Çağdaş Fikir Akımları! “IŞİD’çilik, Esatçılık, Şiicilik, Sünnicilik"

Mehmet İkbal ATAK

1980’li – 90’lı yılların hararetli tartışma ortamlarında XIX ve XX. Asra damga vuran “izm’ler” tartışılan başlıca konulardı.
İslami açıdan “izm’lere” eleştirel yaklaşıp önemli boşluklar dolduran eserler ise, başlıca başucu kaynaklarındandı. Bu meyanda Ali Bulaç’ın “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” kitabı ile Muhammed Kutub’un “Çağdaş Fikir Akımları” kitap serisi boşlukları dolduran önemli eserler arasındaydı. İmdada yetişen İranlı yazarların kitapları ise beşeri ideolojilerin felsefi temellerine resmen çomak sokuyor, adeta kimyalarını bozuyordu.

O dönemin “izm’leri” veya “cılık-cilik’leri” düşünsel kuramlar ve felsefi temeller üzerine kurulu olduğundan tartışmalar da hep bu paralelde yürütülürdü. İyi bir düzey, sağlıklı bir üslup hâkimdi. Dolayısıyla piyasa şartlarını akamete uğratmak adına başvurulan “şucu musun, bucu musun” türü ucuz karalamalar, anı kurtarmak dışında çok da kalıcı fonksiyonel özellikler taşımamaktaydı.

Gel zaman git zaman… Sovyetler’in çöküşü ve yedeğindeki Doğu Bloku’nun dağılışıyla beraber pratiğini yitirerek büyük bir hayal kırıklığına maruz kalan Sosyalizm ve Komünizm türü ütopik kuramlar iflas edince müntesipleri ideolojik türbülansı atlatmak için “anarşist” çıkışlarla teselli bulmaya yöneldi. Bu cenahın kuramcıları ideolojik açığı kapatmak uğruna ideolojik argümanlarına biraz daha su katarak “Sosyal Demokrat” kimlik inşa etmeye çalıştılarsa da hedefledikleri başarıyı bir türlü yakalayabilmiş değiller.

Dünyanın en gözde ideolojik sol akımı bu şekilde iflas bayrağı açarken 1979’da İran’da gerçekleşen İslam İnkılabı’nın doğrudan ya da dolaylı etkisi, İslami kesimleri adeta şaha kaldırdı. Şaha kalkmada Afganistan’ın Sovyet işgaline uğramasıyla beraber canlanan Afgan cihadının etkisini de ayrıca not düşmekte yarar var. Etkisini yitiren Komünist-Sosyalist söylemler yerine İslami söylemler en fazla adından söz ettirmeye başladı.

Bu aşamadan sonra temel ideolojisi “emek-kaynak sömürüsü” olan Kapitalist blok da makas değiştirme ihtiyacı hissetmişti.

Artık bu blok için Komünizm tehlike olmaktan çıkmış, İslam birinci tehlike haline gelmişti. Toplantılar, konferanslar, değerlendirmeler derken sömürü bloğunun vurucu gücü olan NATO da eski tarz konumlamasından sıyrılarak İslam’a karşı vurucu güç moduna göre şekillendirildi.

Konunun özünden fazla uzaklaşmayayım. İdeolojik temellere dayalı geçmişin kamplaşmalarında taraflar bugünkü gibi gereğinden fazla homojen özellikler taşımamaktaydı. İdeolojik saflaşmanın müsaade etmemesinden dolayı bugünkü gibi her tarafta ve her kesimde sapla saman bu denli birbirine karışmamaktaydı. Doğu ve Batı Bloğu için “taşra” sayılabilecek müdahale alanlarına yönelik saldırı ve işgal girişimlerinde doğrudan ele başlar hedef alınır, müdahalelere maruz kalan taşradaki aktörler, tüm yanlışlık ve eksikliklerine rağmen sorunun kaynağı suçlamalarına maruz kalmamaktaydılar. Yerine göre en fazla kukla veya yerli işbirlikçi suçlamalarına maruz bırakılarak, asıl öfke, iki çeteci bloğun çete başları olan ABD ve Sovyetler Birliği’ne yönelmekteydi.

