Bayramlık

Hüseyin KAYA

Malumunuz Ramazan bayramı…

Bayram münasebetiyle yüzünüzde bir tebessüm oluşturup sizi biraz düşündürmek istiyoruz.

Örneklerle toplumdaki kimi garip davranış ve tepkilerden söz edeceğiz.

Hayr ola…

…..

Açıkgözlük yapmak isteyip de başkasının sırasını kapan, önüne geçen tiplere rastlamışsınızdır.

Genellikle kurnazlıklarıyla övünen bu tipler kazandıklarını sanırlar, ama bazen öyle kötü sonuçlarla karşılaşırlar ki, eşek tepmişe dönerler.

Buyurun size bir örnek…

Keskin bir fren sesi ve ardından bir gürültü…

Herkes bir kaza olduğunu anlamış.

Kaza yerinin etrafı polis kordonu ile kapatılmaya çalışılırken gittikçe büyük bir meraklı kalabalığı toplanmış.

Olay yerine yakın olan bir gazeteci “haberi buldum” diye sevinmiş.

Gazetesine iyi bir kaza fotoğrafı yetiştirmek isteyen muhabir, çemberleri aşamayınca;

-Yol verin, ben kaza kurbanının oğluyum! diye bağırmaya başlamış.

Kenara çekilip yol vermişler.

Foto muhabiri yaklaşmış.

Kaza kurbanı bir eşekmiş...

…..

Ramazan ayında oruç tutmak Rabbimiz tarafından akıl-baliğ olan her Müslümana farz kılınmış. Hasta olan ya da bu ayda sefere çıkmak durumunda kalanlara kolaylık sağlanmış ve başka bir vakitte kaza edebileceği belirtilmiştir.

Ramazan ayında açlık ve susuzluk bir yana sigaradan dolayı tiryakilerin işleri bir hayli zordur.

Kimi tiryakiler Ramazan ayını bir fırsat bilip hayırlara hayır katarak bu “meret”ten kurtulmayı başarırken, kimi tiryakiler ise bir ay boyunca kendileriyle, insanlarla, eşyalarla ve hatta Ramazan'la boğuşurlar.

Oysa nefsiyle uğraşmak ve o mücadelede başarılı çıkmanın büyük bir mükâfatı vardır.

Nikotin kafayı vurduğunda başka yollara tevessül edenler de maalesef vardır.

Fıkraya bakalım…

Ramazan hilali görünmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını duyan bir tiryaki, hilali görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter; geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş. Nasılsa bir su birikintisi içinde hilalin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:

- Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin, anladık işte Ramazan başlamış!..

…..

Oruçta bazı yerlerde normal zamanlara göre çok daha fazla yemeklerden konuşulur ki, bu da normaldir.

Bir de bitip tükenmek bilmeyen “Orucu neler bozar?” soruları…

Bazen hoş espriler de çıkar ortaya.

Bakalım…

Dursun, Temel'e sormuş:

-Oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun Temel?

-100 tane yiyebilurum, diye cevaplamış Temel.

-Hadi ordan, yesen yesen 1 tane yiyebilursun, gerisini oruçsuz yemiş olirsun,” demiş Dursun.

Bu espri Temel'in çok hoşuna gitmiş. Bir gün yolda giderken Cemal'i görmüş ve hemen sormuş:

-Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?

Cemal:

-50 tane, demiş.

-Ha uşağum 100 tane deseydun sana müthiş bir espri yapacaktum!

…..

Oruç tutarız da oruç bizi ne kadar tutar, işte o tartışılır.

Sadece yeme içmenin dışında gıybet gibi, yalan gibi diğer yasaklardan da sakınmak için bir çaba içerisine girmişsek biz bu Ramazan'dan kazançlı çıkmışız demektir.

Rabbim ibadetlerimizde ihlaslı olmayı, tüm azalarımıza oruç tutturmayı nasip etsin.

 Bu arada…

Ramazan'dan memnun olmak kadar Ramazan'ı memnun etmek de önemli tabii.

