Ali Şeriati (1): Şeriati’yi keşfetmek

Ali Şeriati (1): Şeriati’yi keşfetmek

Benim ve Türkiye’deki İslamcı hareketin önemli simalarından olan bazı arkadaşlarımın Ali Şeriati ile fikren tanışması 1977 yılına rastlar. Biz İran’da 1977 yılında önemli bir toplumsal ve politik hareketin meydana gelmekte olduğunu fark ettik, İran’ı yakı

Benim ve Türkiye’deki İslamcı hareketin önemli simalarından olan bazı arkadaşlarımın Ali Şeriati ile fikren tanışması 1977 yılına rastlar. Biz İran’da 1977 yılında önemli bir toplumsal ve politik hareketin meydana gelmekte olduğunu fark ettik, İran’ı yakın takibe aldık. Önce şaşkınlık ardından belli belirsiz bir heyecanla devrimi hemen hemen günü gününe takip edip Türkiye’ye aktarmaya çalıştık. Abdübaki Gölpınarlı ile tanışmamız da bu vesileyle oldu, çünkü ancak ondan Şiilik ve İran hakkında sağlıklı bilgi alabiliyorduk. Hüseyin Hatemi hoca ile ben 1970-73 yıllarında Sultanahmet Divanyolu’nda her cumartesi katıldığımız rahmetli Nurettin Topçu’nun sohbetlerinden tanışıyorduk, devrimle biraz daha yakınlaştık, çünkü o da sağlıklı bilgilere sahipti.

O dönemi yaşayan arkadaşlar bilir. Merhum Ali Şeriati’nin kitaplarını 1978’in Temmuz veya Ağustos ayında tercüme etmeye başladık. Benim başında olduğum Düşünce Yayınları’nda, “Medeniyet ve Modernizm” (Farsçası Temeddün ve Teceddüt), “Hac”, ”İslam ve Marksizm”, “İslam Sosyolojisi Üzerine”, “Kültür ve İdeoloji”, “Ne Yapmalı?” adlı kitapları yayınlandı. Sonra da “İstismar, İstihmar, İstiğmar (Eşekleştirme ve Bilinçlenme)” kitabını müteakip senelerde Türkçeye tercüme edip Endülüs Yayınları arasında çıkardık. Bu sene İstanbul’da Ali Şeriati sempozyumuna katılan Puran Hanım eşinin kitaplarının nasıl tercüme edildiklerini bilemeyiz dedi. Haklı; kitaplar Farsça’dan çok İngilizce’den tercüme ediliyor, sonra Farsçalarıyla da tahkik ettirmeye çalışıyorduk. Bu konuda Hüseyin Hatemi hocanın bize çok yardımları oldu. Kendisi Farsçaya, İran kültürüne ve İslamî bilgilere hâkim bir hocamızdı.

Biz Şeriati’nin kitaplarının yayıyınına tabii ki devam etmek istiyorduk. Bir yandan Seyyid Kutup, Mevdudi ve Hasan el-Benna’yı, öbür yandan da Şeriati’yi tercüme ediyorduk. Bunun anlamını biraz sonra izah etmeye çalışacağım. Fakat malum 1980 yılında Türkiye’de kanlı bir askerî darbe oldu. Şeriati’nin kitaplarına Ağustos 1981 yılında son vermek zorunda kaldık. Tutuklandık, yayınevimiz dağıtıldı. Biz de o 12 Eylül mağdurlarından olduk. Biz o günleri şerefle yaşadık. Bana Selimiye’de, 29 gün yattığım hücrede en çok sordukları sorulardan bir tanesi “Neden Ali Şeriati’yi tercüme ettiniz?” oldu.

İşin doğrusu yayınevine emek veren bazı arkadaşlarım Şeriati’nin kitaplarından rahatsız oldular. Onlar Müslüman kardeşler çizgisinin dışına çıkılmaması gerektiğini düşünüyorlardı. Ben ve arkadaşlarım (Ali Kemal Temizer, Abdurrahman Arslan, rahmetli Ahmet Şişman, Necati Aktülün vd.) her iki İslami mecrada akan nehirlerden yararlanabileceğimizi söylüyorduk, muhtemelen 12 Eylül de olmasaydı yayınevi ya dağılır veya bölünme vuku bulurdu. Halen ben farklı İslami geleneklerden azami derecede yararlanabileceğimizi düşünüyorum, bana göre iki ayrı uçta gözüküyor olsalar bile hem Muhyiddin İbn Arabi’den hem İbn Teymiyye’den istifade edebiliriz. Bugün İslam dünyasının kök bilgi ve kurucu fikrini kurma gibi bir çabamız varsa, geleneğin yelpazesinin tümünü göz önüne almalıyız.

