İslam aleminin kurtuluş reçetesi: İhlas ve uhuvvet

Selahaddin YILDIRIM

Mezhep savaşları denilince akla Avrupa gelir. Avrupa 14. ve 15. asırda Fransa ve İngiltere arasında tarihe ‘Yüz yıl savaşları’ diye geçmiş kanlı savaşlara sahne oldu. Yine 1618-1648 yılları arasında yapılan savaşlar da ‘Otuz Yıl Savaşları’ olarak bilinir. Hıristiyanlığın farklı mezhepleri arasında geçen bu savaşlar kanlı katliamların da sebebi olmuştur. Örneğin Fransa’da 24 Ağustos 1572 tarihinde meydana gelen Sen Bertelmy katliamında 40 bin Protestan, Katolikler tarafından vahşice öldürülmüştür. Avrupa tarihi aslında bir mezhepler kavgası tarihidir denilebilir.

Yirminci yüzyılın ilk yarısında meydana gelen birinci ve ikinci dünya savaşları da Avrupalılar tarafından çıkarılmış ve tarihin bilinen en kanlı savaşları olmuştur. Resmi kaynaklara göre, bu her iki savaşta 50 milyon insan hayatını kaybetti. İkinci Dünya Savaşı’nda 35 milyon insan hayatını kaybederken, 20 milyonu aşkın insan da yaralandı. Hiroşima ve Nagazaki’de iki yüz binden fazla sivil insan ABD tarafından atılan atom bombaları sonucu feci bir şekilde can verdi.

Ortaçağ’da din ve Tanrı adına birbirlerini kesen Avrupalılar, yirminci yüzyılda bilimsel kılıf giydirilmiş teoriler adına kan akıtmaya devam etmişlerdir. Modern çağda işlenen cürüm ve cinayetlerin gerekçesi olarak görülen bu saçma teorilere göre, hayat bir savaştan ibaretti ve bu savaşta büyük balık küçük balığı yutma hakkına sahipti. Charles Darwin (1809-1882) , Karl Marx (1818-1883) ve Sigmund Freud (1856-1939) gibilerinin ortaya attığı ve materyalizme dayanan bu tür teoriler yakın tarihlerde meydana gelen bütün savaşların da ana saiki olmuşlardır. Batı dünyası, üçüncü dünya denilen ülkeler üzerindeki hegemonyasını bu teorilerle meşru göstermeye ve işlediği vahşetlerin üstünü bunlarla örtmeye çalışmıştır. Bugün, adalet ve insani değerlerden yoksun dünya düzeninin üzerine kurulu olduğu çarpık yapı da bu felsefenin yansımasından başka bir şey değildir. Bu köhnemiş felsefeye göre ‘kim güçlüyse o haklıdır’. Günümüzde İslam dünyasının yaşadığı sıkıntıların ana sebeplerinin başında bu güçlü zorbaların saldırı ve tecavüzleri gelmektedir.

Kendi aralarındaki kanlı kavgaları geride bırakan Batı dünyası, on dokuzuncu asrın sonlarından itibaren İslam dünyası başta olmak üzere bütün bir dünyayı denetimi altına almaya yöneldi. Siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda tekelleşmeyi sağlayarak ülkeleri ve milletleri kendisine muhtaç hale getirdi. Dünyanın her işi onlardan soruldu. Her sorunun çözümü için onlardan yardım istendi. Kısacası dünya aracının sevk ve idaresi onların tabii bir hakkı olarak görüldü.

Batı Haçlı dünyası, son üç asırda her alandaki egemenliğini pekiştirirken biz Müslümanlar ne yaptık? Ne yazık ki bizler yüce İslam’ın hayata dair emirlerini unuttuk.
Cehaletimizden dolayı Kur’an’ın temel amaçlarına muhalif inanç ve eylemleri İslam adıyla din edindik. Dinimizi doğru anlamadığımız gibi, çağın gereği olan ilimleri alıp onları inancımıza göre kullanma konusunda da başarılı olamadık. İslam’ın hayat için koyduğu adalet, doğruluk, çalışkanlık ve kardeşlik gibi değerlerini kaybettik. Öncekilerin bize bıraktığı o çok zengin maddi ve manevi mirası koruyamadık, geliştiremedik. Batı dünyasının çürük değerlerinin peşine takılarak dünya ve ahiret saadetini kazandıracak imanı ve İslami esaslardan uzaklaştık. Kur’an’ın sesiyle bizi uyaran gerçek âlimlere kulak vermedik.

Rabbani âlimlerimizden Bediüzzaman Said Nursi’nin ümmetin kurtuluşu için çok önemli uyarıları ve tavsiyeleri oldu. Müslümanların yeniden Asr-ı Saadet ruhunu yakalamaları, aralarında güçlü bir birlik oluşturma amacına bütün hayatını adadı. Onun ‘Medresetü’z-Zehra’ projesi gerçek bir kurtuluş reçetesiydi. Bu proje sadece Kürdistan için değil, bütün bir ümmet için yeniden şahlanmanın adresiydi. Üstad, çağın vebası olan gördüğü ırkçılık ve mezhepçilik için ‘ihlas ve uhuvvet’ risalelerini yazdı. Bu risaleler dikkatle okunduğunda, dertlerimizi dindirecek Kur’ani reçeteler oldukları görülecektir. ‘Allah’ın ipine(Kur’an) sımsıkı sarılın’ ayetinin günümüz için en güzel tefsiri olan bu risalelerin işaret ettiği hedefe ulaşamazsak –Allah korusun- Ortaçağ Avrupa’sının düştüğü karanlığına düşmekten kurtulamayız.

Yazımızı o büyük Üstadın dertlerimizi ve tedavilerini özetleyen meşhur sözüyle bitirelim: ‘Bizim düşmanımız cehalet, zaruret(fakirlik) ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahıyla cihad edeceğiz’.

İdrak ettiğimiz mübarek Ramazan ikliminin kardeşlik ruhunu yakalamamıza vesile olmasını diler, siz değerli kardeşlerimin Ramazanını tebrik ederim. Selam ve dua ile.

haber diyarbakır

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.