Şii – Sünni Ayrışması, Lenin – Mao Ayrışmasının İzdüşümü mü?!

Gel zaman git zaman… Katı Sol ideoloji uçtu, Batı Bloku’nun tek ve asıl hedefi İslam dünyası oldu. Fiili yönelimler birbirini izlerken İslam dünyasındaki aktif dinamizmin çökertilmesi amacıyla tarihsel iç meseleler yeniden ısıtılarak tedavüle sokuldu. Komünizmle Mücadele’de iki ayrı ekol oluşturarak gücü sınırlama stratejisinin bir benzeri devreye sokuldu. Sovyet Leninizmi ile Çin Maoculuğu türünden denenmiş bir ayrışma pratiği, bilerek İslam dünyasındaki canlı dinamiklere dayatılmaya çalışıldı. Leninizm ile Maoizm ayrışmasında işe yarayan şablon bu kez İslam dünyasına “Şiilik ile Sünnilik şablonu” olarak benimsetilerek İslam tarihindeki sert ayrışmalara atıfla önce siyasal, ardından çatışmacı ihtilaflara kapı aralandı.

Batı Bloğu, dün olduğu gibi bugün de kendi sisteminden, sömürü ideolojisinden asla taviz vermedi. Emek sömürüsü, kaynak sömürüsü, ürettiği mallar için diğer toplumları tüketim manyağı yapma hevesleri dur durak bilmedi. Bu amaçlar için yeni dizayn girişimlerini, ihtilafları körükleyip istikrarsızlaştırma alışkanlıklarını, saldırı ve işgal için gerekçe oluşturup müdahale etme yeteneklerini hiç kaybetmedi. Ama ideolojik türbülansa maruz kalıp işlevini yitiren Sol cenah gibi İslami kesimler ve İslam dünyası da yine Batı’nın zehirli hediyesi olan iç sorunlarla boğuşmaya yöneldi. Büyük Şeytan, şeytanlığını unutup Şeytan’ın pompaladığı kuruntular üzerinden hareket etmeye, değer yargılarını bu minval üzerine şekillendirmeye başladı. Batı’nın küreselleşme yolunda artık çöp sepetine atmak durumunda kaldığı milliyetçilik ve mezhepçilik hastalıkları İslam dünyasında en geçerli akçeler seviyesine yükseldi.

2003 IRAK TEZKERESİNDEN 2014 SURİYE TEZKERESİNE: KENDİMİZİ EPEY AŞTIK!


Dikkat edin; daha 2003 yılında Amerikan işgaliyle yüz yüze kalan Irak için, Saddam’ın tüm olumsuzluklarına rağmen İslam dünyasında neredeyse herkes ortak tepki gösterdi. Tamam, Saddam kötüydü, gitmesi elzemdi, ancak gidişi Amerika’nın eliyle olmamalıydı. Çünkü gidişi Amerika’nın eliyle olursa, bu, Saddam’ı bile aratacak bir döneme kapı aralayabilirdi. Irak halkı, bir bütün olarak bir Saddam’dan kurtulurken sağanaklara tutulur gibi Saddamlar serisine maruz kalabilirdi.
Nitekim fazla söze hacet yok, çünkü Irak’ın içler acısı hali ortada! Irak gibi bir ibret tablosu ortadayken yaklaşık on yıl sonra Irak’ı aratacak bir başka tablo önümüze çıktı: Suriye!

Irak’tan Suriye’ye uzanan on yıllık zaman dilimi, aslında İslam dünyasındaki anlayış birliğinin yaşadığı kırılmanın da özeti gibi. 1 Mart tezkeresini reddeden TBMM, o gün hem Türkiye’de hem de dünyanın birçok yerinde alkışlarla anılırken bugün işgal koalisyonunun çizdiği perspektif doğrultusunda Suriye tezkeresi çıkarırken en başta “İslamcı zevattan” alkış alıyorsa, varın “değişimin” vardığı boyutu siz hesaplayın. Kendi içinde PKK’ye alan hâkimiyeti bahşederken PKK’nin Suriye kolu PYD ve IŞİD gerekçesiyle çıkarılan tezkere için yine “İslamcı zevattan” alkış alıyorsa “değişimin/başkalaşımın” boyutunu bir kez daha hesaplayın.