Benim okumama göre, 20. yüzyılın İslam havzasının üç sembol ismini zikretmek mümkün. Mısır-Arap havzasında Seyyid Kutup, Hint Yarımkıtası havzasında Mevdudi, İran irfan havzasında Ali Şeriati… Hiç kuşkusuz Şeriati’den başka önemli simalar da var; ama konumuz Ali Şeriati…

Paradoksal görünse bile bence Murtaza Mutahhari de başka bir açıdan son derece önemli. Türkiye’de son senelerde güzel bir gelenek ihdas edildi. Gelenek ihdas edilir mi, diye sormak mümkün. Ediliyor demek ki. Bu da güzel bir şey. Seyyid Kutup ve Hasan el-Benna ile ilgili sempozyumlar yapılıyor. Yakınlarda vefat eden Muhammed Hamidullah (1908-2002) hocayı konu alan iyi bir sempozyum yapıldı. Benim dileğim Mevdudi’nin de bir sempozyuma konu olması. İnşallah olur. Bir dileğim daha var. Seyyid Kutup ve Mevdudi’nin de kitaplarının yeniden tercüme edilmesi. Bu son derece önemli. Hem Türkçe açısından hem de bu zatların fikirlerini doğru dürüst aktarmaları açısından, eski tercümeler pek iyi değil. Fecr Yayınları şimdilerde Ali Şeirati’nin hem kitaplarını yeniden yayınladığı hem de sempozyumlar düzenliyor, kendilerine şükran borcumuz var.

Ben Cemil Meriç merhuma ara sıra kitap okurdum. Ona Şeriati’den bahsediyordum, başlangıçta pek umursamıyordu. Sonra Şeriati’yle ilgilenmeye başladı, bir gün şöyle dedi: “Evladım, ben bir Ali Şeriati olmak isterdim.” Merhumun bu sözlerini kulağımla işittim. Neden Cemil Meriç, Ali Şeriati olmak istiyordu?

Aslında Cemil Meriç ile Ali Şeriati arasında “bazı” benzerlikler kurulabilir. Şöyle ki: Bir kere ikisi de Fransızca biliyordu. Batı’yı tanıyorlardı, Batı’da tahsil görmüşlerdi. Fakat Şeriati’nin Cemil Meriç’e göre bir fazlası vardı. İslam’ı iyi biliyordu, İslamiyet’e inanıyordu ve Batı’ya, sömürgeciliğe dinin içinden bakıp eleştiriyordu. Cemil Meriç’te yoktu bu özellikler. Jean Paul Sartre, Şeriati ile akşamdan sabaha kadar konuşabiliyordu. Ama Jean Paul Sartre, Cemil Meriç’le oturup konuşmazdı. Çünkü Cemil Meriç Batı’ya Batı içinden bakıyor, eleştirisini de Batı paradigması içinden getirerek yapıyordu. Batı karşısına dini değil, Osmanlı merkezli tarihi ve kültürü çıkarıyordu. Çok geç zamanda Cemil Meriç Hoca -Allah rahmet eylesin- “umran” ile “uygarlık”ın, “kültür” ile “irfan”ın arasını ayırdı. Ama Ali Şeriati ilk günden bunun farkındaydı.

Şundan buraya gelmek istiyorum: Türk aydınlarının Cemil Meriç örneği üzerinden ki en yakın duran bir sima, en büyük eksiği üçüncü ayağın olmamasıdır. Bu ayak aslında merkez sütundur. Belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin ağırlıklı kısmı itibariyle İslamcı aydını ve neredeyse tamamıyla muhafazakar-dindar aydının ulaşabileceği ufuk çizgisi Cemil Meriç olabilir ancak. Bu açıdan Ali Şeriati-Cemil Meriç karşılaştırması yabana atılır gibi değil. Önümüzdeki yazıda bu konuya devam edeceğiz, inşallah. (

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.