Devletçi Apo; Apocu Devlet

Mehmet İkbal ATAK

Öcalan’ın eski mesai arkadaşları olan Aydınlık çevresinin, devlet kademelerinden tardedilmesinden sonra partner değiştiren “Önderliğin” kara kutusunu açmak yönünde ikinci önemli adımını atarak “Heyetle görüşme notlarını” servis etti.

İlk adımda İmralı sorgu videolarının ham halini yayınlayarak Öcalan’ın ruh dünyasına ayna tutan Aydınlık, dizi halinde yayınladığı süreçle alakalı “Heyetle görüşme tutanaklarıyla” da aslında sürecin ruhuna ayna tutmuş oldu.

2013 yılına ait “BDP-HDP heyetiyle” yapılan dört ayrı görüşme tutanağının içeriği, süreç bağlamında gelişen -ve gelişecek olan- neredeyse tüm olaylara büyük oranda ışık tutması bakımından oldukça önemli.

Süreçle beraber KCK’ye bağlı legal veya illegal zeminde yaşanan tüm gelişmelerin Öcalan’ın devlet istihbaratı, namı diğer MİT heyeti ile yaptığı ortak çalışmanın ürünü olduğu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor.
HDP’nin kuruluşundan Rojava’daki kanton oluşumlarına kadar yaşanan her gelişme mutlaka “Devlet heyetiyle” yapılan ortak çalışmanın ürünü olarak karşımıza çıkıyor.

Yaşanan her gelişmenin ana çerçevesi “Devlet heyetiyle” varılan konsensüsün sonucu olarak belirirken sürecin başlangıcından beri legal alanda yürütülen faaliyetlerin tümünün direktifinin İmralı’dan hem de devlet adına görüşmeleri izleyen “Sayın Yetkili’nin” huzurunda verilmiş bulunuluyor.

KCK’deki yeni yapılanmalar, HDP’nin kuruluşu, kimlerin nerede başkan-eşbaşkan olarak yer alacakları, sivil toplum alanında yaşanan gelişmeler, yeni oluşum veya organların tesis edilmesi, faaliyet tarzları, konferanslar, açıklamalar, bildiriler, Güney Kürdistan’la ilişkiler vs vs… Hepsi “Sayın Yetkili’nin” huzurunda “Önderliğin” direktifleriyle gerçekleşiyor.

Hatta sıkı durun! Silahlı unsurların sınır dışına çıkışlarının durdurulması, HES, koruculuk, karakol inşaatları bahanesiyle periyodik aralıklarla çıkarılan taşkınlıklar bile yine “Sayın Yetkili’nin” huzurunda birer “Önderlik” direktifi olarak önümüze çıkıveriyor. Kaldı ki çeşitli kesimlerce süreci provoke etmek amacıyla yaşandığı öne sürülen sıradanlaşmış taşkınlıkların çoğu bile gerçekte provokatif girişimlerden ziyade “Önderlik direktifleri” sonucunda yaşandığı ortaya çıkıyor.

ÇETECİ TAŞKINLIK İMRALI’DAN BESLENİYOR

Kaldı ki 2013 yılına ait tutanaklar ışığında 2014 yılı içerisinde artarak süren taşkınlık, saldırganlık ve her türlü eşkıyalık direktiflerinin bizzat İmralı’dan verildiğini söylemek kesinlikle abartı olmayacaktır. Verilen direktiflerin tümünün “Sayın Yetkili’nin” hazır bulunduğu ortamda veriliyor olması ise işin vahim tarafını oluşturmaktadır. Şundan emin olunuz ki, düzenlenen genel eylemlerden tutun, özellikle İslami kurumlara karşı yürütülen saldırı furyasına kadar tüm direktifler doğrudan İmralı’dan verilmekte, “Heyet” namındaki ulaklar ise bu direktifleri yerel birimlere aktararak uygulanmasını sağlamaktadırlar.

