Dr. Abdulkadir TURAN

Dr. Abdulkadir TURAN

Mısır'da İhvan Deneyimi

Bundan sekiz yıl önce, 4 Ocak 2011'de Tunuslu genç seyyar satıcı Muhammed Buazizi kendini yakarak “Arap Baharı” denen vakaların kıvılcımını yaktı.

Tunus'ta başlayan olaylar, 25 Ocak 2011'de Mısır'a ulaştı. Toplumun farklı sınıfları, meydanlara dökülüp sistemi protesto etti.

Mısır'da 18 Eylül 1953'ten itibaren iktidarda olan ulusalcı sosyalizm, Mısırlılara ulusalcı yanıyla sağlam bir Arap kültürü ve onurlu bir Arap milleti kimliği; sosyalist yanıyla ise sosyal adalet vaat ediyordu.

Aradan geçen, yaklaşık altmış yılda ulusalcı sosyalist iktidar, Mısır'da sağlam bir Arap kültürü inşa etmek bir yana, Mısırlıları daha çok Batı kültürüne yaklaştırmış, milyonlarca Mısırlıyı asimile etmiştir. Seyyid Kutub gibi bir Arap müeddebi katledilmiş; sistem, Arap kültürünü hem tekeline almış hem başkalarının sivil olarak o kültürü geliştirmesine izin vermemiş, dolayısıyla Arap kültürünü tekeline alarak imha sürecine sokmuştu.   

Rejimin sağlam bir Arap kültürü iddiasını bütün İslamî direnişe rağmen, Fransızlara benzeyen Mısırlıların sayısındaki artış yalanlıyordu. Rejimi destekleme amacıyla Necip Mahfuz'a verilen edebiyat ödülü bile gerçekte, Arap edebiyatına değil, Fransızlaşmaya verilen bir ödüldü.

Ulusalcı sosyalist iktidar, israil karşısında ağır yenilgi almış, nihayetinde Camp David anlaşmasıyla israil'le anlaşmış, Arapları rencide etmiş, Arap kimliğini lekelemişti.

Rejimin onurlu bir Arap kimliği inşasını Camp David'deki Enver Sedat ve Menahem Begin resmi yalanlıyordu.

Ulusalcı sosyalist iktidar, sosyal adaletten söz ettikçe yabancıların Mısır'daki varlığı artmış, Mısır'da varlık tekelleşmiş ve mezarlıklarda yatanların sayısı artmıştı.

Rejimin sosyalizm iddiasını, Tahrir Meydanı'ndaki sosyete ile mezarlıklarda yatanların yan yana gelen resimleri yalanlıyordu.

Cemal Abdünnasır, 1953-1970 yılları arasında on yıl; Enver Sedat, 1970-1981 yılları arasında 11 yıl iktidarda kalmıştı. “Son Firavun” denen Hüsnü Mübarek ise 1981'den o yana otuz yıldır iktidardaydı. Hiçbiri ulusalcı sosyalizmin vaatlerini yerine getirememişti. Son ikisi ise ulusalcı sosyalizmle birlikte liberalizm ve ehilleştirici ulemayı da tüketme noktasına getirmişti.

Ülkenin sorunu kişiler değil, ulusalcı sosyalizmin kendisiydi; Mısır, ulusalcı sosyalist zihniyetten kurtulmalıydı.

Ulusalcı sosyalistlerin İslam'la ilgili yaptıkları eleştirilerin tamamı da haksız çıkmış; Mısır'ın İslam'dan uzaklaştıkça varlığını yitirme tehdidiyle karşı karşıya kaldığı açıkça görülmüştü. Buna karşılık İslamî hizmetler, Mısır'ı mutlu edecek ve güçlendirecek tek dayanağın İslam olduğunu gözler önüne sermişti. O hâlde Mısır'da ulusalcı sosyalist rejim gitmeli, yerine İslamî bir yönetim gelmeliydi. Halk da bunu istiyordu.

Ne var ki Mısır'da gösteriler, sıkı bir kontrol altındaydı. İhvan-ı Müslimin sahadaydı ve İhvan, o güne kadar Mısır gerçeğini iyi okumuştu: Mısır, uluslar arası sistemin bir anda İhvan'a bırakacağı bir ülke değildi. Her şeyden önce israil'in varlığı, Mısır'ın kontrol altında kalmasına bağlıydı. israil'in varlığı ise uluslararası sistemin II. Dünya Savaşı sonrasında, üzerinde konsensüse vardığı ana hususlardandı.