Vahamet durumu sadece bununla mı sınırlı? Bugün tüm Ortadoğu bölgesi adeta yangın yerine dönmüş durumda. Ana sebep Amerikan-israil ekseni ve tek gaye yeni bir dizayn politikasının bölgeye yerleşmesi. Ortam gereğinden fazla karışık ve karıştırılan her bir yerden onlarca “Mahalli aktör” türemekte. Türeyen tüm yeni aktörler birbirinden garip, hepsi de birbiriyle çatışmalı. Çoğunun dayandığı kalıcı, ilkeli bir perspektifi yok. Herkesin umudu, sabah akşam değişen dengelerin kendilerine ne yarar getireceği ya da rakibinden neler götüreceğidir. Hal böyle olunca değişken dengelerin uluslararası büyük aktörleri yegâne umut kaynağına dönüşmekte, çoğu kimse sorunların asıl kaynağı olan bu güçlere karşı tavır takınmak yerine, yaranmanın olası getirisine odaklanmaktadır. Bu durumda bölge halkları arasından fışkıran küçücük aktörler sorunların asıl müsebbibi olarak öne çıkarılmakta, umut kaynağına dönüşen küresel aktörlerin kime ne zaman yapacağı olası sortici müdahaleler önem kazanır hale gelmektedir.

Evet, başta Ortadoğu olmak üzere İslam dünyasının genelinde devasa sorunlar var. Yönetimlerin çoğu “yönetme merkezleri” olmaktan ziyade “sorun üretme merkezleri” işlevine sahip olduğu da aşikâr. Çözüm yerine sorun üretenlerin dayanaklarının küresel güç odakları olduğu da herkesin malumu. Bu durumda küresel güç odaklarından çözüm yönünde beklenti içerisine girmek ise “kriz-çözüm bumerangında” sersemleşmek değilse ne olabilir ki?! Dış müdahale sonrası İslam dünyasında kalıcı çözüme kavuşan bir tek sorun var mı? Sorunların yerel bazda çözülmesinin zorluğunu kimse inkâr edemez. Ancak dış müdahale sonrası sorunların çözüldüğünü de kimse iddia edemez.

VE GÜNÜMÜZÜN FENOMENLERİ, FENOMEN KAVRAMLARI

Son günlerin fenomenlerine bir bakar mısınız?! IŞİD ve PKK/PYD! Biraz daha geriye giderseniz Suriye etrafında bölgenin tüm ülkelerini, örgütlerini, yerleşik ve sonradan türeme tüm yapılarını saymanız mümkün.

Hele bir IŞİD baş gösterdi ki, dini yorumlama biçimi, tartışmalı bağlantıları veya uyguladığı yöntemler bir tarafa, neredeyse emperyalist müdahalelerin son yüzyıllık geçmişindeki insanlık trajedisinin tüm günahları sırtına yüklendi.

“Yahu Amerika…” diye söze başlarsanız, cümleleriniz yarıda kesilmekle kalmaz, “IŞİD’çi misin!” ithamından yakanızı kurtarabilirseniz ne mutlu size!

“Esad tamam da…” diye söze başlarsanız, vay halinize! Artık “Esatçılık, Baasçılık, Nusayricilik, Şebbihacılık vs vs.” ithamlarından birini mutlaka seçme zorunluluğunuz hâsıl olmuş demektir. Bundan kaçış mümkün değildir.

