HENÜZ 11'İNDEYDİ

M. Emin ÖZMEN

Evin hanımı iftar sofrasını hazırlıyordu. 90’lı yılların Ramazan ayının ilk günleriydi. Evdeki erzak yavaş yavaş tükeniyordu. Köye koyu bir ambargo uygulanıyordu. Gıda satışını engellemek için yabancıların köye giriş çıkışları yasaktı. Minibüsler bu köyden kimseyi bindirmiyorlardı. Selam vermek dahi, onlarınm. deyimiyle “Qadexe” yani yasaktı.

Ambarlarında geçen seneden kalma buğday vardı ama hiçbir değirmen öğütmeye cesaret etmiyordu. İlçedeki bakkallar istese dahi onlara gıda satamıyordu. Bazı akraba esnaf dahi ambargoyu kıramıyordu. Belki gizliden gizliye birkaç öteberi satışı yapılıyordu ama söz konusu olan koca bir köydü.  

Kadın hem sofrayı hazırlıyor hem de söyleniyordu: “Bey, biliyorsun Ramazan ayındayız. Küçük büyük herkes oruç tutuyor. Erzak bitti bitecek. Şu ambardaki buğdayı öğütmenin bir yolu yok mu? Bari şöyle tandırda ekmek pişirsem çocuklara.”

Ertesi gün baba kararını vermişti. Hemen yanı başlarında bulunan komşu köyde değirmen vardı. Hem o köyde bir amcakızları vardı. İki küçük kızını oraya gönderip, amcakızlarının yardımı ile buğdaylarından bir kısmını öğütebilirlerdi. Hiç olmazsa 5-6 tandırlık ekmek yapabileceklerdi.

Sanki siyerden sayfalar yaşanıyordu. Aynı Kureyş kabilelerinin toplanıp, Resulullah (sav) ve arkadaşları için ambargo kararı almaları gibi bir durum söz konusuydu. Ambargonun Ramazan ayına denk gelmesi işi daha da zorlaştırıyordu.  Havalar soğuk ve yerde kar vardı.

Yapacak bir şey yoktu. Evdeki gıda tükenmek üzereydi. Gerçi köylüler el değirmenleri ile buğdaylarını şöyle bulgur gibi öğütüyorlardı ama herhalde en gaddar insanlar dahi bu Ramazan’da bir eşek yükü buğdayı geri çevirmez, öğütürdü.

Babanın da kanaati bu yöndeydi. Dikkat çekmemek için iki küçük kızını göndermesi daha uygundu. Kızlar hazırlana dursun, iki büyük yağ tenekesi buğday ile dolduruldu ve eşeğe yüklendi. Bu arada baba kızları ile konuşuyordu: “Kızım sizler küçüksünüz. Kimse size bir şey demez. Şu yüklediğimiz buğdayı, önlü arkalı yürüyerek komşu köyümüze götürün. Amcanızın kızına gidiyormuş gibi. Oradaki değirmenci sizi tanımayabilir. Hem tanısa dahi aramızdaki komşuluk hukukundan dolayı, buğdayı öğütebilir. Sonra köye geri gelirsiniz.”

Kızlar sıkıca giyinmişti. Biri henüz 11’indeydi. O önde, abla ise eşeği yönlendirerek arkada yürüdüler. Deredeki buzları kıra kıra ilerlediler. Bazen yoldaki çukurları geçemeyen eşeğin yükünü indiriyor, hayvanı oradan geçirdikten sonra yükü tekrar yüklüyorlardı. Nihayet komşu köye ulaştılar. Değirmene gittiler. Değirmenci hazırlanmaya başladı. Yükleri indirdiği esnada tam teçhizat üç silahlı adam geldi.

 İki kişi kapıda kalıp, biri değirmenden içeri girdi. 11’inde olan küçük kız kapının önündeydi. Onu da içeri alıp, değirmenciyi dışarı çıkardılar. Küçük kızların nereden geldiklerini sordular. Geldikleri köydeki akraba isimlerini söyleyip, onları tanıyıp-tanımadıklarını soruyorlardı. Kızlar; “Biliyorsunuz Ramazan ayındayız. Buğdayımızı ücreti mukabilinde öğütmeye geldik. Değirmenci amca da bizi tanımıyor. Adam para karşılığında bu işi yapıyor. Sorduğunuz kişileri tanımıyoruz.”

Adamların gözü başörtülerine takılmıştı: “Siz ne diye başınızı bu bezlerle örtüyorsunuz?” Kızlar çocukluk akılları ile koca koca heriflere cevap yetiştirmeye çalışıyorlardı: “Dedemiz bizlere İslam’da örtünmenin kadınlar için bir emir olduğunu ve örtünmemiz gerektiğini söylüyor.”

Adamların iletmek istedikleri bir mesajları vardı: “Bakın, sizin köyün hepsini kurşundan geçireceğiz. Tavuklarınıza varıncaya dek öldüreceğiz. Gidin köyünüzü cezalandıracağımıza dair bu söylediklerimizi büyüklerinize iletin. Üzerimizdeki bu silahları görüyorsunuz. Eğer köyü boşaltmazsanız herkesi bu silahlarla öldüreceğiz. Bu kez buğdayınızı öğütün ve götürün. Ama bir daha ambargoyu delecek bir şey yapmayın.”

Değirmenci ve amcakızı dışarıda bekleşiyorlardı. Bu arada köylüler de oraya toplanmışlardı. İnşallah küçük kızlara bir şey yapmazlar diye bekliyorlardı. Fakat beşikteki çocuklara kıyanlara güven olmazdı. Bahsettiğimiz köyün tavuklarını dahi öldürme kararı alanlar, bu iki küçük kızı, mesajlarını iletmek üzere serbest bırakmışlardı.

Kızlar içerden çıktıklarında, amcakızının gözlerinden saklı yaşlar akmaya başladı. Kaş göz işareti ile hemen köye geri dönmelerini tembihliyordu. Çocuklar tekrar yola koyuldular. İftar saati yaklaşıyordu. Baba onları gönderdiğine bin pişman olmuştu. Keşke kuru buğdaya talim etselerdi de kızlarını göndermeseydi.

Aynı yolla köylerine geri gelen kızların yolunu tüm akrabalar gözlüyordu. Meraklı gözlerle bekleşenleri gören kızlar, hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Anneleri, babaları, akrabaları, konu komşu herkes oradaydı.

İftar ezanı okunmasına rağmen kimse sofraya oturmuyordu. Sofradaki pişmiş buğday öylece kalmıştı.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.