Birbirine muhtaç iki güç; Türkiye-İran

Mehmet EŞİN

İran ile Türkiye arasındaki ilişkiler eski, kadim bir o kadar da sıkıntılı ve sancılı olmuştur.  Bir dönemler Türkiye'yi temsil eden Osmanlı ile İran'ı temsil eden Safeviler arasında Bağdat, Tebriz, Azerbaycan üzerinden savaşlar olmuş, bu savaşlarda gâh Osmanlı gâh Safeviler üstün gelmiştir. Ama birbirlerine karşı nihai bir üstünlük sağlayamamışlar. En on 1639 tarihinde imzalanana Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla iki ülke arasındaki sınırlar belirlenmiştir. Bu anlaşma iki açıdan önemlidir.

Birincisi: Batılı emperyalistlerin İslam coğrafyasında belirlemediği tek sınır olması.

İkincisi: Bu anlaşmayla belirlenen sınırın bir iki küçük rötuş dışında 376 yıldır geçerliliğini halen muhafaza ediyor olması.

Türkiye-İran ilişkileri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İran'a yaptığı ziyaret ile bir daha konuşulur tartışılır hale geldi. İran-Türkiye ilişkileri 2010 öncesi ekonomik, ticari ve siyasi olarak iyiye doğru gidiyordu. Ticaret hacmi olarak 30 milyar dolar hedefleniyordu. 5+1 ülkelerinin İran ile sürdürdükleri nükleer müzakerelerde Türkiye'nin arabulucu olması, zenginleştirilmiş uranyumun Türkiye'nin ev sahipliğinde takas edilmesinin gündeme gelmesi, BM'de İran'a yönelik ekonomik yaptırımların uygulanmasında yapılan oylamada Amerika'ya rağmen Türkiye'nin karşı oy vermesi kardeşlik ve komşuluk ilişkileri açısından olumlu adımlardı.

Ama Malatya Kürecik'e kurulan NATO radar üssü, Arap baharı olarak lanse edilen süreçle birlikte yıllardır zulüm altında olan Suriye halkının rejime karşı ayaklanmasıyla gelişen kirli iç savaşla, ilişkiler sıcaklığını kaybetti.  Yeni kurulan güç dengeleriyle olumlu ve sıcak mesajların yerini soğuk ve birbirini suçlayan açıklamalara bıraktı. Böylece komşu ve kardeş iki ülke birbirine hasım haline getirilmeye çalışıldı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İran'a yaptığı ziyaretin 4 yıldan sonra devlet başkanı düzeyinde ilk olması, bu ziyareti önemli,  zamanlaması açısından da kritik hale getiriyordu.

Ziyaret öncesi her iki taraftan yapılan olumsuz açıklama ve tartışmalarla ziyaretin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tam bir muammaya dönüştü. Sonuçta aklıselim ve ortak menfaatler devreye girdi ve bu ziyaret gerçekleşti.

Umulanın aksine gayet sıcak bir havada gerçekleşen ziyaret,  yapılan açıklamalar ve imzalanan anlaşmalarla beklenenin tersine gayet verimli geçti.

Özellikle Suriye, Yemen ve İslam beldelerinde  akan kanın durması için Erdoğan'ın şu sözlerine iman ve vicdan sahibi herkesin altına imza atacağı türden…

“…Ölen kim? Müslüman ve insan. Kim kimi öldürüyor diye baktığımız zaman ben burada mezhebe bakmıyorum. Beni ne Şia ne Sünni ilgilendirir. Beni burada Müslüman ilgilendiriyor. Ben insan odaklı olarak bakmak durumundayım. İnsan yaratılmışların en şereflisi. Ama yine insan çok acımasız ve bu kadar insan öldürülüyor. Bunu kabullenmek mümkün değil. Öyleyse bizim bir araya gelerek, oturarak, konuşarak bu işin müzakeresini, müşaveresini yaparak artık bu kana, ölüme hep birlikte bir son vermemiz lazım. Bu, birbiriyle vuruşanları bir araya getirelim ve bu arada bizler de bu işte, ne kadar bu işi kolaylaştırabiliyoruz, ne kadar arabuluculuk yapabiliyoruz, bunların üzerinde duralım ve buradan Rabbimizin de yardımıyla bir netice alalım diye düşünüyorum… “

Kadim devlet geleneğinden gelen İran ve Türkiye; tarihi, coğrafik ve üstlenmiş oldukları misyon bakımından ümmetin ana unsurlarındandırlar.  Dostluk, kardeşlik ve işbirliği içerisinde olmaları halinde; hem kendileri hem de ümmet büyük kazançlar sağlamış, birbirleriyle rekabet ve çatışma halinde olduklarında hem kendileri hem de ümmet zarar görmüştür.. Ki geçmişte Osmanlı ve Safeviler birbirleriyle savaştıklarında Avrupa'ya toprak kaptırılmış, büyük ödünler verilmek zorunda kalınmış, en önemlisi ümmetin birikim ve enerjisi yıllarca heba olmuştur.

Dolayısıyla bugün de İran ve Türkiye'nin üzerine büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de ümmetin enerjisini Şii-Sünni, Fars-Arap, Kürd-Türk ayrımcılığı ve kışkırtıcılığı üzerinden heba etmek isteyen Amerika'nın başını çektiği emperyal güçler vardır. Bu fitneye destek veren, ateşe benzin döken, yerine göre bilinçli yerine göre bilinçsizce bu işi yapan her iki tarafta yerli işbirlikçilerin olduğunun da farkında olalım. Farklı düşünüyor, farklı yol ve yöntemler kullanıyor olmamız birbirimizin aleyhinde olmayı,  savaşmayı, birbirimizi toptan yok etmeyi gerektirmiyor. Mazlumların kanının akmasını mubah kılmıyor. Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de ve diğer İslam beldelerinde dökülen kan hepimizi etkiliyor, yüreklerimizi dağlıyor, mahallemize, köyümüze, şehirlerimize fitne tohumları ekiyor.  Türkiye'nin zararı, İran'ın kârı; İran'ın zararı Türkiye ya da başka bir İslam ülkesinin kazancı değildir. Aksine Müslümanların gelişen imkân ve olanakları, birikim ve kazancı ümmetin birikim ve kazancıdır.

Allah, Müslümanlara bir araya gelmeyi, sorun ve problemlerini istişâre ve kardeşlik çerçevesinde çözmeyi nasip etsin…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.