“IŞİD Kobani’ye saldırıyor, doğru. Ama PKK/PYD’nin de…” Hoppala! Artık “Kürt düşmanı mısın”, “IŞİD’çi misin”, “Kontra-Ajan mısın”, “TC uşağı mısın”, “Barbar mısın”, “Kafa kesici – Kan içici misin?” Tercih senin, ama birini mutlaka seçmek zorundasın. Aksi halde tüm şıklar geçerli…

“Tamam, İran’ın Suriye politikasını eleştirebilirsin, ama Arap ülkeleri ve Türkiye’nin de…” Tamam tamam! “Esatçı olduğunuzu biliyoruz! İrancı değil miydiniz? Şii olduğunuzu herkes biliyor zaten!” Seç seçebildiğini!

Bölge geniş, müdahaleci konsept daha da geniş. Kimimiz Suriye, kimimiz Irak, kimimiz Kürtler, kimimiz Şiiler, kimimiz Sünniler, kimimiz IŞİD deyip her birimiz kendimize yakın gördüğümüz grubu, kesimi olayların merkezine oturtup büyük fotoyu ıskalarken, müdahaleci konsept herkesi, her kesimi hesaba katacak kadar geniş düşünmekte, planlarını buna göre uygulamaya çalışmaktadır. Artık yerel aktörlere, mezheplere, milliyet farklılıklarına vurgu yapmayan, ayrıştırmayı öne çıkarmayan hiçbir mülahaza yerel düzlemde dikkate alınmamaktadır. Kuklayı değil kukla oynatıcıları işaret eden kesimler veya değerlendirmeler “Hariçten gazel okumakla” eşdeğer hale düşürülmektedir.

Yangın yerine dönen Ortadoğu’nun her köşesinde farklı aktörler kendine özgü argümanlar üzerinden birer söylem geliştirmiş ve sen birini tercih etmek zorunda bırakılıyorsun. Hemen yanı başında Amerikan bombalarının yağması için el açıp dua eden “bir mü’minin” yanında “Kahrolsun Amerika” demenin zorluğunu düşünürseniz, zannedersem bölge gerçekliğinin girdiği saplantılı ruh halini tahayyül etmeniz için yeterli olacaktır.

Açıkçası geniş düşünmek, kapsamlı değerlendirmek, bölgesel çalkantıyı müsebbipleriyle beraber bir bütün olarak ele almak, sorunların asıl müsebbiplerini işaret etmek resmen ateşten gömlek giymek gibi olmuştur. Son tahlilde üretilip piyasaya sürülen ve ideolojik, felsefi, insani, İslami alt yapıdan yoksun yeni yetme “izm’ler” dövmek için birer sopa haline getirilmiştir. Bir şeyler söyledin mi mutlaka “sopalardan biri” kafana inecektir.

MUHAMMED KUTUB… ALİ BULAÇ… NERDESİNİZ?!


Gel zaman git zaman… Nerede o eski “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler!” Nerede o eski “Çağdaş Fikir Akımları!” Nerede o eski tatlı-sert, ama insaflı tartışmalar!

Muhammed Kutub vefat etti, biliyorsunuz. Ele aldığı “Çağdaş Fikir Akımları” artık “çağın gerisinde” kaldı. Günümüz koşullarına göre şekillenen “Yapay Fikir Akımları’nı” yazıp ammenin istifadesine sunma durumu yok maalesef.

Ama Ali Bulaç hala hayatta. Vakti zamanında kaleme aldığı “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” kitabı artık “çağdaş” olmaktan çıktı! Kitabında mesela “İrancılık” yok! “Esatçılık” yok! “Apoculuk” yok, “Önderlik kültü” yok! “Şiicilik” yok, “Sünnicilik” yok! “Neo-Osmanlıcılık” yok! Hele hele “IŞİD’çilik” yok ve bu, yeni dönem için büyük bir eksiklik!

Sağlığı, sıhhati hala yerindeyken çağın ruhuna uygun bir “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” kitabına imza atar mı bilinmez.

Ama böyle bir çalışmaya yeltense bile eskisi gibi rahat yazamayacağı, yazsa bile karşılaşacağı yerginin önceki kitap için aldığı övgüden az olmayacağı kesindir.

http://cinarinsesi.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.