‘Bir İstanbul Masalı’nın Sonu

Seher TOPRAK

İslam hukukunda caydırıcı cezalardan önce, suça sebep olacak etkenler ortadan kaldırılmaya çalışılır. Zira; suç işlendikten sonra ceza verilmesindense, o suçun işlenmesine engel olmak daha kolay ve toplumsal tahribatlar açısından elzemdir.

Nitekim; İslam ve fıtrat düşmanları bu konunun ehemmiyetinin farkında olduklarından dolayı, öncelikle suçun işlenmesine sebep olan bütün fiilleri normalleştirmek suretiyle toplumda yayarlar daha sonra da bu fiilleri yapmaya teşvik eden kanunları topluma dayatırlar. Bu süreçten sonra suç oranları artınca da hak ve hukuk çığırtkanlığı yapmaya kalkarlar.

Bu anlamda İstanbul sözleşmesini ele alacak olursak; akla ve mantığa aykırı tamamen tutarsızlıklarla dolu bir kandırmacadan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Sözleşmeyi savunanların süslü cümlelerle ifade ettiği anlamlardan sıyrılarak objektif bir biçimde ele alındığında asıl amacın kadın haklarını korumak, kadın cinayetlerinin önüne geçmek olmadığı bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Kadın haklarının savunulmasına bir dayanak gibi gösterilen sözleşmeye sahip çıkan güruhun savunduğu normlara bakarak, neye hizmet ettiklerini anlamak zor olmasa gerektir. Kızları baba evini terk etmeye çağıran, sokakları sıcak aile yuvalarından daha güvenli sayan, cinsiyet eşitliği maskesiyle cinsiyetsiz bir toplum hayalleriyle yanıp tutuşan bu güruh, aslında en büyük kadın düşmanlarıdır.

Bu güruh ağızlarını her açtığında kadın/erkek eşitliği, kadının ekonomik özgürlüğü, kadının kendi ayakları üzerinde durması gibi sözlerle, güya kadınların iyiliğini düşündükleri imajını çizmeye çalışırlar. Bu cümleler kadınları ikna edecek sihirli sözcüklere dönüşüyor ve vaat edilen imkanları elde etmek için her türlü yol mubah görülüyor.

İlk olarak İslam’da haram olan ‘halvete’ zemin oluşturacak, kadını erkeklerle karma ortamlarda eğitim almaya ve çalışmaya mecbur bırakıyorlar. Kadın ve erkek fıtratına uygun olmayan bu tarz ortamlarda zina, taciz, tecavüz ve daha birçok ahlaksızlık normal hale geliyor. Ortamın sebep olduğu bu tarzda bir suç meydana çıktığı zaman ise yaygaralar kopartılıyor, en ağır cezalar verilmesi isteniyor. Aklı selim yaklaşıp bu duruma sebep olan ortamları sorgulamak yerine erkek düşmanlığı yapılıyor.

Erkek düşmanlığı sadece bununla sınırlı kalsa iyi, bunu bir de evlilik içerisine taşıyarak kocayı eş olmaktan çıkarıp rakip haline getiriyorlar. Aynı evi paylaşan iki rakibin olması çatışma ortamını kaçınılmaz hale getiriyor. Evliliğin temeli bu şekilde sarsılınca sevgi, saygı mefhumları anlamını yitirip, kadına şiddet oranları gün geçtikçe artıyor. Boşanmalar, kadın cinayetleri tabloyu daha da vahim hale getiriyor.

Öte yandan durmadan kadını çalışmaya teşvik eden politikaları yürürlüğe koyarak kadını evlerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Kadınlar kendilerine dayatılan bu sarmalın içerisinde durmadan boşluğa yuvarlanıp duruyorlar. Bir yandan eş, bir yandan anne, bir yandan işçi olma sorumlulukları yüklenen zavallı kadınlar bu sorumluluklardan hiçbirini tam anlamıyla yapamamanın ağırlığıyla bunalımlara sürükleniyor. Annenin sevgisinden, şefkatinden mahrum kalan, kreşteki eğitmenlerin insafına bırakılan küçücük çocuklardan nasıl sağlıklı ve mutlu bireyler olmasını bekleyebilirsiniz ki? Aile sıcaklığından mahrum büyüyen, yalnızlığa itilen çocuklar her türlü suça meyilli bireyler haline geliyor. Bunun aksini hiçbir vicdan sahibi pedagog, psikolog iddia edemez!  

Evet, toplumumuzun içerisinde bulunduğu mevcut durum budur. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği günden bu yana başta HÜR DAVA PARTİSİ olmak üzere tüm feraset sahibi sivil toplum kuruluşları tehlikeleri sezip uyarılarını sürdürmekte ısrarcı oldular.

‘Bir musibet bin nasihatten evladır’ sözü uyarınca toplumdaki tahribatların farkına vararak nihayet atılması gereken adımlar Cumhurbaşkanı tarafından atıldı. Geç olsa da böyle bir yanlıştan dönülmesi daha büyük zararların önüne geçmek için bir başlangıç mesabesindedir. Bundan sonraki süreçte doğru bir eğitim ve bilinçlendirme yoluyla suç işlemenin hem dünyevi hem uhrevi zararları anlatılıp vicdan ve izan sahibi nesiller yetiştirme amacı güdülmelidir. İslam’ın abı hayat sunan metotları uygulanmadığı sürece kısır döngüden kurtulmanın mümkün olmadığını da belirtmek yerinde olacaktır. Toplumda huzur ve selameti İslam’dan başka hiçbir sistemle sağlamak mümkün değildir.

Selam ve dua ile…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.