Süreçle beraber İslami kurumlara karşı yürütülen saldırı furyasında özellikle BDP çevresinin bırakın kınamayı, tam tersine destekleyerek teşvik etmesinin sırrı da burada yatmaktadır. Emir büyük yerden geldiği için herkes buna uymak ya da en azından sessiz kalmak zorunda kalmıştır. Dolayısıyla yaşanan saldırı furyasını MİT-PKK ortak yapımı saldırılar olarak görmek kaçınılmazdır. Zaten aksini iddia eden de çıkmamıştır.

Hatta sadece saldırı furyasıyla değil, hiç alakası olmadığı halde KCK çevrelerinin aniden İslami alana yönelerek İslam’ın demokratizasyonundan Kutlu Doğum paranoyasına kadar girişilen tüm çabalar yine Önderlik-MİT ortak aklının ürünü olarak piyasaya sürülmüştür. MİT üzerinden devletin gerek bir bütün olarak Kürt halkının, gerekse İslami taleplerin karşılanması yerine Öcalan üzerinden manevra yaparak manipülasyona yönelmesi, Öcalan’ın devlete sadakatine olan güvenin tam olmasındandır. Nitekim İmralı sorgu videoları Öcalan’ın sadakatine ışık tutan tarihsel veriler konumunda olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Dicle Üniversitesi olaylarını hatırlarsınız. Kutlu Doğum etkinliğine engel olmak için yapılan şeytanilikleri de bilirsiniz. Öcalan, provokasyonu alevlendirmek için üniversiteye giden Aysel Tuğluk’un kafasına isabet eden şişeden dolayı ne kadar öfkelendiğini belirtirken sürecin bozulma tehlikesine kendince dikkat çekerek gerekirse Müslüman gençlerin imha edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Böyle bir olayın Diyarbakır’da yaşanmasına ise “Nasıl olur?” dercesine anlam veremiyor görünüyor.

Oysa kalleşçe bıçaklanan o gençlere herhangi bir şey olsaydı, Öcalan’ın bugün oynadığı “Dünyayı kurtaran adam” rolünü acaba icra edebilir miydi?

İsterseniz Öcalan’ın Dicle Üniversitesi olaylarına bakış açısını ortaya koyan sözlerine bir bakalım. Ki bu sözler, ruh dünyasını ele vermesi açısından da önemli ipuçları barındırmaktadır.

AYSEL TUĞLUK’UN PROVOKASYON’DAKİ ETKİSİNE DİKKAT!

Tarih 14.04.2013! Adaya giden BDP heyetiyle yapılan beşinci görüşme. Öcalan’ın konuyla ilgili “Heyet ile” gerçekleştirdiği diyalog ise şöyle:
* * *
Başkan: Bu arada Dicle Üniversitesi`ndeki olaylara değineceğim. Deyin ki, "Öcalan buna çok öfkelendi. "A. hem eşbaşkan olarak hem de siyasetçi olarak ciddi yetersizlikler sergiledi. Böyle siyaset ve eşbaşkanlık olmaz. A. kafasından yaralandı cam şişeyle. Hem de Diyarbakır’da... Cam şişe yerine bomba olsaydı bu süreç bitmişti. Gerçekten de öfkelendim. Çok öfkeliyim.

Bütün Diyarbakır, belediyesiyle siyasetçisiyle bundan sorumludur. G ile S`yi izledim. "G yaratıcıdır" demiştim. Meseleyi ortaya koyuş biçimi de böyleydi. Ne anlatmak istiyorum, herkes sorumludur derken. Böyle bir gün var, böyle bir hafta var; siyaset yapmak şöyle bir şeydir, belediyenin hiç mi yeri yok? Siyasetçiler hiç mi akıl etmezler? Bu haftayı siz düzenlersiniz, yeri siz tahsis edersiniz, HÜDAPAR`ı da davet edersiniz. "Gelin, bizim böyle bir kutlamamız var, siz de halkla konuşabilirsiniz" dersiniz.