İhvan, bu gerçeği dikkate alarak ulusalcı sosyalist sistemi devirme konusunda öne çıkmakta temkinli davandı. Nitekim Tahrir Meydanı'nda küçücük bir azınlıktan başka bir şey olmayan liberaller ve solcular öne çıkıyordu.

Nihayetinde gösteriler 11 Şubat 2012'de Hüsnü Mübarek'in istifasıyla sonuçlandı.  Görevi, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi üstlendi. Ama Konsey, Mısır halkının taleplerini dikkate almayacağını, İhvan'ın sandalyelerin çoğunu kazandığı alt meclisi 12 Haziran'da lağvetmesiyle gösterdi. Karar sürpriz değildi, zira Konsey, 16-17 Haziran'da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turu için sonuçları önceden görmüş, yüzde 51,7 ile de olsa Cumhurbaşkanı seçilecek Muhammed Mursi'yi peşinen kuşatma operasyonu başlatmıştı.

Bütün engellemelere rağmen Mısır'da İhvan iktidarı, 30 Haziran'da yemin ederek Cumhurbaşkanı olarak göreve başlayan Muhammed Mursi ile başlamıştı. İhvan, bu noktaya gelmek için tarihin en büyük zorluklarını yaşamış, en büyük destanlarından birini yazmıştı. Daha zorlu süreç ise bundan sonra yaşanacaktı:

1. Baro, Ticaret Odaları gibi yarı resmi kurumlarda yönetim İhvan'da olsa da askeri bürokrasi ve yargı İhvan düşmanlarındaydı.

2. Uluslar arası güçler, israil'le iyi ilişkilere razı olmadığı sürece İhvan iktidarını sürdürmeye izin vermeyeceklerdi. İhvan'ı engellemek için Mısır'da yeteri kadar bağları da yok sayılmazdı.

3. İhvan'ın Arap dünyası üzerinde öteden beri etkili Mısır'da seçimlerle iktidara gelmesi, Suudi Arabistan Krallığı tarafından tehdit olarak algılanıyordu. Ki İhvan'ın Suudi ile anlaşması, ancak uluslar arası sistemle barışık olmasına bağlıydı.

 İran da mezhebinin yayılmasına engel olacağı ve İslam dünyasına yönelik söyleminin merkezinde olan Kudüs konusunda alternatif olacağı endişesiyle İhvan iktidarından memnun kalmamıştı. Bunun için Suudi'ye bağlı Selefiler daha ilk günden Mursi'ye derhal Şeriatı uygulama çağrısında bulunmuş; Mısır'da tek tük bulunan Şiiler ise evlerinin saldırıya uğradığına dair haberler yaymışlardı veya Selefi gruplar, kasıtla saldırmış, onlar da şayia etmişler, şüyuu vukuundan beter olmuştu.

4. Mısır üzerinde etkisi bilinen İngiliz haber ajansı Rueters ve haber kanalı BBC, Mısır'da kadına yönelik şiddetin arttığına dair art arda haberler yayıyorlardı.

Bu koşullar altında Muhammed Mursi'nin yapabileceği tek şey, Mısır halkı içinde desteğini artırmaktı. Bu destek, ona bürokraside de destek sağlayacaktı.

Klasik Mısır siyaseti içinde, açıkta kalan tek kesim, eskiden beri sistemle çatışmaktan çekinen Sufî gruplardı. Mısır'da varlıkları hep küçümsenen, kimi zaman kriptolu Şii diye ötekileştirilen Sufîlerin el-Ezher başta olmak üzere Mısır kurumlarında kayda değer bir ağırlığı vardı. Ayrıca Sufîler, çoğu noktada elitleşen İhvan'ın ulaşamadığı kesimlere ulaşmışlardı. İşte bu noktada İhvan, deyimin tam anlamıyla bir “arada kalma” sorunu yaşadı. İhvan, 1960'lı yıllarda zorunluluktan dolayı Suudi ile geliştirdiği ilişkilerden sonra kendisini İbn Teymiye fikriyatına fena açmıştı, öteden beri dışlamadığı bu fikriyatı neredeyse merkeze almıştı.