En güzeli hem bizim Ramazan'ı özlememiz hem de Ramazan'ın bizi özlemesi…

Buyurun…

Birçok Ramazanı birlikte geçirmiş olan bir hanımla beyi konuşuyorlarmış.

Bey, hanımına:

-Hanım, bunca senedir oruç tutuyoruz. Acaba Ramazan-ı Şerif'i hiç memnun edebildik mi? diye sormuş.

Hanım:

-A efendi! Düşündüğün şeye bak, o mübarek hiç memnun olmasaydı, her sene 10 gün önceden gelir miydi? demiş...

…..

Dili tutmak, orucun manevi havasını alabilmek için en önemli eylemlerden biridir.

 Bunun için dikkat etmek, arada bir kendini denetlemek gerekir.

Dil bir kez yalana alışıverirse, yalandan maddi bir tat alır, nefsini tatmin ederse Allah muhafaza kurtuluş zor olur.

Basit abartılar, mübalağaya ve oradan da büyük yalanlara kadar gidebilir.

Ve bu yalanlar bazen o kadar sırıtır ki, sahibini rezil edebilir.

Mesela…

Abartıcı bir kişi olarak tanınan Hattat İzzet Efendi bir dostuna:

- Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur'an yazıp bitirdim, demiş.

Dostu bunun doğru olmadığını anlamış ve zihninin bir yerine not etmiş.

Sohbetin bir yerinde tam zamanı diye şöyle bir olay anlatmış:

- Geçen Ramazan'da Kandilli'ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi'nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.

İzzet Efendi bağırmış:

-Yalan !.. Hiç olur mu öyle şey!

Dostu taşı gediğine oturtmuş:

-Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur'an-ı Kerim çarpsın.

Efendimiz Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluğu araştırınız, çünkü kurtuluş ancak ondadır.”

Kimi yalanlar ne kadar ustalıkla dizayn edilse de tecrübe karşısında darmadağın olur ve hatta sahibini şoka sokabilir.

Fıkramıza bakalım:

4 tane üniversite öğrencisi, uyanamadıkları için matematik finaline geç kalırlar ve okula gidince hocaya arabalarının lastiğinin patladığını söylerler... Hoca ilk başta inanmaz ama öğrencilerinin yalvarmalarına dayanamayarak, onları 3 gün sonra sınav yapacağını söyler.

Sınav günü gelince hoca, 4 öğrencinin hepsini boş bir salonun ayrı ayrı köşelerine oturtur.

Sınav geçme sistemi şöyledir: 100 üzerinden 50 puan alan herkes sınavı geçebilir... Hocanın hazırladığı sınavda ise ön sayfada 10'ar puanlık 4 tane basit matematik sorusu vardır... Bunları kolayca çözerler.

Arka sayfada ise 60 puanlık 1 soru vardır:

"Hangi lastik patladı?"

…..

“Er kişi için haddini bilmekten daha önemli bir ilim yoktur” demiş eskiler.

“Bilmiyorum” demek ayıp değil erdemdir. Bunu cahile anlatmak zordur; ama herhalde Merhum Nasreddin Hoca için değil.

Adamın biri, Nasreddin Hoca'ya bir gün, artık Grekçe mi, Frenkçe mi, Süryanice mi bilinmez, Hoca'nın yazısından anlamadığı bir kitap getirmiş. Hoca kitabı karıştırmış, adama geri verirken:

– Bunu ben bilmem, demiş, git bir de Sarı Saltuk'a sor!

Adam ayılırken Hoca'yı küçümsemiş ve şöyle demiş:

– Bir de Hoca olacaksın, başındaki kavuktan utan!

Hoca bu, lafın altında kalır mı? Hazırcevaplığına hikmeti ekleyen Nasreddin Hoca, kavuğu çıkardığı gibi arkadan adamın başına geçirmiş:

– Be boşboğaz demiş, keramet kavuktaysa, al, sen oku!

…..

Bayramlar Allah'ın lütuf ve inayetiyle, ferahlama, sevinme ve sevindirme günleridir.

Bu günlerde imkanlar dahilinde özellikle büyükleri sormaya gayret göstermek son derece önemlidir.