(S`ye dönerek) Bu İran Hizbullah`ı karıştırabilir. Bu bir provokasyondur. Sen "S.yeterlidir" diyordun. S`nin de vaktinde yaptığı polise tokat meselesi A`nın yetersizliğinin bir başka biçimidir. Bunlar süreci provokasyona uğratacak şeylerdir. Gençlik de bu provokasyona gelmemeli. Ve hayatın her alanında muazzam örgütlenmelidir. Üç beş kişilik bir heyet bu provokatörlerin hepsini temizleyebilir. Görevlerini böyle yaparlar. Bize baltalarla gelirlerse biz de onları temizleriz. Bu bizim öz savunma hakkımızdır. Çünkü bunu biz hazırlamadık. Kuzu gibi olmasınlar ama körce gidiş tarzı da yanlıştır. (Ardından) Yalnız bunu böyle aktarmayın, buradan yanlış sonuçlar çıkarmasınlar. Asıl olan demokratik siyasettir. Dediğim gibi Diyarbakır`ın bütün siyasetçileri bunu akıl edemedikleri için bundan sorumludurlar. S. ve G. Diyarbakır halkına sahip çıksınlar. Diyarbakır`ı onlara teslim ediyorum. Emniyete de söyleyin, gençliğe de söyleyin; süreci bir daha bu noktalara getirmesinler.

Heyet: Sayın Başkan, tam Kandil dönüşüydü. Bu hadise gelişti. Y.A beni aradı. Böyle haberdar oldum. Gidişatı ve olası riskleri Diyarbakır`daki ilgili arkadaşa aktardım. Buna acil tedbir alırlarsa iyi olacağını, sürecin en çok üniversitelerdeki olası çatışmalardan sabotaja açık olduğunu, sizin de uyarılarınızı ekleyerek anlattım.

Başkan: Bundan sonra Kutlu Doğum Haftası`nı biz organize edeceğiz. Cuma namazı ekibimiz bunu yapabilir. Boş bıraktığınız her alana onlar doluşurlar. Beş hatiple bile biz kutlayabiliriz. Maksat sahiplenmek… (14.04.2013)

* * *
İşte durum bundan ibaret! Meğer D.Bakır, A’nın kafasını şişeye çarpmasından sonra G ile S’ye emanetmiş! Hemen belirtelim; A, Aysel Tuğluk; S, Sebahat Tuncel; G ise Gülten’dir.

Başta Dicle Üniversitesi olmak üzere provokasyon ve saldırganlığın hemen yanı başında belirip gençleri birbirine kırdırtmak için can atan Aysel, meğer provokasyon işlerine özel olarak İmralı tarafından atanan özel yetkiliymiş. Ancak Öcalan’ı öfkelendiren şişe hadisesinden sonra uzun bir süre ortalıkta görünmeyen Aysel, büyük ihtimalle “Dünyayı kurtaran adamın” gazabına uğramış olmalı ki, onun özel yetkilerini devralıp icra eden G, daha sonra ise ZZ olmuştu. Nitekim yaşanan son olaylarda ZZ hala özel yetkili konumdayken Aysel’in kostüm olarak tekrar sahalarda görünmesi kısmi affa uğradığını göstermektedir.

ÖCALAN’IN İRAN FOBİSİ TECRÜBESİNİN ÜRÜNÜ

Tutanaklarda Öcalan’ın Hizbullah ya da HÜDAPAR ile bağlantılı olarak İran’ı ön plana çıkarması ilk olmasa da sonraki görüşmelerde de İran faktörüne dikkat çekmesi, aslında PKK’nin yıllardır üzerinden iftira manevrası yaptığı zemini çökertmesi bakımından hayli düşündürücüdür.

