Amed ve Fetih

Sertaç TEKDAL

Birkaç gün önce Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethedilişinin 1373. yılını idrak ettik. Hz. Ömer döneminde İyaz bin Ganem komutasındaki İslam ordusu, 639 yılında Amed’in önlerine gelmiş ve dönemin süper güçleri olan gerek Bizans ve gerekse de Pers imparatorlukları tarafından sömürülen, ezilen, hor görülen kürt halkını bu zulümlerden kurtarmış, islamın huzur iklimine dahil etmişlerdi. Bu, çift yönlü bir kurtuluştu. Bir yandan hristiyan ve mecusi olarak islamdan mahrum olan halk imanla izzet ve şeref kazanmış, öte yandan söz konusu zulüm ve esaretlerden kurtulmuşlardı.

Burada önemli olan nokta şudur ki, Abdulkadir Turan hocanın da sürekli vurguladığı gibi bu coğrafya, Kutlu Nebi ve Ashab-ı Kiram ile iç içedir ve öyle telakki edilmelidir. Çünkü Amed’in fetih tarihine baktığımız zaman henüz Medine İslam devletinin kuruluşunun üzerinden sadece 17 yıl geçmiş durumda. Mekke’nin fethi ile arasında sadece 9 yıl var ve Kutlu Nebi’nin vefatının üzerinden sadece 7 yıl geçmiş. Bu tarihler işte bu hakikati ortaya koymaktadır. Bu coğrafya o kutlu insanlardan bağımsız düşünülemez. Nitekim fethi gerçekleştiren islam ordusunda yaklaşık 1000 sahabi bulunmaktaydı. Ama bu hakikatler özellikle unutturulmuş ve kürt halkının özünden, islami köklerinden ve inancından koparılması için yoğun gayretler verilmiş ve aynı oyunlar halen de devam etmektedir.

Bu konuyla ilgili fethin yıldönümünde bazı STK’ların açıklamaları büyük önem taşıyordu. Diyarbakır denince neden hep karpuz akla geliyor ve bu muhteşem tarihinden izler hatırlanmıyor. İşte bu gerçek sorgulanıyordu. Oysa ashabın bu şehrin fethinde ve imanla izzet kazanmasında gösterdikleri fedakarlık, döktükleri aziz kanları ve feda ettikleri kutlu bedenlerinin hatırası, tarihi, karpuz kadar olamıyor mu? Bu şehrin adı zikredildiğinde akla gelmesi gereken, öncelikle Kutlu Nebi olmalı, Onun ashabı ve yarenleri olmalı, karpuz değil! Bu durum, o yüce şahsiyetlere büyük bir ihanettir. Bu ihanete bilerek ya da bilmeyerek düşen insanların bir an önce uyanması ve içinde bulunulan gafletten sıyrılması, dünya ve ahiretin şeref ve saadeti için elzemdir.

Diyarbakır aziz bir şehir, geçmişi, tarihi ve özellikleri ile… Fethedildiği günden bu yana esaret ve işgal yaşamamış bir şehir. Bugün gayri islami kültür ve etkinliklerle zihinlerin işgal edilmeye çalışıldığı bir gerçektir. Ama Allah’ın izniyle arzını işgale uğratmayan bu müslüman halk, islami kültür ve geleneğine sahip çıkarak modern işgal yöntemlerini de bertaraf edecektir.   Aynı şekilde ashabın eliyle fethedildiğinden beri ezan sesinin dinmediği, kesilmediği bir şehir Diyarbakır. Bu özelliğiyle Mekke ve Medine’den sonra ismi zikredilebilecek bir şehir. Kudüs’ün fethi de aynı dönemlerde 638 yılında gerçekleşmiş ancak 1099-1187 yılları arasında yaşadığı Haçlı işgali sebebiyle ezanların bir dönem sustuğu biliniyor. Ayrıca yapılan araştırmalarda ilginç noktalar da gün yüzüne çıkıyor. Muhammed Emin Yıldırım’ın çalışmalarında ifade ettiği üzere, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Diyarbakır hakkında şu hakikatleri bildiriyor. Diyarbakır abdestsiz girilmeyen şehirdir. Çünkü surların dört kapısından da içeri girildiğinde mevcut olan hamamlardan içeri giren insanlar, öncelikle abdest almakta ve öylece şehre girmektedirler. Bir diğer bilgi de, peygamber duası almış şehir olması. Bu peygamberin Hz. Yunus olduğu ifade edilmektedir. Diyarbakır’ın şu anki Fiskaya bölgesindeki bir mağarada 7 yıl kaldığı ve bu dönem içerisinde insanlarından memnun kalması sonucu ‘Ka’lanız mamur olsun, gönlünüz sürur dolsun’ şeklinde dua ettiği rivayet edilmektedir.