Bununla, “yan ürün” olarak ifade edilebilecek nice Selefi gruba kuluçka olmuş; kendi içinde de tutarsızlıklara yol açmış, bununla birlikte Selefilerce kabul görmediği gibi Sufi grupları da hem hedefine almış hem onlara hedef olmuştu. Dolayısıyla İhvan, Mısır halkı arasında etkin iki ana grubun da muhalifi olarak belirmişti. Üstelik, İhvan'ın Selefi fikriyata yakınlığı günahkâr da olsa, politik olarak İslam karşıtı olmayan geniş şehirli kesimle irtibat kurmasını da engelliyordu. Dolayısıyla etrafında sadece Cemaat-i İslamî gibi bir iki yapılanma kalmıştı. Bu tablo içinde İhvan, yüzde 51,7 oy alsa da Mısır'da yapayalnız kaldı, bir cemaat iktidarı olarak göründü. Öyle ki Mursi'nin bile ne kadar inisiyatifini kullanabildiği belirsizdi.

Çıkmazın aşılması için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Mısır bu geçiş döneminde ve sonrasında inanıyorum ki bu değerlendirmesini en güzel şekilde yapmak suretiyle özellikle demokrasi noktasındaki bu geçişte şunu görecektir. Yani laik bir devlet yapısı dinsizliği değil, herkesin dinini inandığı gibi yaşamasının teminatıdır.”   dolaylı önerisinde bulunurken Selefi milletvekilleri, “Haydi namaz saati geldi” diyerek Meclis'te masaların üzerine çıkarak ezan okuma gösterişinde bulunuyor, istihbaratın etkisindeki Selefi militanlar, Kıptîlere ve kadınlara yönelik saldırılar düzenliyorlar, her eylemleri bire bin katılarak uluslararası basın tarafından pazarlanıyordu. Bu koşullar altında Mursi, muhtemelen İhvan içindeki dengeleri de gözeterek daha çok Selefilerle uzlaşma işaretleri verdi. 12 Ağustos 2012'de Genel Kurmay Başkanlığına Suudi Selefiliği ile ilişkisi herkesçe bilinen Abdulfettah es-Sisi'yi genelkurmay başkanlığına getirdi. Ağustos sonunda yaptığı İran ziyaretinde ise kameralar önünde İran'da kendisini hazmedemeyenlere “Biz demiştik” dedirtecek ama Suudi Selefiliğini de tatmin etmeyecek açıklamalarda bulundu.

Mursi'nin muhtemelen kendi kararları dışında gelişen bu süreç, Haziran-Temmuz 2013'te Mısır'ı İhvan karşıtı geniş sayılacak koalisyon ürünü protestolara götürdü. Mursi, bu aşamada geniş tabanlı bir koalisyon çağrısı yaptıysa da sonuç alamadı.

İlk bakışta anlaşılmaz bir şekilde ama arka planı ile birlikte kolay anlaşılabilir bir vaziyetle, Solcular-liberaller; Selefîler-Sufiler; ABD/Avrupa Birliği-Rusya, Suudi Arabistan-İran bir anda  Mursi'nin gitmesi yönünde bir tutum içine girmişti.

Uzlaşıya varan uluslar arası sistemin talebini General Sisi yerine getirdi ve Mursi, birbirinden değerli binlerce alim, aydın ve şuurlu insanla birlikte nice mazlumun can verdiği Mısır zindanlarına gönderildi.  İslam dünyasının en kıymetli simalarından Muhammed Mehdi Akif orada can verdi; Mursi ve Muhammet Biltaci hâlâ oradalar. Onlar, zindanda; Mısır, sefalet içinde… Ülke dışında ise on binlerce muhacir vardır.

İhvan, elbette Mısır'dan büyüktür ve bugün bütün uluslar arası önlemlere rağmen Arap İslam dünyasının pek çok ülkesinde en önemli siyasi yapılanmalardan biridir. Lakin Mısır'daki durum, İhvan'ın bütün başarılarını buruk bırakıyor. İhvan'a sevgi duyanları mahzun ediyor.  Bununla birlikte İhvan, İslamileşme yönünde bütün İslam dünyası için geniş bir deneyim hazinesi oluşturduğu gibi acılar açısından da bir deneyim hazinesi oluşturuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.