Kaldı ki her seferinde İran faktörünü öne çıkarmasının şu konjonktürde iki önemli sebebi vardır:

Birincisi; İran’ın gerçekten de kimi örgütleri nasıl parmağında oynattığını en iyi bilen, yaşayan, test eden bizzat Öcalan ve örgütüdür. Ortadoğu’daki örgütler içerisinde en çok kullanılan örgüt PKK’dir; PKK’yi en çok kullanan ülke ise İran’dır.

Dolayısıyla şu an asıl yuvası olan MİT’e dönen Öcalan için İran’ın en büyük fobi teşkil etmesi gayet doğaldır.

İkincisi ise; Öcalan’ın HÜDAPAR üzerinden İran bağlantısı kurmanın aynı zamanda el değiştiren yeni derin devlet için de bir paranoya olarak sürdüğünü ortaya koymaktadır. Nitekim Öcalan’ın verdiği saldırı direktiflerinin “Sayın Yetkili’nin” huzurunda yaşanması, aslında devlet erkinin HÜDAPAR üzerine ne tür necis planlar kurduğunu da ortaya koymaktadır.

Nitekim Öcalan’ın devlet konseptiyle örtüşen HÜDAPAR’a ve İran bağlantısı paranoyası sonraki görüşmelere de konu olmuş ve Öcalan’ın “Heyet ile” diyaloglarına şu şekilde yansımıştır:

* * *
Heyet: Kuzey Kürdistan Birlik Konferansı sonuçlandı. Tartışmalar oldukça iyiydi, katılım da iyiydi… HAK-PAR ve HÜDA PAR dışındaki kesimler katıldılar.

Başkan: HÜDA PAR İran destekli ajan örgüttür. Dicle Üniversitesi olayları İran provokasyonudur. İran’ın çalışma tarzı tehlikelidir, dikkat edilmesi gerekir. (24.06.2013)

* * *
Acaba bir devlet konsepti olarak Öcalan üzerinden yürütülen manevralar kapsamında düzenlenen konferanslara HÜDA PAR katılmış olsaydı, Öcalan yine böyle der miydi? Hiç sanmıyorum. HÜDA PAR, PKK-Devlet ortak tiyatrosuna meze olmadığı için bu tür düzeysiz ithamlara maruz kalmıştır.

Kaldı ki Öcalan, özenle birbirinden ayırdığı devlet – hükümet ikilisinden hükümete kendince tehditler savururken bakın tehlikeli olarak gördüğü İran için neler söylüyor:

* * *
PKK tarihin iç-dış en büyük savaş potansiyeline sahiptir. İran-israil PKK’yi silahlandırır. Hatta paralel devlet bile yapar…(17.08.2013)
* * *
Öcalan açıkça şunu demek istiyor: “Şayet isteklerimi yerine getirmezseniz hem İran hem de israilden destek alır, çatışmaları alevlendiririm.”

Hani İran tehlikeliydi?! İyi de içlerinde çelişkileri sorgulayacak adam bulunamayınca “Önderlik” her türlü çelişkili tavırlar sergileme hakkına sahiptir!!! Oysa kendisi “Önder”, konumu ise “Aşılamayacak Önderlik!” Sorgulamak kimin haddine!

Hem aynı görüşmede bakın “Sayın Yetkili’ye” ne diyor: Basit bir köylü adam gibi görünebilirim. Ama ölsem bile aşılacak bir önderlik değilim…

Annesi Hep Dermiş…

Yine 17.08.2013 tarihli tutanaktan… Bizzat kendisi annesinden naklen şu sözü “Heyet’e” hatırlatıyor: “Ben çocukken anam hep bana ‘Kurémin bé namus derket’ derdi, çünkü düşman ailenin oğluyla dağda gezdiğimi görmüşler…”

Elbette kimsenin namusunu ölçmek durumunda değilim. Ama annesi sağ olsaydı, çevresine “düşman” olarak bellettiği kişilerden sonra kurumlarla da bu denli haşır neşir olması karşısında herhalde sarf edecek bir çift sözü daha olurdu diye düşünüyorum.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.