Hamas'ın Zaferi Üzerine Ropörtaj

Öncelikle bizimle bu röportajı yaptığınız için Allah razı olsun. Filistin’de Hamas’ın başarılı olmasının altında yatan ana etken sizce nedir?

İnzar: Öncelikle bizimle bu röportajı yaptığınız için Allah razı olsun. Filistin’de Hamas’ın başarılı olmasının altında yatan ana etken sizce nedir?

Ahmet VAROL: HAMAS’ın seçimlerde üstün başarı elde etmesinin bizim gördüğümüz kadarıyla iki önemli sebebi bulunmaktadır. Birincisi İslâmî kimlik ve çizgiye sahip olması, ikincisi de işgal ve haksızlıklar karşısında kararlı mücadeleyi, direnişi tercih etmesidir.

Filistin’deki bağımsızlık mücadelesinin ve işgale karşı direnişin özünde İslâmî bilinç ve duyarlılık vardır. 1935’te İzzettin Kassam’ın liderliğinde İngiliz işgalcilere karşı gerçekleştirilen silahlı mücadele böyle bir bilinç ve duyarlılıktan gücünü alıyordu. 1936’da Kudüs müftüsü Emin el-Huseyni’nin öncülüğünde gerçekleştirilen boykot ve direniş hareketinde de bunu görüyoruz. 1948’de işgal devletinin kurulmasıyla birlikte Abdülkadir el-Hüseyni’nin yönlendirdiği silahlı mücadelede de bu vardır. Aynı tarihte Müslüman Kardeşler cemaatinin lideri İmam Hasan el-Bennâ’nın Filistinli mücahitlere destek için elemanlarını göndermesi de aynı bilince ve iman kardeşliği duyarlılığına dayanıyordu. İmam el-Bennâ’nın gönderdiği mücahitler aynı zamanda Filistin’de ümmet bütünlüğü ve İslâm’ın yeniden hayata hâkim kılınması amacına yönelik örgütlü mücadelenin tohumlarını atmışlardı. Bütün bu gelişmeler Filistin’deki bağımsızlık ve hak mücadelesinin kaynağında İslâmî bilinç ve duyarlılığın yer aldığını gösterir. Ancak bir dönem dünya genelinde çağdaş kapitalizme ve sömürgeciliğe karşı tavır koyma konusunda sol görüşün etkisini göstermesinin Filistin’e de yansıdığını görüyoruz. Ama bu, Filistin’deki İslâmî bilinç ve duyarlılığı kurutan bir yansıma olmamıştır. Filistin’deki İslâmî hareketin 1987’de HAMAS adıyla yeni bir veche ve aktiviteyle öne çıkmasıyla birlikte hızlı bir öze dönüş hareketi başlamıştır. Filistin halkının İslâmî duyarlılığının güçlü olması ve yürütülen eğitim faaliyetleriyle bunun daha da güçlenmesi sebebiyle HAMAS kısa sayılabilecek bir süre içinde halk içinde geniş bir kitlesel tabanın desteğini elde etmiştir.

Bugün aslında HAMAS’ın davasına sahip çıkanlar ve bu hareketi sahiplenenler sadece ona oy verenlerden ibaret değildir. Çünkü özerk yönetim parlamentosu seçimlerinde dava ve ilkeler arasında değil fertler ve oluşumlar arasında bir tercih yapılmıştır. Eğer dava ve ilkeler arasında bir tercih söz konusu olsaydı HAMAS’ın dava ve ilkelerini onaylayanların çok daha fazla olduğu görülecekti. ABD ve İsrail saldırganlığı karşısında Filistin halkının büyük bir çoğunluğu HAMAS’ı bağrına basmakta, onu “benim” diye sahiplenmektedir. Dolayısıyla bu hareket artık Filistin halkıyla ve davasıyla bütünleşmiş bir harekettir.

İkinci önemli etkenin direniş olduğunu söyledik. Filistin halkı 1993’ten bu yana işgalci siyonistlerle bir masa başı tecrübesi yaşadı. HAMAS bu metoda başından itibaren karşı çıktı ve siyonistler gasp ettikleri hakları ve toprakları sahiplerine iade etmedikleri sürece onlarla hiçbir şeyin pazarlığının yapılamayacağını vurguladı. Ayrıca işgalcilerin sadece kuvvet dilinden anladıklarını, çünkü kendilerinin sadece bu dili kullandıklarını, dolayısıyla onları bir noktada durmaya, haksızlıklarına son vermeye zorlayacak etkenin olması gerektiğini, masa başı pazarlığın bu etkiyi yapamayacağını dile getirdi. Gerek 1993’ten bu yana görüşmeler sürecinde yaşanan tecrübe ve gerekse işgalcilerin Gazze’den pazarlıklar yoluyla değil de direniş ve kararlı mücadele yoluyla çıkarılması HAMAS’ın zikrettiğimiz söylemlerinde haklı olduğunu gözler önüne serdi. Bu yüzden Filistin halkı da masa başı pazarlıktan değil, direnişten, aktif mücadeleden yana tavır koydu.

