Ablukaya meşruiyet

Hasan SABAZ

Mavi Marmara davası, devletlerarası anlaşma ile unutturulabilecek bir dava değildir.

Uluslararası sularda işlenen bu katliam her zaman israil'i takip edecek ve ona katilliğini hatırlatacaktır.

Ambargo altında insani ihtiyaçlardan yoksun bırakılan, dar bir bölgeye sıkıştırılmış yüz binlerce insana yardım ulaştırma gayretiyle yola çıkmış bir erdemliler seferi olarak tanımlayabiliriz Mavi Marmara olayını. Siyonist katillerin saldırısına uğrayan gemilerde şehid olanlar olduğu gibi, yaralananlar da vardı. Bunlarla birlikte yaşanan vahşetin çok sayıda şahidi de vardı ve onlar da davanın tarafıdır.

Ama maalesef dava, büyüklüğü oranında görülmedi.

Davanın Türkiye'ye hapsedilmesi Siyonist rejim açısından önemli bir başarıdır.

Kaldı ki, Türkiye'de bile konuya duyarlılık gösterenlerin küresel istihbarat ağlarıyla ilişkili olan FETÖ polis ve yargısı tarafından takibata uğradığı, baskıya maruz kaldığı, yargılanıp cezaevlerine girdiği bilinmektedir. Başta Elazığ İhya Der ve Adıyaman Vahdet Der mensupları olmak üzere çok sayıda İslami STK üye ve gönüllüsü bu konuda mağdur edildi ve hatta bir kısmının mağduriyeti halen devam etmektedir.

israil aleyhine Türkiye'de açılan dava da uzun süre davacıların tedirginliğiyle devam etti.

Hükümetin israil ile çözüm konusunda görüştüğü konusu medyada yer bulmaya başlayınca tedirginlik arttı.

Hükümet, israille normalleşme şartları olarak “özür, tazminat ve ablukanın kaldırılması”nı şart koşuyordu.

Geçen yazımızda özür ve tazminat konularına değindik.

Gelelim “abluka” meselesine…

Öyle görünüyor ki, israil yerinde sabit durdu; ama Türkiye adım adım taviz verdi.

Önce “Ablukanın kaldırılması” ifadesi “ambargonun kaldırılması”na ardından da bu ifade “ambargonun esnetilmesi”ne dönüştü.

Bu çerçevede bir anlaşma yapıldı ve anlaşmaya itiraz edenler hakkında çok sert ifadeler kullanıldı.

Mavi Marmara üzerinden defalarca israil'e çatan Erdoğan'ın, Türkiye israil anlaşmasından hoşnutsuzluğunu dile getiren kurumlara yönelik “Giderken bana mı sordunuz?” şeklindeki çıkışı bazılarını ciddi biçimde ürküttü.

Gazze halkı ve Hamas'ın anlaşma aleyhinde konuşmaması, sadece Türkiye üzerinden olsa bile Gazze'ye temel ihtiyaç maddelerinin ulaştırılması elbette önemliydi; ama anlaşma uyarınca israil aleyhindeki davaların düşmesi ciddi bir problemdi.

Türkiye'nin dış politikasını yönlendirenler bu konuda “hukukun işleyişine karışamayız; ama devletlerarası ilişkilerdeki pürüzleri konuşabiliriz” diyebilmeliydi.

Ortada şehidler, yaralılar ve uluslararası bir organizasyona yönelik gerçekleştirilen hukuksuz bir müdahale vardı.

Öyle görünüyor ki Siyonist katiller aleyhine açılan davalar düşürülecek.

Bir korsanlık, bir toplu katliam eyleminin “hukuki güvenceye” kavuşturulması anlamına mı geliyor?

Evet, maalesef öyle!

Türkiye'ye verilen “Gazze'ye yardım götürebilme” imtiyazının her an yok sayılabileceğini unutmayalım.

Artık israil'in uluslararası sularda yapacağı müdahalelere tepki gösterilmeyecektir. Bununla birlikte Gazze'ye uygulanan insanlık dışı abluka artık meşrulaşmıştır.

Ne zamana kadar mı?

Ümmet, gücünün farkına varıp birbirinin kanını dökmekten el çekinceye kadar.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.