IŞİD, HDPKK ve Güney Kürdistan

Mehmet İkbal ATAK

IŞİD, ilk olarak 2003 işgal döneminde “Irak İslam Devleti” adıyla Amerikan işgaline karşı kurulmuş bir yapının bugünkü geliştirilmiş versiyonu olmakla beraber fikri yapısının yanı sıra yürüttüğü eylem biçimleri ile tartışmaların odağında yer alan bir örgüttür.

Önceleri Irak üzerindeki siyasi dengeler gözetilerek tartışma konusu yapılan IŞİD, Suriye olaylarıyla beraber Suriye üzerindeki siyasi hesaplar da katılarak tartışılmaya devam edilmiştir.

Selefi akıma yakın olanlar “Allah yolunda cihad” perspektifinden IŞİD'e yaklaşırken, diğer İslami kesimler daha ziyade “kuşkulu” yaklaşımlar sergilemiştir. Bunda elbette IŞİD'in katı bakış açısı, diğer İslami kesimlere karşı dışlayıcı yaklaşımı ve çokça eleştirilen eylem tarzlarının etkisi büyüktür.

İslami olmayan yapıların IŞİD'e yaklaşımı ise daha farklı bir tarz sergilemiştir. En mutedil İslami yapılara bile kem gözlerle bakmayı meşrep edinen bu yapıların IŞİD'e karşı kem bakışlar sergilemeleri, klasik bakış açılarının gereği olarak kaçınılmaz olmuştur.

Daha ziyade Ortadoğu ölçeğinde tartışılan IŞİD, Rojava PKK'sı ile yaşadığı çatışmalar ve Güney Kürdistan'a saldırması sonrası Ortadoğu'dan adeta soyutlanarak tipik bir “Kürt sorunsalı” haline getirilmiştir. Öyle bir oldubitti hasıl oldu ki, Kürt denince IŞİD; IŞİD denince Kürtler akla gelmektedir.

IŞİD, varlık gösterdiği geniş hinterlant içerisinde neredeyse çatışmadığı hiçbir güç yok iken HDPKK çevreleri, IŞİD'i ısrarla sadece Kürtlere karşı kurulmuş ve sadece Kürtlerle çatışan bir örgüt olarak lanse etmiş, etmeye de devam etmektedir. HDPKK, nasyonal sosyalist örgütçü dar kalıplara sıkıştırdığı örgütsel kazanımlarına Kürtlerin tümünü payanda etmek adına bu propagandaya sarılırken IŞİD'in gereksiz bir biçimde Güney Kürdistan'a yönelmesi, HDPKK'nin gerçek dışı propagandalarına adeta destek zemini oluşturmuştur.

Açıkçası bir üst akıl bilinçli bir şekilde IŞİD'i “Ortadoğu sorunu” olmaktan çıkarıp Kürtlere münhasır bir sorun haline dönüştürmüştür. Burada belki de tartışma konusu olan, kimin öncelikle bu oyuna alet olup tuzağa düştüğüdür.

PKK cenahından olaya bakıldığında, henüz Kobani saldırıları başlamadan PKK'nın planlı bir şekilde “Çete” kavramı türeterek önce Nusra, sonra IŞİD'le gönüllü bir çatışma geliştirme stratejisine yöneldiğinin biliniyor olmasıdır.

Evvela Rojava'yı PKK'ye geçici görev anlayışıyla teslim eden akıl, PKK'ye “vatan savunmasında gönüllü korucu” rolünü vermiş, PKK da kendini koruculukta ıspatlama derdine düşmüştür. Nitekim aynı dönemde PKK'nın Rojava'da hem “Çete” parantezine aldıklarına hem de muhalif gördüğü diğer Kürt kesimlerine karşı kıyıma yönelmesinin başka türlü izahatı bulunmamaktadır. Nihayet PKK, çokça arzuladığı “Çete avı” uğruna IŞİD'in Kobani saldırısıyla yüz yüze kalmış, tekçi anlayışından ödün vermek adına da olsa farklı kesimlerin yardımına mecbur kalmıştır. Kobani üzerinden zafer naraları atsa da PKK'nın IŞİD karşısında aldığı ağır yenilgi, kritik eşikte karadan Peşmerge, ÖSO, Burkan el-Fırat; havadan da Amerikan uçaklarının bombardımanları sayesinde IŞİD'in elinden ancak kendini kurtarabilmiştir. PKK'nın bu hırsı, Kobani'nin yerle bir edilmesine, yüzbinlerce insanın mülteci konumuna düşmesine sebep olsa da PKK dışı faktörlerin etkisi ile IŞİD ancak Kobani merkezinden çıkarılabilmiştir. Buna rağmen hala attıkları zafer naralarının sahteliği ise IŞİD şahsında İslami değerlere karşı geliştirdiği İslam düşmanlığıyla izale etmeye çalışmaktadır.

