“Çözüm süreci” büyüleyici idi lanetli hale dönüştü

Emin GÜNEŞ

 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri göstermiştir ki, Türkiye'nin doğusu ile batısı ile kuzeyi ile güneyi ile istediği şey PKK terörünün bitirilmesidir. Eskiden Terör örgütü muhatap alınamaz, Devlet üç beş çapulcuya pabuç bırakamaz denilerek sürekli güvenlikçi politikalar izlendi. Ağır bedeller ödenmesine rağmen istenilen sonuca maalesef ulaşılamadı.

Ak Parti özellikle vesayetten kurtulup ustalık dönemine girince “baldıran zehri içme” pahasına güvenlikçi politikalardan vazgeçti. Açıkça terör örgütünün liderinden siyasi uzantılarına kadar herkesle masaya oturuldu. Sorun diyalog yoluyla yani silahla değil siyasetle çözülmeye çalışıldı. Ancak gelinen noktada bunun da silahı ortadan kaldıramadığını gördü. Hatta bu yöntemle maksadın zıddına varıldığı görüldü. Örgüt silahlı gücünü birkaç misline çıkardı. Dağdan sınır dışına çıkacağına şehirlere indi.

Bu her iki yöntem de yanlış ve sonuç getirmiyorsa peki doğrusu nedir?  Güvenlikçi politikaları savunanlar başarısızlıklarını PKK'nın dış desteğine, güvenlik güçlerinin silah ve donanım yetersizliğine, özellikle İnsansız Hava Araçlarının PKK yandaşı dış ülkeler üzerinden istihbarat sağlarken bilgiyi önce örgüte verdiğine içeride de terörden beslenen terör baronlarının varlığına bağladılar. Bu iddialar tümüyle yabana atılacak şeyler değil kuşkusuz. Halihazırda bu şartlarda önemli değişiklikler oluşmuş, güvenlik zaafiyetleri ciddi manada giderilmiştir. Örgüte dış destek yerine sadece iç ihanet olarak paralel tehdidi devreye girmiştir.

Sorunun diyalog ve siyasetle çözümünü savunanlar da kaba hatları ile başarısızlığı muhatapların seçimindeki yanlışlığa bağlarlar. “Muhataplar çeşitlendirilmeli idi, süreci yürütenler başarısızdırlar” diyorlar. Kuşkusuz bu itirazlar da yabana atılacak şeyler değildir. Özellikle süreci yönetenlerin ÖCALAN'ı devletten yana, Kandil'i yabancıların kontrolünde gösterme çabası tam bir facia. Öcalan'ın adeta büyülediği süreci yürütmekle görevli olan Hükümet kanadı tam bir basiretsizlik göstermiştir. Oysa Kandil'in de Öcalan'ın da dolayısıyla HDP'in de tümden Kürtleri Batılılaştırmak için bir BATI projesi olduğunu bilmeyen yoktur. Bunların üçü de asla Batı'nın denetimi ve gözetiminden çıkmamışlardır çıkamazlar da.

Halen Hükumetteki konumlarını koruyup koruyamayacağını bilemediğimiz bu aktörler hala Öcalan'ı parlatma eğilimindedirler. Oysaki KANTON fikri Öcalan'a aittir. Özerklik, YDG-H, DTP'yi HDP ye dönüştürme fikri ona aittir. Adam cezaevinden, maalesef MİT kontrolünde örgütünü sevk ve idare ediyor. Kandil sadece icra faaliyeti yapıyor. Yeni kurulacak hükümetin her üçünü de artık muhatap almaması gerekir. Üçü de halk nezdinde verilen krediyi tüketmişlerdir.

Çözüm kelimesi büyüsünü kaybetmiştir. Adeta lanetli bir kelimeye dönüşmüştür. İnsanlar önce çözümden dağlarda piknik yapmayı anlarken ve taraftarlarını sevip sayarken artık çözümü  “şehirlere silah yığınağı yapmak, hükümetin yığınaklara göz yumması, hendeklerin kazılması, el yapımı bombalar” olarak algılıyorlar. Hükümet bundan sonra ÇÖZÜM denilince kendisine yönelik adeta kin ve nefreti çağrıştıran kelimeyi unutturmalıdır. Yeni bir ad altında yeni bir yöntem izlemelidir. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da aynı kanaatte olmalı ki sürecin adını değiştirmiştir.

Anlaşılan o ki daha önce denenen “salt güvenlikçi” politikalar da “salt diyalog ve siyasi” politikalar da sorunu çözememektedir. Kanaatimce bu kez karma bir politika izlenmeli, güvenlikçi politikadaki eksik ve yanlışlara düşmeden siyaset ve diyalogu da tümden rafa kaldırmadan bir yöntem belirlenmelidir. Artık PKK/YDG-H ve türevlerinin muhatabı Silahlı kuvvetler ve emniyet güçleri olmalıdır. Teröristler başka dilden anlamazlar. 

Siyaset ve diyalog yolunda da Kürtlerin muhtelif STK ve kanaat önderinin şimdiye kadar Hükümete sundukları raporlar masaya yatırılmalıdır. Bunların hayata geçirileceği acilen deklere edilmeli, uygulanabilir olanları için belli bir takvim oluşturulup halka açıklanmalıdır. Taleplerin içerisinde makul görülmeyen ya da hayata geçirilmesi imkânsız gibi görünen varsa bu konuda tekrar STK'lar ile görüşülüp İnsanlar ikna edilmelidir. Mesela anayasal değişiklik gerektiren talepler için şöyle denilebilir. “Biz bu talebinizi yerine getirmek isteriz ancak Anayasayı değiştirecek gücümüz YOK. Onu da bize O gücü verdiğiniz zaman inşallah”. Denilebilir.

Hâsılı kelam, HALK SİLAHLARI SUSTURMAYA OY VERİYOR. Demirtaş, “PKK'YA SİLAHLARI ANCAK BİZ BIRAKTIRIRIZ” söylemi ile oy aldı. Şimdi de Hükümet PKK'yi söküp atacağız diye oy aldı. Bu konu asla gözden uzak tutulmamalıdır. Hükümet bunu başarırsa 400 milletvekili ve fazlasını alabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.