İnsan nasıl zikreder?

Mustafa KARAKAŞ

 İnsan yaradılış niteliği olarak iki boyutlu bir varlıktır. Çamur tarafı hayvanlarda da bulunan ve insanın maddi/somut kısmını, ruh kısmı ise meleklerden gelme soyut/manevi kısmını temsil eder. İnsan dünya yaşantısında bu iki kısmı da rahat ettiremezse, eksik kalan kısmın oluşturduğu buhranı yaşar. Beşer bu iki parçadan somut/çamur kısmını göz ardı eder, hint mistikleri gibi yaşarsa toplumun maddi dinamikleri çöker.

“Bir lokma bir hırka” felsefesi ile hareket eden bir toplumun yaşamını devam ettirebilmesi mümkün değildir. Üretim olmadan varlığını sürdürme mümkün müdür? Biz hem dünya hem de ahirette güzelliklere talip olan bir ümmetiz. …Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru." (Bakara/201)

Beşer(insan), soyut/ruhsal/manevi kısmını terk edip sadece çamur/maddi/bedeni yönünü doyurmaya çalışırsa Avrupa medeniyetinin yaşadığı sosyal sıkıntıları ve ontolojik krizleri yaşar. İki yönlü bu canlının maddi/bedeni kısmının nasıl doyurulacağını söylemeye gerek yok sanırım. Oysa en büyük sorun “ruhsal kısmın nasıl doyurulacağı?” sorusunda saklı.

Şüphesiz “ruhumu nasıl doyurmalıyım” sorusu kadim bir sorudur. Efendimiz(sav) sahabenin ruhsal açlığı giderme yöntemlerini beğenmemiştir. Kimi sahabe kadınlarla evlenmemeye, bütün gecesini ibadetle geçirmeye ve gündüzleri daima oruçlu dolaşmaya ahd etmişken; Allah resulü( sav) bu yönteme cevaben: “Ama ben hem namaz kılar, hem uyurum. Bazen oruç tutar bazen de tutmam. Kadınlarla da evlenirim. İşte her kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir" demiştir.

Vasat ümmetin (el-Bakara/143) dengeli peygamberi, Allaha yakın olmak niyetli, fakat fıtrata ters düşen bu ve buna benzer teklifleri reddederek ümmeti Hint mistisizminden korumuştur.

O halde Allah'a nasıl yaklaşmalı? O'nu nasıl anmalıyız? Devamlı olarak oruç tutarak usvetun hasene /güzel örnek olamayız. Ancak devamlı olarak, el-emin/dosdoğru olursak güzel bir örnek olabiliriz. Yalana sığınmayan, ilkel değil; ilkeli yaşayan, adaleti ayakta tutan, mazluma arka çıkan, komşuluk ve akrabalık haklarına riayet eden, ailesi ile iyi geçinen… Hâsılı kelam İslam'ın sosyal emir ve prensiplerine titizlikle riayet eden ve yüzüne bakıldığında Allah'ı hatırlatan herkes hal dili ile Allah'ı zikretmektedir.

Yüzlerce yıldır, zikri tesbihata çevirip, sosyal örneklik zikrini terk eden bizler, sokaklarımızı, işyerlerimizi, ekranlarımızı cehalete/zulme/fuhşiyata kaptırmadık mı? Zikir, sadece Allah'ın adını kuytu köşelerde ululamak olarak zihinlerde nakşedildiği için meydanlarımızı batıl ideolojiler işgal etmedi mi?

Zikri hem dilimize hem de günlük yaşamımıza aksettirmeliyiz. İşimize, aşımıza, eşimize günlük yaşamımıza aksettirmeliyiz.

Yok, eğer biz zikri, toplumsal yaşamımızdan uzaklaştırıp Allah'ı anmayı sadece yıllık, aylık, günlük yani dönemsel evrelere hasredersek, dar kalıplı ve soyut, elle tutulmayan, dünyamıza seslenmeyen bir algı üzere bina edersek zikri, emanete hakkıyla riayet etmemiş olan pek cahil ve pek zalimler grubuna dâhil oluruz. (Ahzap 72)

Emaneti/sorumluluğu kabul noktasında dağlar bu yükün altına girmek istemezken, emaneti sırtına alan insan, emanetin kıymetini bilmeyecek kadar cahil, emanete ihanet edecek kadar zalimleşebilmiştir. O halde zalim ve cahillerden olmamak için emanetin ne olduğu bilincine sahip olmalıyız. Emanet bilinci, Yunus'un deyimi ile “tekkeye eğri odun sokmamaktır”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.