Ataletten, Rehavetten Sıyrıl; Rabbani Programa Sarıl

Fatih AKMAN

Atalet ve rehavet çağın en moda kalbi hastalıklarının başında gelir. Bu ikisi de insanın kalitesinden yer. İnsanı anlamsızlaştırır, gamsızlaştırır. Bilinçten, şuurdan ve gayesinden uzaklaştırır.

Bunlar beraberinde erteleme hastalığını da getirirler. Tembellik ve rahata alışma psikolojisinin sivri bir dille karşı duramadığı olguya, programa ve hayat tarzına “sonra yaparım, ederim, veririm, kılarım, giderim” dedirterek bireyi erteleme bataklığına sürükler. “Erteleyenler de helak olmuştur”(Müsned, I/139)

Bu arada tembelliğin, rahata alışmanın, ertelemenin en baş düşmanı nizam ve intizam içerisindeki planlı ve programlı bir hayat tarzıdır. Ama her ne kadar plan, program, nizam, intizam, düzen; bu hastalıklara mübtela hastaların hoşuna gitmese de insanın özünde, fıtratında, sünnetullah’ta düzen ve intizam vardır. Küçük kâinat mesabesindeki bir insandan yola çıkmayı bile bırakın; bir ağacın yaprağının yeşermesi ve solup kuruması da bir takvim çerçevesinde bir programa göredir. Öyle ki cemadattan nebatata kadar kâinattaki her bir şey bir program dâhilinde işler. Aksine programsız tek bir şey yoktur.

Durum bu olunca akıl ve irade nimetleri başta olmak üzere vesair evsaf ve in’amla insanı tezyin ve tekmil eden (Tin suresi/4) Rabb-i Rahim’in onu başıboş ve programsız bırakması söz konusu olur mu?

Güneşin aydınlığı kadar parlak bir hakikat ki insan taş olarak yaratılmamıştır ki bir kayanın bir dağın parçası olsun. Bir bitki olarak yaratılmamış ki meyve veren/vermeyen bir ağaç olsun, ot olsun. Bir hayvan olarak da yaratılmamış, canlı-kanlı hayvandan farklı olarak da kendisine akıl ve irade verilmiştir. Akıl ve irade ile insan, Allah –azimuşşan-’ın yarattıkları arasında istisna bir yere sahiptir. Bununla birlikte tüm ihtişamıyla kâinat, insanın hizmetine sunulmuştur. Şimdi tüm bunların üstüne insanın başıboş, gayesiz yaratılmış olması mümkün müdür?

Kelam-ı Kerim asla ve kat’a bunun böyle olmadığını “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyamet/36) diyerek dikkatlerimizi yaratılış gayesine çeker.

Zerreden galaksilere kadar tüm kâinat dile gelse, insanın gayesinin varlığını haykıracaktır. Hali hazırda da bu gayenin kâinatın mutlak sahibine ubudiyet olduğunu lisanı halleriyle nida ediyorlar. Her gaye de bir plan ve program gerektirdiği gibi insanın yaratılışının gayesinin programı da dinimizin gereklerinden net olarak ortaya çıkıyor.

Bu programda namaz vakitleri belli, hac zamanı belli, farz oruç vakti bellidir. Bazı nafile ibadetlerin vakti bile bellidir. Hangi maldan ne kadar zekat verilir, kime zekat verilir, kime verilmez? Hangi ayakla mescide girilir, hangi ayakla heladan çıkılır, birbirine seslenirken nasıl seslenilir, kapısı kapalı odalara girerken nasıl girilir, ziyarete gidilirken kapı kaç sefer vurulur? Yani anlayacağınız İslam kendisine iman eden ve teslim olanlara en detayına kadar bir plan ve program sunar.

Mü’minin ataleti bırakıp rehavetten kurtulup Rabbi Rahim’in biz kulları için sunduğu plan ve programı en hassas şekilde uygulaması elzemdir.

Bu minvalde Şehit El Benna da ihvanına, “şartlar her ne olursa olsun ezan okununca namaza kalkınız”, der.

Madem öyle; tembelliği, rehaveti ve ertelemeyi hayatından silip hayatının her anımızı takva elbisesinin plan ve programına göre dizayn etmemiz temennisiyle, vesselam.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.