Tabii bunların dışında da sebepler sıralamamız mümkündür. Örneğin özerk yönetim bünyesindeki bozulma, kurumlarındaki çözülme, rüşvet ve benzeri sorunların yaygınlaşması vs. de halkta mevcut yönetime karşı bir tepki ve muhalefetin ortaya çıkmasına yol açtı. Bunu zaten el-Fetih’in ileri gelenleri de itiraf ediyorlar.

İnzar: Hocam Hamas’ın bu zaferinden şu sonucu çıkarabilir miyiz? Halkın refah seviyesini yükseltmek, yaşam koşullarını iyileştirmek tek başına yeterli değildir. Bununla beraber o ülke halklarının temel değerlerine sahip çıkıp, bu temel ve de kutsal değerler pahasına her türlü fedakârlığı yapmanın gerekliliğine işaret vardır. Bu iki yönlü gidişin diğer ülkelerdeki İslami hareketlere de örnek olabileceğini söylemek mümkün müdür? Sizin bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Ahmet VAROL: Öncelikle şunu ifade edelim ki Filistin’de özerk yönetimi ellerinde bulunduranlar halkın refah seviyesini yükseltme yönünde elle tutulur bir şey yapabilmiş değillerdir. Zaten yukarıda zikrettiğimiz sorunlar mevcut yönetimin bu alandaki başarısızlığını gözler önüne seriyordu. Dolayısıyla özel anlamda bu hususun göz önünde bulundurulması gerekir. Genel anlamda ise dediğiniz husus doğrudur. İnsanın hayatına anlam kazandıran birtakım değerler ve ilkeler vardır. Öyle ki bu değerler ve ilkeler onun hayatından daha öncelikli ve önemlidir. Çok sayıda insanın bu değerler ve ilkeler için hayatlarını feda edebilmeleri veya feda etmeye aday olmaları böyle bir öncelik ve önemi ortaya koymaktadır. Dolayısıyla söz konusu değerleri ikinci plana iterek maddi refahı önceleyenler kitlelere istediklerini sunabildiklerini zannederken yanılgıya düşmektedirler.

Bu sadece Filistin’e mahsus bir durum değildir elbette. Bir yandan kadın haklarını savunduklarını, kadına önem verdiklerini ileri sürenler bu iddialarında kendilerini haklı çıkarmak için kadının dünyevi zevklerini tatmin etmenin önünü açmaya çalışmalarına rağmen, inançlarından dolayı başlarını örten kadınların boşanması önerisinde bulunurken insan gerçeğinden ne kadar uzakta durduklarını görmek zorundadırlar. İnsanı farklı kılan şey ona insan kimliğini kazandıran değerler ve kutsallardır. Dünyevi zevkleri tatmin etmenin yeterli olacağını zannedenler insanı farklı kılan özelliklerden habersiz ve onu hayvanlarla aynı seviyede görme yanılgısı içinde olanlardır.

Bu gerçeğin elbette tüm dünyada görülmesi ve özellikle yönetimde olanlar yahut yönetime talip olanlar tarafından çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Refah düzeyinin yükseltilmesi için harcanan performansın onda birini inanç özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak için harcamayanlar aynı zamanda kendi siyasi geleceklerinin önüne de ciddi engeller koymaktadırlar. Söz konusu engelleri adeta birer mayın gibi algılayıp onlara yaklaşmaktan korkanların bilmeleri gerekir ki kendilerini bir yerlere getirenler o mayınları döşeyenler değil onların temizlenmesini isteyenlerdir. O mayınlardan asgari zararla kurtulmak için gereken tüm tedbirleri alarak temizleme işlemini bir an önce yapmaları zorunludur. Aksi takdirde o mayınlar kendilerine tersinden zarar verecektir.

İnzar: Hamas’ın kazanmış olması şüphesiz Siyonizm ve onların savunucuları arasında panik ve onların deyimiyle dehşet verici bir durum olarak algılanmıştır. Bundan sonraki süreçte gerek İsrail ve gerekse onun hamisi Amerika’nın tavırları nasıl bir şekil alır?

Ahmet VAROL: İşgalci siyonist devletin ve onun hamisi durumundaki ABD’nin, hatta onlarla işbirliği içindeki AB’nin tavrı büyük ölçüde ortaya çıkmıştır. İşgalci devlet yine tehdit ve şiddet mekanizmasını çalıştırma niyetinde olduğunu ortaya koydu. Amerikan emperyalizmi de bu konuda işgalci saldırganlarla aynı paralelde hareket edeceğini vurguluyor. AB ülkeleri ise onlarla işbirliği içinde olmayı, ancak HAMAS’ın iktidara gelmesini ona bazı şeyleri kabul ettirmek için fırsat olarak değerlendirmeyi düşünüyor. Yapmak istediklerinin başında işgalci siyonist devleti meşru bir devlet olarak kabul ettirmek, HAMAS’ı bu konudaki tutumunu değiştirmeye zorlamak gelmektedir. İkinci önemli istekleri HAMAS’ı silah bırakmaya zorlamaktır.

