Sanat ve özgürlük

Sanat ve özgürlük

Modernliğin sınırlarını belirlediği bir dünyada zihnimize, aslında kalbimize kazınan alışkanlıklar Müslümanca düşünmemizi ve algılamamızı engelliyor. Bizden bir anda iki tanrıya bağlanmamız isteniyor. Nasıl varlık aleminde iki tanrı olmuyorsa, kalpte de i

Modernliğin sınırlarını belirlediği bir dünyada zihnimize, aslında kalbimize kazınan alışkanlıklar Müslümanca düşünmemizi ve algılamamızı engelliyor. Bizden bir anda iki tanrıya bağlanmamız isteniyor. Nasıl varlık aleminde iki tanrı olmuyorsa, kalpte de iki tanrı olamaz. Bunu hem Kur'an hem İncil sarahetle belirtmektedir.

Bir körleşme hali yaşadığımız muhakkak ve bundan ancak özgürleşerek kurtulabiliriz. Bakara suresinde (2/256), "Allah sizi karanlıklardan nura çıkartmak ister" buyrulur. Maddenin aslı olan karanlıktan çıkmak demek, ruhun nura doğru kanatlanıp özgürleşmesi demektir. Görmeyen gözün faydası yoktur, çünkü görme fonksiyonunu yerine getiremiyor. Gözün görebilmesi için ışık gerekir. Nur Allah'tandır, çünkü O göklerin ve yerin nurudur (24/Nur, 35). Görmeyen engellidir, yani hakikatte tam olarak özgür değildir.

Tarihin her döneminde insanoğlunun özgürlük sorunu olmuştur, bugün yaşamakta olduğumuz sorun hepsinden çok daha zor, karmaşık ve belirsizdir. Yunanlıların insanın özgürleşmesi için harcadıkları çabalar ve bu konuda geliştirdikleri büyük felsefe günümüze kadar bize yazılı metinlerle gelmektedir. Zannedilmesin ki, hikmet veya felsefe insanoğlunun tarihinde sadece veya ilk defa Yunanlılarda başlamıştır, hayır bu büyük bir yanılgıdır. Yunanlıların diğerlerinden farklı olarak yaptıkları hikmeti yazıya geçirmeleridir, bu yüzden kadimler onları yadırgamış, hatta hikmete ihanet etmekle suçlamışlardır. Büyük filozof Ebulberekat el Bağdadi, Yunanlıların durumuna düşmemek için çok zor ikna edilmiş, ancak sonra El Mu'teber'i kaleme almayı kabul etmiştir.

Yunanlılarda insanın özgürlük mücadelesi doğrudan tanrılara karşı yürütülmektedir, çünkü insan tanrıların kölesidir. Tanrılarla insan arasında sürgit çatışma çatışma yaşanmaktadır. Tanrılar insanın özgür olmasını, yani hakikatte insan olmasını istemezler. Bu bağlamda Yunanlıların nazarında insan olmak özgürleşmektir. Özgürleşip insan olmasını engelleyen tanrılarla çatışma aynı zamanda bir özgürlük mücadelesidir.  Şu var ki insan nasıl özgürleşeceğini bilmiyor. Yunanlının algı dünyasında bilgi güçtür; söz konusu güç (bilgi) de tanrılar tarafından temellük edilmiş bulunmaktadır.

İnsan olmaklığının şiddetle hasretini çeken Yunanlı  sahneye çıkar ve isyanını, ıstırabını dile getirir. Dile getirdiği trajedisidir; tiyatro da bunun sonucudur. Müslümanların tarihte tiyatro denen bir sanat etkinliği gelişmediyse, trajedisi olmaması dolayısıyladır, niçin olsun ki, insanı Ahsen-i takvim üzere yaratan Allah onu, Eşref-i mahlukat makamına layık görmüş, varlık aleminin saklı incisi yeryüzünün halifesi seçmiştir. Modern çağın Müslümanı tüketici ve aldırışsız bir zihne sahip olduğundan bir sanat ifadesi veya felsefi disiplin ya da sosyo-politik bir akımı ortaya çıkaran istisnai şartlara, özel tarihsel ve toplumsal durumlara bakma lüzumunu hissetmeden alır, içini İslam vahyi ile doldurabileceğini düşünür; iktibas ettiği her şeyin kötü bir fotokopisini sanat, felsefe veya ekol diye takdim eder. Sanat söz konusu olduğunda tiyatrosundan romanına, sinemasından resmine kadar bu böyledir.

Prometheus, Zeus'un elindeki ateşi yani bilgiyi, dolayısıyla gücü elinden alır ve ancak böylelikle özgürleşir, başka bir deyişle insan olur. Ne var ki, güç olarak tanımlanan bilgi Prometheus'un eline geçince onu bozar, mutlak iktidarın insanı bozup onu ahlaken yozlaştırdığı, bir zalim ve mestebit kıldığı gibi. Bilgi gücünü eline geçirdiğinde Prometheus tiranlaşır ve onun takip eden tarihi dönemlerde bu güç kimin eline geçmişse yeni tiranlar ve tiranlıklar türemiş, özgürlük sorunu her seferinde yeniden ve bir kere daha baş göstermiştir. Batı, o günden bu yana hep söz konusu özgürlük mücadelesinin çizgisinde bir tarih yazmıştır.

İnsan kime karşı özgürleşme mücadelesi veriyor? Tanrılara ve tanrıya karşı. Yunan'daki Zeus ve tanrılar tasavvuru, aslında tevhîd inancından, Bâbil hikmet havzasından aldıkları Allah ve meleklerin insan idrakinde uğradıkları başkalaşımın ifadeleridir. Yunanlılar zaman içinde "Zeus"u "Allah" yerine koydular, melekleri de tanrılaştırdılar, onları tabiat üzerinde kendi başlarına hükümferma olan güçler olarak algıladılar. Yağmuru yağdıran, bulutları yönlendiren Mikâil aleyhisselam onlarda bir 'tanrı' oldu. Kur'ân-ı Kerîm'de; "Biz yarattık." der Cenâb-ı Hakk, "Nun-u azame"yi kullanarak meleklerle, yani kendi emrinde istihdam ettikleriyle yaratmayı gerçekleştirdiğini beyan eder. Fakat Şânı Yüce Allah'la beraber meleklerin de yaratma fiiline (halk) katılması onlara tanrılık vasfını vermeyi gerektirmez. Onlar Allah'ın emrinde çalışan kullardır.

Sonraki dönemlerde Aydınlanma ile tanrılar ve meleklerin yok edilmesiyle melekler yerlerini tabiat kuvvetlerine terkedeceklerdir. Yunan'da ve sonraları gelişen tabiat felsefesi, varlığı doğaüstü güçlerden tecrit etmeyi hedefledi, tabiatı profanlaştırdı. Aydınlanma ile insan tabiatı tanrılardan, doğa üstü güçlerden özgürleştirdi, ama bu sefer kendini tabiatın kayıtlarından kurtarmak üzere tabiata karşı kendisi bir özgürlük mücadelesine girişti. Tanrılara karşı tabiatı özerkleştirmeseydi, insanın tabiat üzerinde denetim kurması, başka bir deyişle bilim yapması ve teknoloji geliştirmesi mümkün olmazdı.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.