Kimi anne-babalar yıllarca göremez çocuklarını ve ancak “farklı yollara” başvurarak bu konuyu halletmek zorunda kalır.

Yol doğru değil; ama asıl suçlu o yolu kullandırmak zorunda bırakanlardır.

Örneğimizdeki gibi…

Ramazan bayramından bir gün önce yaşlı adam “işleri çok yoğun olduğu” gerekçesiyle kendilerini görmeye pek gelmeyen oğlunu telefonla aramış. “Gününü rezil etmek istemezdim oğlum..” demiş, “Ama annenle ayrılıyoruz.. 45 yıllık ıstırap yetti artık..!”

Oğlu “Ne… baba…! Neden bahsediyorsunuz siz?” diye telefonda bağırmaya başlamış.

“Sadece birbirimizi görmeye tahammül edemiyoruz.. Her dakika didişmekten bıktık.. Lütfen kız kardeşini de ara ve durumu sen bildir. Bir de onu aramak istemiyorum!”

Demiş ve kapatmış telefonu yaşlı adam.

Oğlu hemen kız kardeşini “Kahretsin, annemle babam boşanıyorlar!” diye aramış.

Kız da şaşırmış, ama çabuk toparlanmış.

“Merak etme ağabey. Ben ilgilenirim” demiş kız kardeş telaşla ve hemen babasını aramış.

“Boşanmıyorsunuz” demiş, “Ben oraya gelene kadar da hiç bir şey yapmıyorsunuz. Şimdi ağabeyimi arıyorum, ikimiz de yarın sizdeyiz.”

Yaşlı adam da telefonu kapatmış, dönmüş karısına “Tamam” demiş, “Çocukların ikisi de Ramazan bayramında yanımızda olacaklar. Kurban için seninle ne numara buluruz artık bilemiyorum!”

……

Adaletiyle bilinen İranlı devlet adamı Nuşirevan, veziri Büzürcmihr'e:

-İnsan için en hayırlı şey nedir, diye sormuş.

-İnsanı yaşatacak akıldır, cevabını vermiş.

-Ya olmazsa?

-Kusurunu örtecek kardeş.

-O da yoksa?

-Kendini sevdirecek mal.

-O da olmazsa?

-Sevilmemeye razı olmak.

-Peki o da yoksa.

-Artık onun için tertemiz bir ölüm.

En büyük hatalarımızdan biri kendimize değil de sürekli çevreye bakmak ve durmadan yanlışlar bulma çabasına girmek.

Bilgelik daha çok kendine bakmayı gerektirir….

Bir cemaat namaza durmuştu. İçlerinden biri konuşunca, öteki "Namazda konuştun ve namazın bozuldu!" diye çıkıştı. Bir başkası gülerek "İkinizin namazı da bozuldu" diye güldü. Dördüncüsü " Üçünüzün namazı da bozuldu. Çünkü üçünüz de konuştunuz" dedi. Aynı safta duran bir başkası "Allah'a şükür ben hiç konuşmadım!" deyiverdi.

……

Sağır olan insanları eleştirmek ya da ayıplamak gibi bir niyetimiz yok.

Anlatmak istediğimiz başkasının ne dediğini dinlemeden kendi kafamızdakilerle hesaplar yapmak.

Her şey yargılarımıza göre şekillenmeyebilir.

İnsanları dinlemeyi öğrenirsek, sözü dinlenenlerden oluruz Allah'ın izniyle.

Yoksa ortaya ne mi çıkar?

İşte böyle…

Sağırın biri hasta ziyaretine gidiyor, hem yürüyor hem düşünüyordu:

-Hastanın başucuna oturunca "Nasılsın?" diye sorarım. "İyiceyim" diyecektir. "Ne yiyorsun?" diye sorarım. "Falan filan " diyecektir. "Doktorun kim?" diye sorarım. "Filanca" diyecektir…

Hastanın başına geldi; eğilip sordu:

- Nasılsın?

- Ölüyorum!

- Elhamdülillah! Neler yiyorsun?

- Zıkkım!

- Afiyet olsun! Doktorun kim peki?

- Azrail!

- Hoşgelmiş!..

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.