ABD ve Batı’nın, HAMAS’ın zaferi karşısında sergiledikleri tutumları şimdiye kadar savundukları hususlarda ne derece samimiyetsiz olduklarını gözler önüne sermiştir. Onlar savunduklarını sadece kendi çıkar ve hesapları için savunmaktadırlar. Çıkarlarına ters düştüğünde kendi putlarına bile çok rahat bir şekilde tekme atabilmektedirler.

Yaptıkları aynı zamanda tam bir çifte standartçılıktır. Filistin topraklarını işgal altında tutan, savunmasız insanları, kundaktaki bebekleri katletmeye devam eden tarafı silah bırakmaya zorlamazken, kendi yurtlarını işgalden kurtarmak için mücadele konumunda olanları silah bırakmaya zorlamaları aslında onların insan düşmanı olmalarından, insan haklarıyla ilgili tüm söylemlerinde samimiyetsiz ve münâfık olmalarından ileri gelmektedir.

Onların tüm baskıcı tutumlarına rağmen HAMAS ilke ve tavırlarında kararlı hareket etme niyetindedir. Öncelikle silahlı mücadele onun en meşru hakkıdır. Çünkü vatanı işgal altındadır. Silahlı tehditle karşı karşıyadır. Halkının yarısı yurtlarını terk etmiş ve dünyanın muhtelif ülkelerinde mülteci olarak yaşamak zorunda bırakılmıştır. İşgalci ve saldırgan konumdaki bir devleti meşru tanıma ve gasp edilmiş haklarının iadesi söz konusu olmadığı sürece muhatap alma niyetinde de değildir. Ayrıca HAMAS diğer direniş hareketleriyle de işbirliği yaparak milis güçlerini bir ulusal orduya dönüştürmek için çaba sarf etmektedir. Böyle bir şeyin gerçekleştirilmesi durumunda emperyalist devletlerin Filistinlilerden silah bırakmalarını veya askeri güçlerini dağıtmalarını istemeleri için önce kendi ordularını dağıtmaları gerekecektir.

Bu arada konunun bir de bölgesel boyutta ele alınması gerekir. Emperyalizm hâlâ tehdit mekanizmasını kullanıyor ama kendisi de bir çıkmazdadır. Amerikan emperyalizmi Irak’ta ağır bir darbe almıştır. Bu darbe onun ekonomisini de fena halde sarsacaktır ve bu ülkede yakın gelecekte Irak savaşının getirdiği ekonomik depremin etkileri görülmeye başlanacaktır. İran’a yapılan baskılar sonuç vermeyecek böylece emperyalizmin tehdit gücünün etkisini kaybetmeye başladığı daha açıktan görülecektir. İşgalci siyonist devletin başbakanı komaya girerken kendisi de zaten kısmî felç geçirmiştir ve organlarından bazıları işlemez hale gelmiştir. İşgalci devletin organlarının yeniden sağlığına kavuşturulması biraz imkânsız gibi görünmektedir. Sadece Filistin’de değil tüm İslâm âleminde İslâmî hareket yükseliş içindedir. Mısır’da totaliter rejimin kısmî demokratikleşme denemesi için boşalttığı alanın yüzde doksandan fazlasını İslâmî hareket doldurdu. İslâmî hareketin idarî mekanizmada belirleyici konuma geçmesi durumunda, aslında İslâm âleminin emperyalist güçlere ihtiyacından çok bu güçlerin İslâm âlemine muhtaç olduğu belirgin bir şekilde ortaya çıkacaktır. O zaman sömürgeci güçler Müslüman toplumların tepesinde bağıramayacak kendilerine bir şeyler verilmesi için ayaklarında dolaşma ihtiyacı duyacaklardır. O günlerin gelmesi için kişisel hesapları ve dünyevi menfaatleri uğrunda onurlarını pazara çıkaran kuklalardan kurtulmaya ihtiyaç var. O günlerin çok da uzak olmadığını düşünüyoruz. Önemli olan bizim kararlı ve sabırlı olabilmemizdir.

İnzar: Değerli görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için Allah razı olsun, muvaffakiyetler nasip etsin. Allah’a emanet olunuz.

İnzar Dergisi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri

Asgari ücret 28 bin 75 lira olarak belirlendi
Sanal kumar gençliği tehdit ediyor!
Lastik ustaları: Kış lastiği 7 derecenin altında zorunluluktur
"Yüzyılın Konut Projesi" başvuruları yarın başlıyor
1,8 milyon kişinin ehliyeti artık geçersiz!