Ekilen biçiliyor

Abdullah KAVAN

 Türkiye'nin yoğun gündemi içerisinde gelen “Dağlıca” saldırısında 16 Asker'in katledilmesi, onun ardından Iğdır'da 13 polisin öldürülmesi, kamuoyuna bomba gibi düştü. Olayın nasıl gerçekleştiği, iki eylemde ne kadar mühimmat kullanıldığı, Dağlıca'nın, Hakkâri-Yüksekova ile Hakkâri-Şemdinli bölgesi arasındaki üçgenin, PKK sızmaları için ne kadar önemli olduğu… Ayrıca Iğdır'ın, hem HDP hem de MHP tabanının çok yoğun olduğu ve bu nedenden dolayı seçildiği… Anlatılan detaylar programcı ve yorumcuların ana gündemi… Ancak bu sonucu doğuran ve bu günlerin oluşmasındaki dinamiklerin konuşulması gerekenler ikinci planda kalıyor gibi. Ya da daha önce konuşulması gerekenlerin bugünlerde dile getirilmesi de ayrı bir konu. Bu minvalde; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın birkaç gün önce “çözüm süreci silah stoklama süreci oldu” demesi, daha önce söylenmesi gereken bir söz değil miydi? Onun şahsında, Hükümet şapka'sını önüne koyup “nerede hata yaptım” demesi gerekmez mi? Bu güne kadar sözüm ona, kendisine rapor sunan “çözüm sorumlularını” gözden geçirmesi gerekmez mi? Bölge içerisindeki halk üzerinde “vesayet” kuran malum kesime gösterilen toleransın bir sonucu değil mi? Yeter ki, Polis-Asker öldürülmesinde “halka ne olursa olsun” mantığıyla bölgeyi onların kucağına atmanın sonucu değil mi? Bütün tavizlere rağmen, çok daha sinsi planlarla kendini güçlendiren örgütle karşı karşıya gelmenin bedeli değil mi? Tüm Türkiye'de, özelde de bölgede bulunan dindar Grup, Parti ve Cemaatlerin ikazlarına kulak asmamanın bir sonucu değil mi? Ne derseniz deyin, Hükümet muhatabını tanımamıştır. Bundan sonraki süreçte ne kadar tanıdığını ise göreceğiz…

Bu minvalde AKP, bölgeye heyetler göndererek durum tespitini yapmak istiyor. Özellikle Çözüm süreci, Operasyonlar ve sandık güvenliği gibi meselelerde, halkın ve STK'ların görüşlerine yer veriyor. Bu kadar hadiseden sonra bölgeye gönderilen heyetlerin, yine “sol” minvaldeki kesimler veya “görüş belirtmekten aciz” gruplarla görüşmesi ayrı bir komedi. Şimdiye kadar bölge'nin taleplerini, dinamiklerini ve işi yürütecek kesimleri tespit edememişse, tüm danışmanlarını değiştirsinler. Görüşülen STK'ların % seksen temsilcilerin, huzur, istikrar ve barış diyecekleri gayet doğaldır. Bölge halkı, huzurdan başka bir şey istemiyor. Bu samimi ve masum talepleri anlaması gerekirken; diğer taraftan kendi çıkarları doğrultusunda “yeniden masa” ve “yeniden barış” diyen art niyetli kesimleri de bilmesi gerekir. Devletin “vesayetinden” dem vururken, kendi vesayetini kurmak için yeniden barış, yeniden masa, diyenleri de ayırt etmesi gerekir. Halkın çocuklarını dağa kaldırma,  haraç alma, yol kesme, öldürme, hatta sandıktaki iradelerine ipotek koyma adına, yeniden çözüm süreci ve barış diyenleri, herhalde tanımaları gerekir.

Böyle bir ortamın oluşmasında, Türkiye ve Suriye'deki “Rojava” bölgesindeki bağlantıyı da atlamamak gerekir. Şimdiye kadar bölgede olay çıkaranların, Rojava'da eğitildiği, daha sonra da “teslim oluyor” adı altında Türkiye'ye gönderildiğini herkes biliyor. Dış devletler tarafından Rojava'ya verilen mühimmat ve silahların Türkiye' ye taşındığını da herkes biliyor. Türkiye içerisindeki örgütün Rojava'dakilerle Siyasi, Ekonomik ve Askeri alanda paslaştığını da herkes biliyor. Bu kadar gerçeklik ortadayken, PKK ve PYD'nin birbirinden ayrıymış gibi bir muameleye tabi tutulması da gariptir doğrusu. Hatırlanacağı üzere PYD elemanları, Suruç'ta tedavi edilip tekrar Rojava bölgesine gönderiliyordu. HDP'nin Milletvekilleri de her ne kadar arabalarında örgüte silah taşıyorlarsa da, ayrı konumda olmaları ve yakalanmamaları gerekiyordu. Ne de olsa dokunulmazlıkları vardı. Ama bugün bu üçlü şeytan koalisyonuyla insanlar ölüyor ve tüm Türkiye, özelde de “bölge” ateş çemberine atılmak isteniyor.

Netice itibariyle; bu zeminin hazırlanmasında görmedim, duymadım, “bu değirmenin çarkı bozulmasında ne olursa olsun” diyenlerin suçu da vardır. Fakat değirmenden gelen çarkın seslerini duymak istemeyenler bunun sonucunu görüyor ve bedel ödüyorlar. Bu ortamın oluşmasına göz yumanlar, bugünkü sonuçların müsebbipleridirler. Bu tablo, “ne ekersen onu biçersin” atasözündeki gerçekliğin yansımasıdır…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.