Bu zaviyeden bakıldığında ne şerefli bir şehir olduğu anlaşılabilir. Ancak maalesef bazı kokuşmuş beyinlerin çarpık zihniyetleri, bu hakikatleri görmezden gelip islam ordularının kürt halkını öldürdüğünü, kılıç zoruyla islamlaştırdığını iddia etmektedirler. Bunun tek sebebi, müslüman kürt halkını kendi batıl ideolojileri ve çıkarları uğrunda kullanmak ve kökleriyle aralarına kin ve nefretten büyük bir set çekerek islam bağını zayıflatmaktır. Oysa Abdulkadir Turan hocanın tespitleri oldukça yerindedir ve şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Sözkonusu çarpık fikirler hem teorik hem de pratik açıdan mümkün değildir. Teorik açıdan mümkün değil, çünkü islam hiçbir zaman etnik unsurlarla yani kürt, türk, arapla savaşmaz. İslam küfürle savaşır. Dolayısıyla fetih esnasında küfür cephesine zorla sürüklenmiş olan kürtlerin savaş esnasında öldürülmüş olması muhtemeldir. Ancak bu savaş kürtlerin kendileri ile değil, küfür cephesi ile gerçekleşmiştir. Öte yandan pratikte de çürük kalmaktadır sözkonusu iddialar. Çünkü kürtlerin kendilerine ait bir devlet, bir güç ve iktidarı sözkonusu değildir. Sadece hükümran olan güçler tarafından sömürülmekte ve cepheden cepheye sürülmektedirler. Binlercesi bu şekilde ölümlere terk edilmiştir. Dolayısıyla islam ordularının karşısında bir taraf pozisyonunda değillerdir ki onlarla savaşılsın.

Bir diğer husus olan kılıç zoru da külliyen yalandır çünkü yeni halleri izmihlal değil ki eski hali arzulasınlar. İslamla izzet ve şeref bulmuş, dil, örf, adet ve kültürleri varlığını korumuş ve geçen zaman içerisinde devletleşme sürecine dahi gidebilmişlerdir. İlim, kültür ve sanat alanındaki gelişmeler de, yüce islamın bu halka yönelik kazanımlarıdır. Yani eski hal ile yeni hal arasında kıyas yapabilecek akıl sahibi hiçbir insan, eski hali arzulayacak bir müslüman kürt bulamaz. Varsa, aklından şüphe duymamak elde değildir.

Bu halk, kendi hür iradesiyle bu dini seçmiş, onunla izzet kazanmış ve ona sahip çıkmaya da devam edecektir. Bu süreçte islami kimlik ve kişiliğini kaybetmiş, köle ruhlu, çıkar ve menfaat odakları elbette çıkacaktır. Ancak bunlar hiçbir zaman müslüman kürt halkının temsilciliğini yapamayacaktır. Kutlu bir sevda ile meydanlara akan bu halk bunun şahididir.

Fethiniz mübarek olsun.

Allah’a emanet olun…       

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.