Kobani'de bunca yıkım ve halkın mağduriyetinden sonra IŞİD'in kent merkezi dışına çıkarılması şayet zafer ise, o zafer Peşmerge'nin, ÖSO'nun, Burkan'ın ve daha ziyade Amerikan bombardımanının zaferidir!

Zafer naralarının sahteliği, PKK'de farklı şekillerde tezahür etmektedir.

En önemlisi de tüm İslami sembol, değer ve kesimleri IŞİD'leştirerek intikam aracı olarak görmeye başlamasıdır. Sahip olduğu Kemalist zihin kodu ve Kürt dindarlığını törpülemede kendilerine tetikçilik görevi veren küresel ağababaların önlerine koyduğu ajanda, PKK'yi IŞİD bahanesiyle tipik bir maşa haline dönüştürmüştür. İslami sembolleri IŞİD'le eşleştirip kendince horlama faaliyetlerine yönelmeleri, artık Kobani'de kendilerini imhadan kurtaran “Büyük Şeytan'a” yaranma fırsatı ve aynı zamanda ödemek durumunda kaldıkları diyetin karşılığı haline gelmiştir. Gerek 6-8 Ekim vahşeti, gerek Cizre'de katliam girişimi ve gerekse tesettür düşmanlığına yönelik tavırları tamamen “Büyük Şeytan'a” ödemek durumunda kaldıkları diyetin birer yansıması olmuştur. Sahip oldukları köhne zihniyetleri ise diyet ödemeyi onlar açısından mutluluk verici bir görev haline dönüştürmektedir.

Güney Kürdistan, PKK gibi saldırgan tavırlarla IŞİD saldırılarına davetiye çıkarmadığı halde saldırıya uğramıştır. Hatta Peşmergelerin saldırıdan sonra IŞİD'e karşı saldırı pozisyonu icra etmesi, PKK'nin sahte zafer naralarının aksine daha geniş bir alanda ve daha etkin hale gelmiştir. PKK, Peşmerge ve hava bombardımanı desteğiyle ancak Kobani'de tutunabilmişken, Peşmerge onlarca şehir ve kasabayı IŞİD'den geri almıştır. Ancak hiçbir zaman PKK gibi zafer naralarıyla sarhoşluk görüntüsü sergilememiştir. Daha da önemlisi, IŞİD'i bahane ederek İslam düşmanlığı tuzağına düşmemiş, bu alanda “Küresel Şeytan'ın” hilesine yenik düşmemiştir.

PKK ise Peşmergenin de katkılarını kendisine mal etmek pahasına hem Güney Kürdistan'ın altını oyacak faaliyetler yürütmekte, hem kahramanlık avcılığı yapmakta, hem de İslami değerleri kendince mahkum ederek cumhuriyet döneminin lanetle anılan soysuzluk kültürünün Kürtler arasındaki taşıyıcılığına soyunmaktadır.

Tıpkı Cumhuriyet döneminin ilk şövalyeleri gibi gençlik ve kadın yozlaşmasına öncelik vermekte, açtıkları “evler” ile Cumhuriyet döneminin “Halk evlerini”, “Köy Enstitülerini” diriltmeye çalışmakta, namus kavramını berhava edip 1930'lu yılların “Enstitü” neslini diriltmeye çalışmaktadır.

Ve tüm bunlar da şimdilik IŞİD karşıtlığı üzerinden gerekçelendirilmeye çalışılmaktadır. Her türlü yozlaşmayı IŞİD'le gerekçelendirirken yavuz hırsız misali “neden IŞİD'i kınamıyorsunuz” diye de ev sahibini bastırmaya çalışmaktadır.

İyi de IŞİD'i kınamayı kendi bağlamından koparıp yozlaşmanın ilk adımı haline getirirsen neden senin ve dahi baban Coni'nin emellerine malzeme olalım?!

İlla da namustan, hayadan arındırılmış bir nesil inşa etme politikalarınıza alet olmamayı “IŞİD'çilik” olarak değerlendirecekseniz, avazınızın çıktığı kadar bağırmakta serbestsiniz.

Bugüne kadar “Baba Coni'ye” eyvallah demedik; Bugünden sonra “Oğul Coni de” kim oluyormuş?! Boş işler peşinde koşup LGBT'lilerin fantezileriyle uğraşacağınıza gidin ve sebep olduğunuz Kobani yıkımını onarın. Yıkmayı iyi beceriyorsunuz, bir kerecik de imar etmeyi öğrenip insanlara gösterin!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.