiyle tahakküm etmesin. Peygamber Efendimiz hayattayken Salebe örneğine bakacak olursak. Fakir bir insan iken daha sonra zengin olduktan sonra zekâtını vermediği için hakkında ayet inen bir insan. Ve peygamber Efendimiz onun için ‘Salebe’ye yazık oldu’ demiştir. Diğer bir olay da Hz. Ebubekir döneminde zekât vermek istemeyenlere karşı Hz. Ebubekir’in tavrıdır. Tüm bunlar zekât ibadetinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Farz bir ibadet olan Zekâtın dağıtımının toplumumuzda yanlış uygulandığı örneklere sık rastlanılıyor. Örneğin kişinin fakir yakınıma vereyim derken fıkhen zekât düşmeyen bir yakınına vermesi, cami inşaatına veya öğrenci yurduna vermesi gibi. Kişi zekâtını istediği şekilde dağıtabilir mi yoksa bunun bağlayıcı kuralları mı vardır?

Öncelikle zekâtını verecek kişi zekâtını vereceği kişinin gerçekten ihtiyaç sahibi olduğunu iyice araştırması gerekiyor. Eğer iyi araştırma yaptığı halde sonradan zekâtını verdiği şahıs fakir olmadığı ortaya çıksa bile onun zekâtı tamamlanmış olur. Ama iyice araştırma yapmamışsa zekâtını bir daha vermesi gerekir. Öbür taraftan cami, öğrenci yurdu ya da medrese inşaatına zekât verilmez. Çünkü zekât, binaya olmaz aksine canlı olan insanlara verilir. Bu konuda çok titiz olmamız gerekiyor.

Bazı mal sahiplerinin Devlete verdikleri vergiyi zekâttan sayıp mallarının zekâtını ayrıca çıkarmadıklarını duyuyoruz. Vergi zekât yerine geçiyor mu?

Öncelikle burada zekâttan kaçma olayı söz konusudur. Biz de diyoruz ki zekât vermekten kaçmayalım. Vergi zekât olmaz. Çünkü vergi kazançtan alınır ama zekât servetten alınır. Vergiyi devlet alır ki bununla vatandaşına yol, su, hastane, okul gibi hizmet verir. Hiç eğmeye bükmeye gerek yok. Zekât ile vergi farklı şeylerdir birbirine karıştırılmamalıdır.

Kişi alamadığı borcunu zekâttan düşebilir mi? Borçlu olan kişinin zekâta müstahak biri olup olmadığı durumunu da göz önüne alarak ne yapılabilir?

Burada iki durum söz konusudur. Öncelikle borçlu kişi zekât verilebilen grupta mıdır diye bakmak gerekiyor. Diyelim ki zekât verilecek gruba dâhil olan biri olsun. Burada ihtilaf durumu söz konusu ki bazı ulema o borç olarak verdiğini zekât niyetine vermediği için olmaz demiş. Bazıları da yeniden zekât niyeti ederse olabilir demiştir. Bir kısım ise borç verilen mal halâ o adamın elinde mevcut ise tamam olabilir ama o mal harcanmışsa olmaz demiştir.

Fitre ile ilgili olarak bazı âlimlerimiz buğday verilmesi gerektiğini söylüyorlar. Şafii olan halk için tavsiyeleriniz nelerdir?

Şafi temel fetvalarına baktığımız zaman mutlaka ürünlerden olması gerektiğini belirtiyor. Mesela yaşayan Şafi âlimlerinden Halil Gönenç Hoca, buğday dışında verilebileceğini söylemişti. Burada önemli olan insanların maslahatıdır. Bu yüzden para olarak verilirse daha uygun olur. Hanefilerde bir sorun yok zaten ama Şafiiler için Halil Gönenç Hocamızdan destek alarak Şafilere tavsiyemiz Hanefi mezhebini taklit ederek fıtır sadakasını para olarak vermesi insanların maslahatı için, ihtiyaçlarını karşılaması için daha uygun olacağını düşünüyoruz. Ayrıca, bu yıl asgari rakam 15 olarak açıklanmıştır. Bu demek değildir ki illaki 15 lira verilecek. Bu en düşük rakam olarak belirlenmiş. Durumu iyi olan insanların ise daha fazla vermeleri daha güzel olacaktır.

Toplumda sosyal adaletin, huzurun ve zengin ile fakirin arasındaki toplumsal birlik dayanışma ve kardeşliğin tesisi açısından zekâtın yeri nedir?

Bilgilerim beni yanıltmıyorsa zekât Kur’an’da 30 yerden geçiyor. Bunun 27’si namaz ile birlikte zikredilir. İnşallah yanlış anlaşılmam zekâtın önemi açısından söylüyorum. Araştıranlar göreceklerdir. Mekke’de inen Maûn Sûresine bakalım. Bu sure nazil olduğunda daha zekâtın çerçevesi belli değil, daha zekât farz kılınmamış oruç da… Ama orada işaret edilen bir durum var. Ben tefsir haline getirerek söyleyeyim. ‘Etrafınızda bu kadar aç, perişan, fakir-fukara varken siz namaz kılsanız ne olur kılmasanız ne olur’ gibi bir mana çıkıyor. İslam âlimleri der ki ‘eğer bir memleketin insanları aç ve açıkta iseler oranın zenginleri imanlarını sorgulamalıdırlar.’ Bu gerçekten çok ciddi bir şeydir.

Cenabı Allah ayeti kerimede şöyle buyuruyor: ‘Onların mallarından zekât al. Al ki onunla temizlensinler’. Bu ayet ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki zekâtı verilmeyen mal, kirli maldır ya da zekâtı verilmeyen servet, kirli servettir. Bu ayeti kerimeye zekât hem zekât vereni temizler hem de zekât verilen kişiyi temizler. Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Malumunuz tıpta da sünnette de kan vermenin insan sağlığına faydalı olduğu belirtiliyor. Bendeki kanın bir kısmını veriyorum ve verdiğimi için ben sıhhatli buluyorum. Diğer tarafta benden alınan bu kan, aynı zamanda bir ihtiyaç sahibine hayat veriyor. Yani kan verdiğim zaman hem sağlıklı oluyorum hem de karşı taraf o kanla hayat buluyor. Zekât da böyle bir şey galiba. Malınızın bir kısmını alıyorsunuz bir fakire zekât olarak veriyorsunuz. Burada hem sizin malınız temizleniyor hem de karşı taraf verdiğiniz bu zekât ile hayata tutunmaya çalışıyor. Bu yüzden zekâtı ihmal etmemek lazım. (Osman Gülebak, Mehmet Demir- İLKHA)






 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler